- Kategori
- Blog
Bilin bakalım neredeyim ben?

Kaz dağlarında bir kara kızım şimdi...
Sevgili MB dostlarıma,
Kaz dağlarının bir yamacı Edremit körfezine bakar. En bilinen, tanınan, allanan pullanan, turizme açılmış yüzü bu yüzdür. Bir yüzü de buraya .Kara Menderes çağıl çağıl çağıldayarak doğar Kaz dağlarının bu az bilinen yüzündeki vahşi , dik, sarp yamaçlardan . Ayazma derler oraya eskilerden beri. Mitolojiye göre ilk güzellik yarışmalarının yapıldığı yerdir. Hala her yıl Ayazmada yapılan festival ve yarışmalarla kutlanmaya, yaşatılmaya devam eder efsanevi güzellik yarışmaları.
Kırk yıl düşünsem bir yılbaşını efsanevi Kaz Dağlarında geçireceğimi düşünmezdim doğrusu. Ama oldu işte ! Ve ben İkibinon’a kendimi İda Dağlarının Karakızıı gibi hissederek girdim.
En güzel peynirlerin ve zeytinlerin, zeytinyağlarının kraliyeti bu yöre aynı zamanda.Zeytinyağı ile güzellik arasında bir illiyet olmalı mutlaka.Bu durumda seneye beni zor tanıyacaksınız demektir !
Yeni evimin bahçesinde bile zeytin ağaçları var. Sokağımda da… Her dem yeşiller. Ah......"Önde zeytin ağaçları arkasında yar...seni karakaplı kitap gibi kalbime saplamışlar..." gel de söyleme şimdi! Yar eşlik etmese de ulu çamlar eşlik ediyor zeytin ağaçlarına . Ve şu anda kıvrım kıvrım oryantalist kuru dallarıyla elma ağaçları…Mübarekler Van Gogh tablolarından fırlamış gibiler büklüm büklüm dalları ile. Baharda çiçeğe kestikleri zaman görmeli bir de onları ! Elması şahane bu yörenin. Kütür kütür ve ince kabuklu. Amasya elmasının damağımdaki tahtını çoktan salladı bile.
Üstelik bir görüşte aşık olup, hiç unutmadığım canım Bozcaada’mın iskelesine de sadece 40 km uzaklıkta burası…Henüz gitmedim ama...Yazın oralara post sermeli mutlaka.
Ayazmanın, Habbelanın, Akvaryum koylarının tadını çıkarmalı. Ve dahi ince parmağım kalınlığındaki zeytinyağlı yaprak sarmalarınının, asma yapraklı omletlerin... koruk suyuyla pişirilmiş bamyaların, şeftali şuruplu dondurmaların. Tabii ki Korelideki kağıtta sardalya , levrek buğulamaları da unutmamalı ! Ve her daim esen poyrazın olgunlaştırdığı üzümlerle yapılan şarapları...
Arabalı vapurlar karşılıklı vızır vızır işliyor. Ve rengarenk kocamaaan şilepler. Allı yeşilli takalar da cabası üstelik. Hava ayaz mı ayaz. Büyülenmiş gibi kahvedeki boydan boya camlı pencerelerin arkasına kuruluyorum. Tavşan kanı çayların biri gidiyor diğeri geliyor.Buralarda hiç dinmeyen poyraz kaç şiddetinde esiyor acaba şimdi? Dalgalar önümde uzanan yolu aşıp, camları yalıyor.Bulunduğum noktada deniz doldurulmamış hiç. O nedenle olmalı ki ben içindeyim sanki denizin .Ve trans halindeyim . Tam karşımdaki kıyıda kocaman DUR YOLCU !.......diye başlayan yazı.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. İlçeme dönüş saati gelmiş ama ben doyamıyorum boğaza ve boğazın kentine. En yakın zamanda yine... yine ve yine gelmeliyim…
Benjamin Button’un kız şubesiyim mübarek. Millet yaşlandıkça oturaklaşır, yerleşik hayat yaşamaya , evlenmeye (hanelenmeye yani) barklanmaya başlar. Bende de tam tersine işliyor yaşam. Bilmem kaç yaşından sonra(söyler miyim hiç)20 , 30 senelik yerleşik yaşamları bırak, sen düş yollara. Çalıkuşu Feride mübarek ! Yok Uşak bozkırları, yok Kaz dağlarının etekleri. Haşhaş tarlalarından sonra zeytinlikler…müthiş enerjik ve pozitif hissediyorum kendimi. Yörenin sıcak kanlı, neşeli, açık görüşlü insanının ışığı sinmiş olmalı üstüme. Bir haftada 1000 km den fazla yol yapıp, koca evi tek başıma taşıyıp yerleştirdim de... Bana mısın demedim valla !
Yepyeni yöreleri ve o yöreğlerin insanını tanımanın keşfetmenin heyecanı mı, bilinmeyen yaşamlara yelken açmanın getirdiği merak ve dinamizm mi…? Kıpır kıpır içim . Kış gününde erken çiçek açmış badem ağaçları gibiyim sanki. Na’palım ana-kadın olmak kolay değil işte. Ancak büyüttük çoluk çocuğu. Hem çocuk , hem kariyer yapmak da pek o kadar da kolay değil yani...
Bilir misiniz ki o gurbet günlerimin zor günlerini nasıl atlattım ben ? Yani o ilk çalıkuşuluk dönemimi...Dört yıla yakın süren Uşak günlerini ...Doğduğum, büyüdüğüm, ailemle, köklerimle varolduğum memleketimden, sılamdan ayrı düştüğüm bi başıma olduğum o günleri...Yazarak ve paylaşarak...
O günlerimden geriye 185 adet yazı, bir sürü birbirinden güzel insan ve birlikte oluşturulan anılar, evren varoldukça varolacak dostluklar kaldı.
İşte böyle sevgili MB dostlarım… Buralardan uzak kaldığım zaman içinde yine izlemeye devam ettim sizleri yazılarınızla . Telefonları , mesajları ile hiç yalnız bırakmadı dostlar beni. Tam 30 tane birikmiş mesaj var şuan kutumda. Onları birer birer cevaplayarak yayına vereceğim elbette. İzmirdeki dostlarla sık sık görüşmeye devam ettik. Kimi Karşıyaka da, kimi Güzelbahçe, kimi Urla sahillerinde. Ne zaman arasam iki etmediler davetimi.2009 sinema sezonunun altını üstüne getirdik derinmavi arkadaşımla mesela .Ya İstanbullu dostlarım Semoşumla ve Cansınımla yaptığımız boğaz ve ada sefaları hiç unutulabilir mi ? Siz hiç Burgaz adaya gittiniz mi ? Ve Burgazda Kalpazankaya’da güneşin batışını izlediniz mi mesela? Ama ille de dostlarla...
Peki bilin bakalım şimdi ben neredeyim sevgili dostlarım? Ve hangi yağmur gözlü MB’li dostun memleketindeyim ?
Artık veda zamanı geldi. Mutlaka yine Kaz dağlarından, Bozcaada'dan, Boğazdan, Troya'dan, Babakale'den, Assos'tan yine yazarım.
Beni evrim şiiri ile sobeleyerek yeniden yazmaya zorlayan sevgili dost Mehmet Sağlam'ı
Dayanılmaz ısrarları ile (!) hayatımdan bezdirmek sureti ile tekrar yazmaya sevkeden, her akşam blogdan verdiği taze haberleri ile beni hep aranızda yaşatan derinmavi Ufuk arkadaşımı,
Telefonlar ve mesajlarla arayarak beni unutmayan tüm dostlarımı
Ve hepinizi sevgi ve hasretle yeniden selamlıyorum...
19.Ocak.2009-Kaz Dağlarında bir yer'den...
Oyun kaldığı yerden devam ediyor!.
SOBEEEE!!!
Kimi mi sobeledim ?
Tabii ki SEMA ŞENER !
O da yok ne vakittir ortalıklarda, bakalım kime yazacak mektubunu?