Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '11

 
Kategori
Bilim
 

Bilim ve Yaratılışçılık

Bilim ve Yaratılışçılık
 

Bu olayı 2010 yılında yaşadık.


Kısaca bilimin özellikleri: 

Tümevarım yöntemini kullanır. 

Yasa ve genellemelere ulaşmaya çalışır. 

Evrenseldir. 

Nesneldir. 

Kesindir, doğrulanabilme özelliği vardır. 

Birikimli olarak ilerler. 

Akıl ve mantık ilkelerini kullanır. 

Uygulanabilir. 

Değişebilme ve kendini yenileme özelliğine sahiptir. 

Olgusaldır. 

Tekrarlanma özelliğine sahiptir. 

Evrim Teorisi birçok bilim dalı tarafından sınanmış ve sayılamayacak kadar çok kanıtla kanıtlanmıştır. Ancak yapısı ve ilgilendiği konunun gereği olarak dinî çevrelerden büyük tepki almıştır. Önce ABD’de başlamak üzere ülkemizde de evrim teorisine karşı – mevcut yönetimlerin de desteği ile – bir hareket başlamıştır. Birkaç on yıllık bir gelişme sonucunda evrim teorisi ve onun sonuçları, okullarda okutulan biyoloji ders kitaplarından çıkarılmış, yerine – sanki bilimmiş gibi – yaratılışçılık öğretileri konmuştur. 

Bu davranışın birkaç olası sonucu vardır. 

Bunları işlemeden önce yaratılışçılık düşüncesinin çıktığı ABD’ye bakalım. 1925 yılında ABD, Tennessee eyaletinde bir ‘Maymun Davası’ görüldü. Bu eyalette, biyoloji derslerinde insanın din kitaplarında anlatıldığı gibi nasıl yaratıldığının anlatılması zorunluluk olarak getiriliyordu. Dava sonucunda böyle bir uygulamanın bilimin bağımsızlık ilkesine aykırı olduğuna karar verildi. Aradan zaman geçti. 1970’li yıllarda Tevrat’ın anlattığı gibi bir yaratılışın – gerçekte sadece inanca dayalı olarak – doğru olduğunu savunan ve evrim teorisi gibi ‘dine aykırı fikir’lerin ders kitaplarından çıkarılmasını isteyenlerin sayısı arttı. O tarihten sonra Tennessee eyaletinde ve daha sonra diğer eyaletlerde, biyoloji kitaplarında ve derslerde evrim teorisi ile ‘dengelenmiş’ olarak yaratılış konusu da işlenmeye başlandı. Ancak bu uygulama da bilimsel çevreler tarafından tepki gördü. Bunun sonucu olarak ABD bilim çevrelerinin en saygın kurumlardan biri olan Ulusal Bilimler Akademisi, yaratılışçı öğretilerin bilimle hiçbir ilgisi olmadığını ve bunların genç beyinlerde bilimsel ve eleştirici düşünme yeteneklerinin gelişmesini engelleyici etkisinin olduğunu bildirdi. 

Akademi, birçoğu Nobel ödüllü üyelerden oluşuyordu. Üyeler o sırada ABD başkanı olan Ronald Reagan’a da açıkça ve tarihinde ilk kez karşı gelmiş oluyordu. Günümüzde bütün zorluklara rağmen bilim adamlarının ve hukukçuların çabalarıyla yaratılışçı düşüncelerin biyoloji kitaplarından çıkarılmasına çalışılıyor. 

Aynı sorun bizim ülkemizde de görülmektedir. Bilim ve yaratılışçılık arasında göz ardı edilemeyecek bir çelişki vardır. İnanç, kendi kurallarını ve söylediklerini hiçbir bilimsel sınamaya sokmadan kabul edilmesini ister. İnanç test edilmez, günahtır. Bilim ise öne sürülen bir düşünce veya olayın doğruluğuna emin olana kadar defalarca test edilmesini ister. Bilimle inanç arasındaki en büyük çelişki budur. Bununla birlikte yeni ve bilimselmiş gibi görünen düşüncelerle yaratılışçılar, yaratılışa inanmanın bilimsel kanıtları olduğunu savunmuşlardır. Yaratılışçı oldukları bilinen D.T: Gish ve H. M. Morris isimli kişiler şöyle tezler savunmuşlardır: 

1- Termodinamiğin ikinci yasasına göre kendiliğinden olan her olayda entropi artar. Öyleyse doğaüstü bir gücün müdahalesi olmadan küçük moleküllerden başlayarak karmaşık moleküllerin ve canlıların oluşması imkânsızdır. 

2- Evren yaklaşık 10 bin yıllıktır ve bu durumda bütün jeo-kronolojik yaş saptama teknikleri yanlıştır, yaşı saptanan kayalara çevreden sızmalar olmuş olabilir. Radyoaktif bozunma hız sabitleri sabit olmayıp çevre koşullarıyla değişebilir. Dinozorlarla insanlar bu 10 bin yıl içinde birlikte yaşamışlardır. 

3- Fosil bilgileri eksiktir. Kambriyen denen çağda birçok tür birdenbire ortaya çıkmış, yani yaratılmışlardır. Türler arasında tek bir geçiş türü bile bulunamamıştır. Yaşayan fosil balıklar bunun delilidir. Mutasyon vardır ama sadece mükemmel yapıyı bozarlar. İyi mutasyon yoktur. Arkeopteriks yalnızca bir kuştur. Dinozorlarla ilgisi yoktur. 

4- Her şey ilk yaratıldığı gibidir ve yaratıldıklarından beri hiçbir şey değişmemiştir. Hidrojen atomundan ağır atomlar ve gezegenler, güneşler oluşmazlar. Yıldızsal evrim diye bir şey yoktur. Bunların hepsi bugün oldukları ve göründükleri gibi yaratılmışlardır. 

5- Evrim teorisi bir dogmadır, kanıtlanamaz. Aynı zamanda ideolojidir. Hitler, Stalin gibi dünyayı ele geçirmek isteyen diktatörler evrim teorisini kullanmışlardır. 

6- Tesadüflerle hayat oluşamaz. Olasılık ilkelerine göre yaşamın rastlantısal olarak ortaya çıkması imkansızdır. ‘İndirgenemezlik ilkesi’ne göre kompleks bir organik yapı içinden bir parça çıkarmakla daha basit bir organ elde edilemez, organın yapısı bozulur. 

Yaratılışçıların savları özet olarak yukarıdaki gibidir. Çoğu evrimci – o kadar bilim dışı ki – bu soruları yanıtlamaya değer bulmuyor. Ben üçüncü kişiler için dikkate almak gerekir diye düşünüyorum. Şimdi bu iddialara yanıt vermeye çalışalım. 

1- Bilimsel bir konudan söz ederken onun yalnızca adını anmak, davranışın bilimsel olduğunu göstermez. Kişinin konuyu özümsemiş olması beklenir. Termodinamiğin ikinci yasası, entropi yasası diye de bilinir. Buna göre yapılan hemen her işte bir enerji harcanır ve entropi bir daha geri dönülemeyecek şekilde artar. Ama evrende açık ve kapalı sistemler vardır. Evrendeki her şey enerji harcamaz, bazıları da daha sonra kullanmak üzere depolar. Enerji harcayan sistemler kapalı, depolayan sistemler açık sistem olarak adlandırılır. Dünyamız açık bir sistemdir. Güneşten beslenir. Dünyada bulunan canlılık yine açık bir sistemdir. O yüzden canlılık ve enerji depolayarak oluşan basitten karmaşığa giden moleküllerin oluşmasında entropi açısından hiçbir çelişki yoktur. Zamanı gelip depolanan enerji kullanıldığında veya canlı öldüğünde entropi yine yasaya uygun bir şekilde artar. Güneşin varlığı bu geçici depolamaya olanak sağlar. 

2- Evrenin yaşının 10 bin yıl olduğunu söylemek, dünyanın öküzün boynuzları üzerinde durduğunu söylemekle eşdeğerdedir. Bunu savunmak yüzlerce yıldır toplanan bilimsel verileri bir anda yok saymaktır. Dünyanın yaşı 4 milyar yıldan fazladır. Birden fazla yöntemle ve farklı yerlerde yaşı saptanmış 3, 8 milyar yıllık kayalar vardır. Birden fazla yöntemle aynı sonuca ulaşmak hiçbir rastlantısal süreçle açıklanamaz. Yani bu bir tesadüf değildir. Radyoaktif bozunma kimyasal bir reaksiyon değildir. Yaratılışçıların dediği gibi çevre koşullarından etkilenmesi diye bir şey söz konusu değildir. Bunu savunmanın bilimle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Uzayda evrenin oluşumunun her aşamasına dair kanıtlar bulunmuştur. Kanıtlar bizi 10 bin yıl değil en az 10 milyar yıl öncesine götürmektedir. Dinozorlar da insanın ortaya çıkışından 65 milyon yıl önce yok olmuşlardır. Bunlar bilimsel olarak kanıtlanmışlardır. 

3- Bugüne kadar evrim teorisini yadsıyacak bir fosil örneğine rastlanmamıştır. Örnek olarak prekambriyen veya kambriyen döneminden kalma insan fosili bulunamamıştır. Kambriyen döneminde canlıların ‘birdenbire’ ortaya çıktığı söylenir. Bu dönem 50 milyon yıldır! Gerçekten de dünyanın yaşı olan 4 milyar yılı göz önüne alırsak 50 milyon yıl ‘birdenbire’ diye nitelenebilir. Bulunan kaya ve canlı fosil kalıntıları sürecin evrim teorisine uygun olarak bir sıra içinde gerçekleştiğini göstermektedir. Önce tek hücreli canlılar, sonra basit çok hücreliler, eşeyli canlılar ve giderek daha karmaşık yapılı canlılar tespit edilmiştir. Bu süreçte ve dünyanın geçirdiği iyi ve kötü zamanlara bağlı olarak birçok tür ortaya çıkmış, dünya buz çağları, göktaşlarının çarpması gibi felaket dönemleri geçirmiş, yaşam bulan canlı türlerinin yalnızca %10’u günümüze ulaşabilmiştir. Bu süreçte birçok ara geçiş canlısı değişen şartlar veya mevcut duruma ayak uyduramamaktan ötürü yok olmuştur. Arkeopteriks bunlardan biridir ve kuşların dinozorlardan türeyişine bir kanıttır. Arkeopteriksin lades kemiği dışında bütün kemikleri dinozorlar gibidir. Kuyruğu omurgasının devamı olarak kemiklidir. Yaşayan fosil örneği yaratılışçıların kafasında farklı bir evrim kavramı olduğu için örnek olarak gösteriliyor. Biraz Mendel yasalarına bakmaları gerekir. Eğer evrim onların dediği gibi olsaydı, bugün yaşayan bir tane balık bulunmazdı. Çünkü hepsi evrilmiş olurdu. 

4- Evren – biyolojik olmasa da, yine de – evrim geçirmiştir. Uzayın derinlikleri gözlenmeye başladıktan sonra evrenin geçirdiği evrim aşamaları da gözlerimizin önüne serilmiştir. Yıldızların oluşumu, yok oluşları, cüce yıldızlar, kara delikler, yakın yıldızlarda gezegen oluşumu artık gözlenebilmektedir. Bütün ağır elementlerin yıldızların merkezlerinde önce hidrojen, sonra helyumdan oluştuğu artık bilimsel gerçeklerdir. 

5- Evrim teorisi diğer teoriler gibi sınanmış, doğruluğu defalarca kanıtlanmış bir bilimdir. Genetik ve mikrobiyoloji evrimi desteklemektedir. Bütün canlılar birbirleriyle az çok akrabadır. Şempanze İnsana balıktan daha yakın akrabadır. Çok yakın akrabalar çiftleşirse (kurtla köpek, eşekle at gibi) dölleri olur. Evrimin kanıtları ezicidir. Canlılar arasındaki benzerliklere, farklılıklara bakarak canlıların sınıflandırılmasına gidilmiş, bu yolla hastalıklara çareler bulunmuştur. Şimdiye kadar evrime karşı hiçbir bulguya rastlanmamıştır. Bilim kötü amaçla da kullanılabilir. Bunun suçu bilim adamında değil, kötü amaçla kullanan grup, oluşum veya kişilerindir. Örnek olarak ABD Japonya’ya atom bombası attı diye Einstein gibi bilim adamları suçlu olamaz. 

6- Burada birçok travma yaşanmaktadır. Birincisi, evrim teorisi canlılığın ortaya çıkması ile ilgilenmez, var olan canlılığın birbiriyle olan ilişkileri ile ilgilenir. Ama sürekli olarak söylenen tesadüflerle hayatın olamayacağı sözünde şu yatmaktadır: Büyük yapılı moleküllerin küçük yapılı moleküllerden oluşma olasılığı sıfır olduğu ve bunlar kendi kendilerine bir araya gelemeyecekleri için bunları mutlaka biri yaratmıştır, insan da mükemmeldir derler. İnsan mükemmel veya kusursuz değildir, sadece yeteri kadar işler. Gözlerimizde birer kör nokta vardır. Böyle basit bir gerçeği bile görmezler. İkincisi, konuya insan gözü ile başlayıp içinden bir parça çıkarmaya çalışmak ve buna dayanarak organik yapıların değişemeyeceğini iddia etmek bir kandırmacadır. Bu tür gözler köstebeklerde ve içine ışık girmeyen derin okyanuslarda yaşayan balıklarda vardır (ki onlar da evrimin kanıtlarıdır). Ama sadece ışığa duyarlı tek hücrelerden yola çıkarak daha karmaşık yapılara ulaşılıyorsa bunun önündeki engel nedir? O yüzden ileri sürülen ‘indirgenemezlik ilkesi’ evrim teorisi karşısında boş bir laftan veya laf cambazlığından ibarettir. Şimdi diğer yönden, hemoglobin, sitokrom-c ve onlar gibi aminoasitlerden oluşan proteinlerin bir kerede oluşmasının imkansız olduğu iddiasına bakalım. Evrim teorisi hiçbir zaman proteinlerin bir kerede oluştuğunu iddia etmemiştir. Örnek olarak insandaki sitokrom-c’nin benzeri moleküller, proteinler daha basit veya farklı olarak başka canlılarda da bulunmaktadır. Hepsi de aynı işi görebilmektedir. Ama yaratılışçılar basitten karmaşığa doğru bir evrimi mantıksız ve akıl almaz bulurlarken yapının mucize sonucu hiç yoktan birdenbire yaratılmış olmasını son derece mantıklı buluyorlar. Diyelim ki bir kuleye bakıyoruz. Kulenin en tepesine ulaşmak istiyoruz. Önümüzde merdivenler var, bir de bizi oraya taşıyacak – fakat ortada görünmeyen – zümrüdü anka kuşu var. Hangisini tercih edersiniz? 

Bütün bu maddelerden çıkaracağımız sonuç, yaratılışçılığın bilim ve evrim teorisinin alternatifi olmadığıdır. Yaratılışçılık inançtır. İnanç olarak kalabilir, ama bilim kabul edilerek biyoloji derslerinde okutulması hem ülkemiz açısından, hem de bilimin ilerleyişi açısından kötü sonuçlar doğurur. Yaratılışçılığı ders olarak okutmak, bilimi ve bilimin doğal gerçekliğini çiğnemek demektir. İnsanı iyileştirecek ilaçları yine fikri hür bilim adamları bulur, onlar lütfeder satarsa biyoloji derslerinde yaratılış okuyanlar da kullanırlar. Bu kadarla kalsa belki yine iyi. Onlar GDO’lu ürünler yaratır, yaratılış okuyanlara kullanmaları için dayatır. 

 

Kaynak: Bilim ve Yaratılışçılık, ABD Ulasal Bilimler Akademisinin Görüşü, Sosyal Yayınlar. 

 
Toplam blog
: 125
: 6625
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

İstanbul 1980 doğumluyum. Yüksekokul mezunuyum. İstanbul'da oturuyorum. Dünya ve çevre hakkında düşü..