Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '16

 
Kategori
Edebiyat
 

Bilim-Kurgu edebiyatı neden önemli?

Bilim-Kurgu edebiyatı neden önemli?
 

Belki bilenleriniz olacaktır, Bilim-Kurgu edebiyatında yurt dışında genel kabul görmüş bir kural vardır. “Sanayileşmemiş bir ülkeden Bilim-Kurgu edebiyatı çıkmaz“. Bu her ne kadar, insanın yaratıcılığına ve hayal gücüne aykırı bir düşünce olarak görülse de bazı istisnalar dışında da 3.dünya ülkeleri edebiyatçılarından bu kuralı kırıcı çok fazla örnek çıkamamıştır.

Buna rağmen artık giderek daha da globalleşen bir dünyada yaşamaktayız ve her ne kadar coğrafyamızdaki yönetimler bilime ve teknolojiye hemen hiç yatırım yapmasa, sanayiyi araba montajından, gelişmişliği de ithal cep telefonu kullanmaktan ibaret görseler de, İstanbul’dan küçük Uzak Doğu ülkelerinin dünya bilgisayar ve elektronik parça üretiminin büyük kısmını tekelinde tutmasından, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin dünya yazılım üretiminden milyarlarca dolar gelir yaratmalarından ders almasak da, bize düşen tüm bu olumsuzluklara rağmen bilgiyi her şeyden üstte tutup, kendimizi geliştirerek, araştırarak onlarla aramızdaki açığı bu şekilde kapatmak suretiyle yazmak ve özgün eserler meydana getirmektir.

Bilim-Kurgu neden önem taşıyor ona bazı açıklamalar getirerek devam etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi her şeyden önce Bilim-Kurgu diğer edebiyatların aksine geleceği anlatmaktadır. Hatta çoğu zaman BK yazarları bilim adamlarını fikirleriyle etkileyip geleceği şekillendirmiştir bile.

Mesela Jules Verne'nin eserlerindeki denizaltı, ay roketi, H.Gernsback'ın görüntülü telefonu bugün gerçekleşmiş şeylerdir.

Jules Verne'in Aya Seyahat romanından etkilenen alman bilim adamı ve (aynı zamanda bilim kurgu hastası) Herman Oberth 1923 yılında (Gezegenler uzayına Füze) isimli eserini yazmıştır. Bu çalışma uygun hıza sahip bir roketin dünyanın etrafındaki bir yörüngeye belirli bir yükü taşıyabileceği ve uzay istasyonlarının dünya çapında haberleşmede kullanılabilecekleri nosyonunu ortaya koyan ilk eserdi.

Arthur C. Clarke bu eserden bir alıntıyı 1992 tarihli bir eserinde "ComSAt'ların tarih öncesi" konusu altında şöyle anlatmıştı.

"...Güçlü cihazları ile dünya üzerindeki en küçük ayrıntıyı görebilirler ve güneş ışığını yansıtan aynalar kullanarak dünyayla haberleşebilirlerdi. Bu yeryüzünde kablo bağlantıları olmayan ve elektrik dalgalarıyla ulaşılamayan yerlerle haberleşmede çok yararlı olabilir. Çünkü gökyüzünün açık olduğu havada bir el aynasından yansıtılan ışık, gece ise bir mum ışığı bile dünyadan (eğer nereye bakılacağı biliniyorsa) görünebilir. Bu şekilde seyahatler sırasında vatanlarıyla denizdeki gemileriyle haberleşme sağlanabilir. Bunun özellikle nüfus yoğunluğu az olan bölgelerde ve savaş halindeki stratejik değeri çok aşikardır..."

Bir cesur adımla 28 yaşındaki Clarke daha önce hiç kimsenin aklına gelmemiş olan haberleşme uyduları kavramının taslağını ise şöyle ortaya koymuştur:

"...Yeryüzünden tam doğru mesafedeki bir yapay uydu her 24 saatte bir tur yapacaktır. Yani böyle bir uydu yerden bakıldığında ayni noktada kalır ve yeryüzünün neredeyse yarısı tarafından da optik olarak görülebilir. Doğru yörüngede olan ve birbirinden 120 derece açıda bulunan bu aktarıcı istasyonları tüm gezegene televizyon ve mikrodalga kapsama alanı sağlayabilir. .... "

Arthur C. Clarke çeşitli bilim kurgu ve spekülasyonları bir araya getirip uygulanabilir bir gerçeklik halinde tanımlamasıyla "haklı olarak" haberleşme uyduları endüstrisinin babası kabul edilen kişi olmuştur. . Gerçekten de Uluslararası Astronomi Birliği tarafından yerden 26,400 mil yukarıdaki jeosenkron (jeostasyoner) yörüngeye Clarke kuşağı isminin verilmesi yaptığı hesaplarla bu yörüngenin tam yerinin keşfedilmesini sağlaması nedeniyledir.

Clarke bu fikri için bir telif hakkı almak gibi bir zahmete girmemiştir. (daha sonra ise bu konuyu bir kitabında esprili bir şekilde "Boş vaktimde nasıl bir milyar dolar kaybettim" başlığı altında anlatmıştı. Olayların gelişme hızını en uzak görüşlü olan ve "2001 A Space Odyssey" gibi eserler yazabilmiş olan ustanın kendisi bile hayal edememişti.

Dolayısıyla bugün evimizdeki koltuğumuzdan dünyanın öbür tarafındaki bir televizyon kanalını seyredebiliyorsak bunu kimlere borçlu olduğumuzu unutmamakta fayda var açıkçası.

Bilimkurgu romanları, sadece gelecekteki teknolojik gelişmeleri de göstermez, bir diğer işlevleri yeri geldiğinde bizleri o geleceğe karşı da uyarmak, düşünmemizi ve gerekli önlemleri almamızı sağlamaktır.

Erich Fromm, George Orwell'in "1984" romanına yazdığı sonsözde şöyle demiştir: " Bu roman bir duygunun ve aynı zamanda da bir uyarının ifadesidir. Buradaki ana tema, insanların geleceği konusunda duyulan ümitsizliktir. Bu uyarının asıl içeriği ise, "tarihin gidişatı değiştirilmezse, dünyadaki tüm insanlar farkında olmadan insani özelliklerini kaybedecekler ve birer robot halini alacaklardır " şeklindedir.

Orwell bu denemesinde yalnız da değildir, Zamyatin (Biz) ve Aldous Huxley (Cesur Yeni dünya) gibi yazarlar da aynı duyguyu Orwell'e benzer bir şekilde ifade etmişler ve gelecek konusunda uyarılar yapmışlardır. 20.ci yüzyılın ortalarında "negatif ütopyalar" olarak adlandırılan bazı yeni yaklaşımlar da ortaya çıkmıştır. (Jack London'un Demir Cehennem'ini de Amerika'daki faşizmin habercisi olarak bu listeye ekleyebiliriz.)

Eski pozitif ütopyalar Ortaçağ sonrası insanının kendine güvenini ve gelecek umudunu vurgularken, negatif ütopyalar modern insanın güçsüzlüğünü, ümitsizliğini ve çaresizliğini ifade etmektedirler.

"Biz" ile "1984", insanın kendi bireylik hislerini yitirdiği ve tamamen bürokratikleşmiş bir toplumu anlatmaktadırlar. Bu türlü bir yönetim ideolojik ve psikolojik manipülasyon ile terörün karışımı sayesinde meydana gelmektedir. (Zamyatin'in eserinin sonunda insanı bedensel olarak bile değiştiren bir beyin ameliyatı yer almaktadır.)

Huxley'in kitabında ise, insanı terör kullanmadan bir makina haline dönüştüren ana öğe hipnotize edilmiş bir kitle telkinidir.

Tüm farklılıklarına rağmen, bu üç negatif ütopya ya da "distopya" da bize aynı esaslı soruyu sormaktadır. Felsefi, antropolojik, psikolojik ve hatta belki de dini özellikler taşıyan soru şöyledir:

"İnsanın doğası, onun özgürlüğe, şerefe, dürüstlüğe ve sevgiye olan özlemini unutturabilecek kadar değişebilir mi ?" ya da " İnsan, insan olduğunu unutabilir mi?"

Yoksa "insan doğası temel insani ihtiyaçların küçümsenmesine karşı, barbar bir toplumu insancıl hale dönüştürerek karşılık verebilecek kadar güçlü bir dinamizme sahip midir?”

Yazarlar, bu eserlerinde insani özlemlerin gücünü ve şiddetini, onları yıkmak için nasıl bir zorlamanın gerektiğini tasvir ederek, yani tersten giderek vurgulamışlardır.

Zamyatin'in "Biz" kitabında, insan doğasının ihtiyaçlarını susturmak için tek çare olarak beyin ameliyatına girişmek gerektiği ileri sürülür. Huxley'in eserinde ise bunun için suni doğum yöntemleri (seleksiyon) ve uyuşturucu maddeler kullanımı ve Orwell'ın 1984'ünde de işkence ve beyin yıkaması kullanılır. Her üç yazara da "insanlığı yok etmenin kolay olduğuna inanıyorlar" diye sitem edilmesi doğru olmaz. Çünkü üçü de hep bir ağızdan bunun bugün genel olarak bilinen gereçlerle mümkün olduğu sonucuna varmakta ve gelecek için insanlığı uyarmaktadırlar.

Mesela Orwell'in insanlığa yaptığı en önemli katkı, 1984 senesinin diktatör toplumu ile atom savaşı tehlikesi arasında kurduğu ilişkidir. Orwell kitabı atom silahlarının icat edilmesinden önce yazmıştır. Yani onun önceden tahmin ettiği gelişmeye ancak 50'li yıllarda ulaşılmıştır. Orwell, atom savaşına hazırlanan bir dünyada, demokrasinin devam edebileceği düşüncesinin bir hayalden ibaret olduğunu, yaratıcı ve parlak bir şekilde göstermektedir.

Şimdi biraz da bilim kurgu ve gelecek konusunda Robert Heinlein’ın görüşlerini aktararak konuyu daha da aydınlatalım. Hem de bilim kurgu yazarlarının kullandığı “ extrapolation “ ve “ speculation “ tekniklerini açıklamış olalım ki kafalarda soru işareti kalmasın.

Heinlein der ki:

“Bilim Kurgu asla kehanet değildir. Kehanette bulunmak hava tahmincisinin, borsa yorumcusunun ya da falcının yaptığıdır. Bunların her biri geleceği önceden tahmin etmeye çalışır, bazen kesin olarak bazen üstü kapalı, bazen istatistiki verilere dayanarak, bazen de muğlak ifadelerle bunu yaparlar. Bilim Kurgu yazarının yaptığı bu değildir. Bilim Kurgu hemen her zaman geleceği anlatır veya en azından olması mümkün kurgusal bir geleceği.”

Fakat metodu kehanet değil “extrapolasyon” ve/veya “spekülasyon”dur.

“Extrapolasyon” matematikteki terimine benzer şekilde kurgu yazımda da aynısını ifade eder: “bir trendi keşfetmek” . Bu, bir şeyin şu anki yönünü, geçmişte sergilediği performansı da göz önüne alarak uzatarak bir eğriyi, yolu devam ettirmek, bir trendi geleceğe yürütmek şeklinde karşımıza çıkar.

Eğer o şey geçmişte bir sinüs eğrisi çizdiyse gelecekte de onu sinüs eğrisi şeklinde extrapolasyona tabi tutarsın, hiperbol ya da düz tanjant çizgisi olarak değil..

“Spekülasyon “ ise extrapolasyondan daha geniş bir hareket özgürlüğüne sahiptir ve “eğer?” sorusuyla başlar..

“ Eğer yeşil küçük adamlar dünyaya inse ve bize galaktik birliğe katılmamız çağrısında bulunsalar ne olurdu?”..

” Eğer ölümsüzlüğün sırrını bulsaydık ne olurdu?”...

” Eğer New York kenti kuraklıktan kırılsaydı?”..

Mesela Frank Herbert’in “Dune” romanını ele alın. Bu eserde anlatılanlar kehanet değil fakat en güçlü, inandırıcı ve ustaca yapılmış spekülasyondur.

Bilim kurgu eserlerinin çoğu extrapolasyon ve spekülasyon tekniklerini bir arada kullanmaktadır.

Extrapolasyona örnek vermek gerekirse, Mendel'in çalışmalarından başlayıp bugün sineğin genetik kodunu çözmüş genetik bilimcilere kadar gelip, bunların trendini geleceğe yürüttüğümüzde karşımıza insanın genetik kodunu çözmüş bir genetik bilimin hüküm sürdüğü, kalıtsal özelliklerin kontrol altına alınabildiği, bir çok hastalığın önlenebildiği bir dünya çıkacaktır.

Ya da uzay araştırmalarını ele alalım geçmişten bugüne kadar, insansız veya hayvanlı uzay yolculuklarından roketlerden başlayıp, aya inişe, yörüngedeki uzay istasyonlarından, uzay mekiğine, marsa inen araştırma aracından ileriye doğru ekstrapolasyon yaptığımızda karşımıza Mars’a insanlı uçuş (ki bunu ilk gerçekleştirecek olanlar şu anda doğmuş durumdadır), ayda ve diğer gezegenlerde maden araştırmaları ve üsler, daha ileride de yıldız sistemimiz dışına örneğin Alpha Centauri’ye ilk kolonistlerin gönderilmesi vb. projeler çıkacaktır.

Extrapolasyon sadece bilimsel ve teknolojik trendlere de uygulanmaz. Kültürel, toplumsal ve sosyolojik değerler için de yapılabilir. Örneğin yukarıda belirttiğimiz Orwell, Huxley, Zamyatin gibi yazarların da ütopik eserlerinde yaptıkları budur. Geçmişten bugünkü yaşantımıza doğru baktığımızda günümüzün kaotik nüfus artışının ileride genetik biliminin de korumasında kontrol altına alınacağı, sınırların kalkıp, tek lisana dönüleceği, dinlerin öneminin azalacağı belki de yerlerini yeni kavramların alacağı, bireysellikten ziyade toplumun esas alınacağı daha totaliter rejimlerin ortaya çıkacağı bir dünya yaşamı sürpriz olmayacaktır.

Extrapolasyonu sadece bilim kurgu yazarları da kullanmaz. Mesela bakın ünlü bilim adamı Hawking nasıl bir saptama yapıyor, dünyadaki çevresel kirlenmenin, ozon tabakasının delinmesinin, doğal kaynakların tükenmesinin sonucunda, güneşin etkileri karşısında da daha korunmasız bir dünyanın giderek ısınacağını, bunun sonucunda güney yarımküre çöle dönüşürken, kuzey yarımkürenin de kutupların erimesi sonucunda sular altında kalacağını ve insanlığın tek kurtuluş yolunun da kendine yaşanacak başka bir dünya bulması olacağını öngörüyor Hawking extrapolasyon metoduyla. İşte bilim kurgu yazarlarının da yaptığı aynen budur.

Ayrıca ülkemizde Yüksek Bilim ve Teknoloji Kurulu'nun TÜBİTAK’ın bünyesinde yaptırdığı ülkemizin 2003-2023 yılları arasındaki bilim ve teknoloji politikalarını saptamak amacıyla detaylı bir Teknoloji öngörü çalışması bulunmaktadır.  Bu projede trend extrapolasyon yöntemi de diğer kullanılan beyin fırtınası, simülasyon, prospective vb. gibi niteliksel ve niceliksel yöntemlerden biridir. Dünya ülkelerinin yaptığı bu tür geleceği öngörü araştırmalarında ülkeler hem gelecekte hangi bilim ve teknolojilerin önem kazanacağını saptayarak kendi güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkarmakta ve buna göre kararlar almaktadırlar. Örneğin güçlü olan yönlerinin mi üzerine gidecekler, yoksa zayıf yönlerini mi güçlendirecekler gibi.

Örneğin o raporda gelecekte, refah artırarak insanın yaşam kalitesini doğrudan etkileyecek kritik teknolojiler arasında şunlar sayılıyor:

- Çevre (enerji dahil)

- Biyo-teknoloji

- Bilişim, iletişim ve elektronik

- Mikro-nano teknolojiler

- Ulaşım (aerodinamik vb.)

Yani özetle Bilim-Kurgu edebiyatının dokusu ve anlayışı zaten bilimsel yöntemlerden oluşmaktadır. Bugün batılı ülkelere baktığımızda Bilim-Kurgu, batı ülkelerinde okulların öğretim planlarına alınmakta, öğrencilerin bu edebiyatın eserlerini okumaları teşvik edilmektedir.

Bu anlayışın sebebi basittir. Öğrencilerde gelecek ve değişim konseptini oluşturarak, onların gelecekteki değişik alternatifler üzerinde düşünebilmelerini sağlamak, hayatları boyunca değişimin etkilerini algılama yeteneklerini arttırmak ve teknolojik gelişmelere onları hazırlamaktır amaç.

Ülkemizde ise bu anlayış maalesef yerleşemediği gibi bilim kurgu çoğunlukla çocuk edebiyatıyla eş tutulmuştur. Ama bazı istisnalar da yok değildir. Yıllar önce; Yalçın İzbul’un  Hacettepe Üniversitesinde verdiği “Dil Antropolojisi” derslerinde görelilik ve bildirişim olanakları konularında öğrencinin ilgisini canlı tutmak ve yoğunlaştırmak amacıyla yardımcı okuma parçası olarak Bilim Kurgu öyküleri okuttuğunu biliyoruz mesela.

Bu bazı klasik eğitimcilerce tuhaf bir eğitim anlayışı olarak görülebilir ülkemizde ama, BK üzerine derleme ve çevirileri de bulunan Yalçın İzbul’a göre esas tuhaf olan ülkemizde maalesef “ BİR GELECEĞİMİZ OLDUĞUNA İNANMAYIŞIMIZ YÜZÜNDEN”  edebiyatımızdaki Bilim Kurgu eksikliğidir.

Yazımı gene aynı konuyla ilgili olarak büyük usta Atilla İlhan’ın sözleriyle bitirmek istiyorum. Kendisi Bilim-Kurgu’yu hiçe sayan yazar ve yayıncılarımıza inat, aynen şöyle demişti:

“Artık insanların mantaliteleri, algılama biçimleri değişti. Şimdi öyle bir şey yaşıyor dünya, evreni keşfediyor. Bunun önemini ve kapsamını kavramaktan çok uzak Türk medyası. Düşünebiliyor musunuz, yılbaşı gecesi iki üç yabancı batılı televizyon kanalında bilim kurgu filmleri gösterildiğini saptadım. İnsanlarda o konsept yavaş yavaş oluşmaya başlasın, kavramaya başlasınlar diye yapıyorlar. Bizde bu konudaki mantık "bilim kurgu çocuklar içindir" şeklinde. Bilim kurgunun çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye'den bilim kurgu yazarı çıkmaması çok hazin bir şey. İki dalda Türkiye'de yazar yoktur: Bilim kurgu ve polisiye. Bu bir muhayyile (hayal etme yeteneği) işidir, Türk yazarı muhayyilesizdir. Dikkat edin bakın, bütün yeni romanları okuyun. Hepsi romanın yazarının yaşadıklarıdır. Genellikle de İstanbul'un entel barlarında geçen birtakım olaylardır. Bir kurgu yapıp yaşamadıkları bir şeyi sahiymiş gibi yazamazlar. Bunu yazamayan yazar profesyonel değildir, amatördür. Profesyonel bir romancı yaşamadığı bir olayı alır, inceler, insanlarıyla beraber ortaya koyar. Okuyan da "amma yazmış haa" der. Bilim kurgu yazabilmek için de hayal gücün çok zengin olacak. Bir o kadar da astronomi ve astrofizik bileceksin. Bunları bilmezsen olmaz, saçmalarsın."

 
Toplam blog
: 17
: 487
Kayıt tarihi
: 22.03.16
 
 

Okur yazar, Kadıköy'lü... ..