Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '16

 
Kategori
Kitap
 

Felatun Bey ile Rakım Efendi’nin izinde…

Felatun Bey ile Rakım Efendi’nin izinde…
 

Bir çoğumuzun okuldaki edebiyat derslerinde adını duyduğu ancak pek de merak edip okumadığı ilk romanlarımızdan biridir, Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ile Rakım Efendi” eseri.

1875 yılında yazılmış ve ana teması da Tanzimat sonrası çoğu eserimizde olduğu gibi ‘Yanlış batılılaşma’ üzerine kurulmuş. Birkaç ay önce, bir kitapçıda karşıma çıkıyor. Bir süredir o dönemlere ait bir yazıyla uğraştığımdan, ilgimi çekiyor doğrusu.

Aynı günün akşam üstü, evdeki çalışma odamda, bir kahvenin eşliğinde okumaya başlıyorum. Ahmet Mithat, başlıyor anlatmaya:

“Felatun Bey’i tanır mısınız? Hani şu Mustafa Meraki Efendi’nin oğlu Felatun Bey! Sanırım tanıyamadınız; fakat tanınması gereken bir çocuktur. Mustafa Meraki Efendi, Tophane’nin Beyoğlu’na yakın bir mahallesinde oturur. Mahallesinin semtini söylemezsek eksik bilgi vermiş oluruz ama semtini anladınız ya! Şimdilik bu kadarıyla idâre ediniz.”

Mithat’ın anlatımı samimi; sanki karşımda bir meddah oturmuş keyifli bir dille anlatıyor hikâyesini. Doğruya doğru, okudukça bırakmak elimden gelmiyor, içinde geçtiği dönemi güzel bir biçimde betimleyen bu romanı.

Eserin isminden belli ki, yazar iki ayrı kahramanın öyküsünü anlatıyor bize. Birine ‘bey’ diğerine ‘efendi’ dediğine bakılırsa, biri asilzade diğeri halk adamı olmalı…

Felatun Bey’in babası Meraki Bey alafrangaya pek düşkün olmakla birlikte, eski alışkanlıklarından da pek kurtulamadığından olsa gerek, Beyoğlu’nda bir dükkanda çiroz, zeytin yerken de görülüyor, Elmadağ da balıkçı ve kuşbaz takımının gittikleri yerde de… E haliyle onu orada görenlere bir şey söylemesi gerekecek: “Ne yapalım merakımdır!” diye işinden çıkması sebebiyle ‘Meraki’ lakabını aldığını öğreniyoruz.

Felatun Bey, önemli bir kurumun yazı işleri dairesinde memur olmakla birlikte çalışmayı da pek sevmiyor, başka yapacak bir işi yoksa daireye uğruyor haliyle. Romandaki ilk bölüm, o dönemdeki varlıklı ve alafranga düşkünü ailelerin ve insanların bir portresini önümüze seriyor. Çorbaya, Fransızca ‘soup’, sütlü kahveye ‘kafe ole’ demeler, kendini aynanın karşısına geçirip, Avrupa modası resimlerine uygun hale getirmek için uğraşmalar, her gün kıyafet değiştirmeler gırla gidiyor…

Eserin ikinci bölümünde ise yazar bize Rakım Efendi’yi tanıtmaya başlıyor. Tahmin edebileceğimiz gibi kendisi eski Tophane bekçilerinden birisinin yetim oğlu. Salıpazarı tarafında üç odalı bir çürük kümeste, Arap dadısı Fedayi ile birlikte kıt kanaat yaşamakta. Ancak kendini geliştirmek konusunda hiçbir fırsatı kaçırmayan, öğrenmeye aç ve dürüst bir genç Rakım Efendi…

Katiplik görevinden gelen gelirin yanı sıra, günde 17 saate yakın çalışarak yaptığı çeviriler, yabancılardan gelen Türkçe yazı ve dilekçe işleriyle ayda yirmi-otuz liraya kadar kazandığını öğreniyoruz… Bu sayede evini onarıyor, kendisine bir kütüphane kurup seçkin eserleri toplamaya başlıyor.

Rakım’ın, bir gün sokakta gördüğü bir ak sakallı dedenin yanındaki genç Çerkez cariyeye yüreği akıyor. Dedeye satılık olup olmadığını soruyor ve 100 altın karşılığında onu satın alıp evine getiriyor. Arap dadısının kendisine can yoldaşı olarak Canan adını koyduğu cariye, ikisinin de yaşamını olumlu yönde değiştirecektir sonraları… Daha ikinci gününde rahatsızlanan kızın hastalıklı durumu zamanla kaybolur ve diğer ikisinin kendisine verdiği terbiye ve eğitimle bambaşka bir insan olacaktır zaman içinde.

Eserin sonraki bölümlerde yeni kişiler de karşımıza çıkıyor: İstanbul’da yaşayan İngiliz Ziklas  ailesi ve kızları Can ile Margrit, -ki Rakım Efendi onların Osmanlıca hocası olacaktır-, Canan’a piyano dersleri veren Madam Jozefino –ki Rakım onunla önce hafif bir gönül ilişkisine sonra da derin bir dostluğa yelken açacaktır-.

İşler; Rakım Efendi tarafında hep iyi yönde gidecektir roman boyunca, hatta anlatıcı şöyle der bir ara:

“Okuyucu arasında bu kadar mutluluğu Rakım için çok görenler varsa zulmettikleri konusunda kendilerini uyarırız. Bir adam ki yedi sekiz sene, gece gündüz demeyerek göz nuru döküp tahsil gördükten sonra bu mükâfatları görmezse, bu kadar emeğin ne anlamı kalır?”

Ancak Felatun Bey için aynısını söylemek ne mümkün? Babasının vefatından sonra kalan mirası har vurup harman savurmak için çok fazla beklemeyecektir. Tabii bu uğraşında kendisine Fransız tiyatrocu Matmazel Polini’nin de epey yardımcı olduğunu da belirtmekte fayda vardır.

Bu arada Rakım Efendi ile Felatun Bey’in arkadaş olduğunu ve zaman zaman eser içinde –hayatın müştereklerinde pek anlaşamasalar da- karşılaşıp sohbet ettiklerini de ekleyelim.

Romandaki 7.bölümde Ahmet Mithat Efendi bize bir Kağıthane pikniği anlatır ki, onu da es geçmemek gerekir. O dönemlerin meşhur mesire yerlerinden biri olan Kağıthane’ye adeta Rakım, Fedayi, Canan ve Jozefino ile aynı kayıkta gidip güzel bir gün geçirir okuyucu…

Şimdiye kadar yazdıklarım sebebiyle romanı merak ederek alıp okuyacakların okuma zevkini düşürmemek için eserin sonraki bölümleri konusunda fazla detaya girmeyeceğim ama romanın son bölümlerinde, adı geçen tüm kişiler açısından gönül ilişkilerinin –iyi veya kötü sonuçlarıyla- ön plana çıktığını söyleyebilirim.

Mithat’ın romandaki üslubu ve okuyucuyla hasbihal eden tarzı, eserden sıkılmadan, olacakları merak ederek, muhtemelen benim gibi kitabı bir çırpıda okumanızı sağlayacaktır. Romandaki Batı-Doğu kıyaslamaları, bununla ilgili hiciv öğeleri de epey dikkat çekici olup, özellikle İngiliz kızlarının Rakım Efendi’den öğrendikleri Divan-ı Hafız’dan gazel beyitleriyle kendilerinden geçtikleri bölümler okuru hayli eğlendirecektir.

Sonuç olarak, eğer dönemsel romanlara, tarihe, eski yaşantılara ve âdetlere ilgi duyuyorsanız ‘Felatun Bey ile Rakım Efendi’ epey keyifli, tam kelimesiyle ‘matrak’ ve aynı dönemdeki diğer romanları da merak edip okumaya sevk edecek bir eser, kitapçınızdan ısrarla isteyiniz…

 

Felatun Bey ile Rakım Efendi- Ahmet Mithat Efendi, (Ottoman) Kum Saati Yayınları, İstanbul 2016

 
Toplam blog
: 17
: 487
Kayıt tarihi
: 22.03.16
 
 

Okur yazar, Kadıköy'lü... ..