- Kategori
- Gündelik Yaşam
Biley...

İpek tülü, Ay'ın üzerine doğru serpti. Tül, tüm zamanların üzerinde biriktirdiği yorgunluğu serpilen bedeninde damla damla boşluğa sıçratırken, sarmaladı Ay yüzeyini. Hale fışkırdı tüm şehvetiyle ayın bedeninden; "beraber"diler...
Karmakarışık bir ülkenin gitmeyen baharını evinin damından izleyen adam gördü, ipek tül ve Ay'ın rakslarını karanlık yorganın altında gece yarısı herkes uyurken. Dambaşında geceninin bir yarısı, Samanyolu'ndan dökülen başak saplarıydı akan zaman, çiğ yapıştı düşüne: Alışamadığı fakirliğin nedeni neydi? hiç tanımazken zenginliği, gün yüzünü... Başlayacak sabahın ardından; aynı emeğin, aynı alınterinin, toplam bir parça ekmeğe dönüşeceği bir düzende yaşamaya alışmışken; nereden çıktı bu mesele?
Köylere geç gelirdi haberler. Geldiğinde yola çıkarlar; yaşlılarla, "bazıları" kalırdı köyde. Savaş kazanılır, aynı türküyü söyleyerek dönerdi yarısı; diğer yarısı şahadet şerbetinin tadında kalır, geçerken dereden aynı sinekler yer dururdu tenlerini.
Tüm savaşları kazananların çocukları; aynı fakirliğin, aynı sarı zarfın korkusunda, aynı değişmez kederin lanetli sabahlarında, "ne değişti?" diye sordular, "ne değiştirdi ki, kazandığımız onca zaferlerin özgürlüğü? Güç dağıtılırken yüze bölünürdü, şimdi parmak sayılarına. Güç kimin elinde, herşey elinde."
Böyle bir ülke çokcaydı evrende. Doksanında korkusundan açan kaktüs, daha ilk sabahında sekiz dikenini bu topraklar için "canlarını veriverenlerin" ruhlarına batırdı. İnat bu ya, ne gitmeye niyetli, ne de susmaya. "Bu ülkeyi çok seviyorum" diyen yalancılar hazırladı ördeğini, pis nevresimlerini yıkarken türkü söyleyemediler. İlkinde attığı taş, kuyuda onca masumun kafasında kapanmaz, kanayan, toprak bulaşmış yaralar açtı. Onca yaraların kapanmayan açık teninden hep irin olup aktı; korkular, kabullenişler, güce tapınmalar, boşaltılmış beyinler, bireysel biricikler.
Boş durmayanlar, boş durmadılar; çalıştılar, öldüler, öldürdüler, tırmandılar, indiler, ürediler, çoğaldılar, yayıldılar...En batının kapısına geldiler, getirdiler, ama bozmadılar omuzlarındaki birbirlerine teması. Yaslamışken koca çınara sırtını dayayanın, umurunda değildi, "nasılsa birşey olmaz" derdi. Demokrasi kılıcı yontarken yarayı, bir iki damla akan temiz kan, "yarayı temizler" dediler. Onlar, geçim telaşı, taksit zamanı yaşarken; dışarıda tüm hızıyla sürüyordu inşaat. Yeni konuklar için, yüzyılların karanlığını yarıp gelecek "gelenekleri" için hazırlanıyordu kentler. Aynı sevecenlikle, sevdirdiler kendilerini.
"Bileylenen günlereydi" tüm hazırlıklar...
Doksan yaşında açan kaktüsün çiçeklerinin renklerine hayranlıkla bakanlar, kara ışıkta aydınlananlar, korkak ışıkta yüzlerini yıkayıp, bir ellerinde fıyyık çalan uçak biletleri, diğer ellerinde "ağacının içine kaçmış" kalın yazan kurşun kalemleriyle; "ne güzel çiçekler açmış, değerini anlamamışız" derlerken, dikenlerinin daha çeyrek zaman önce tüm vücutlarını delik deşik ettiğini unutmuşcasına, sekiz dikenin yaptıklarını görmemek için sırtlarını döndüler.
Ayın üzerine seripilirken ipek tül, aykumununda az önce ellerini yıkamış ışığın tenini delip geçmesine izin verdi. Dambaşındaki Samanyolu'ndan dökülen başak saplarının altında uyumadan önce Hûda'ya çevirdi avuçlarını. Ayna oldu avuçları; ışık, gözlerine, avuçlarından yüzüne. "En büyük yüzdür" diyenin aksine, ikiyüzlü tek kelime, en büyük karanlığın içindekini görebilecek ışığıydı.