Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '06

 
Kategori
Psikoloji
 

Bilinç altını sarmak

Bilinç altını sarmak
 

Hayatın her alanında bilinç altımıza dört bir yandan yapılan operasyonlarla karşı karşıyayız aslında. Bu, gündelik yaşamda kendi özgül varlıklarını devam ettiren ideolojilerin de (meta ideolojisi, burjuva ideolojileri….) dayanak noktasıdır. Bir düşüncenin maddileşebilmesi için, onun bizim öz dürtülerimizde somutlanması, kedini kabul ettirmesi gerekir.

Peki bilinç altımızda (bilinç dışı) neler var. İlginçtir bu soruyu sorduğumda bir çağrışım olarak zihnimde yaralı, yavru bir köpek resmi oluştu. Bilinç altı nedense bana zavallı bir şeyleri hatırlatıyor, ağlama isteği uyanıyor içime düştüğümde. Hep söylenen bir laf vardır ya hani “herkesin içinde bir çocuk vardır” diye, sanırım bu çok psikanalitik bir tespit. En çok yalnız kaldığımda, hele ki geceyse, karanlıktaysam hissediyorum bunu. Eskiden böyle bir ortamda ilk aklıma gelen düşünce sürekli kendini tekrarlayan anemin her an ölebileceği düşüncesiydi ve o günlerden kalma bir alışkanlıktır kötü bir şey aklıma geldiğinde üç sefer duvara vururum. Yatağım duvara yanaşıktı bu yüzden tahta yerine duvar vuruyorum. Sonra büyümeye başladım, fark ettim ki babamla aramda bariz bir uzaklık vardı. hep tartışırdık, ilginçtir bize gelen misafirler hep bunu sorarlardı babama aranız nasıl diye. Şimdi düşünüyorum da, demek babam anlatırmış aramızdaki bu uzaklığı, demek ki üzülüyormuş babam.Bu kavgalı halin nedenini tam olarak çözemedim, bunu freudla da açıklamaya kalkmadım değil fakat bana hep yetersiz bir açıklama olarak görünmüştür. Son zamanlarda, öyle birden bire kendimi babam gibi hissediyorum, bu beni rahatsız ediyor, sanki onun içindeymişim gibi, sanki o anda onu yaşıyormuşum gibi şizofrenik bir şey. Ben hep babama benzemekten korktum sanıyorum. Babama benzeme düşüncesi beni hep rahatsız etti. O hep güçsüzdü bana göre, kahraman değildi ve aslında bu haliyle beni yansıtıyordu. Ve ben anlaşılan kendimden korkuyordum. (hiç böyle düşünmemiştim).

Anne, içimde yaşayan şefkat, Baba ise güçsüzlüğüm.

Sanırım konunun biraz dışına çıktım. Şunu söylemiştim yazının başında, hayatın her alanında bilinç altımıza yapılan operasyonlarla kaşı karşıyayız, genellikle de müşteriler olarak. En bariz örneğini reklamlar oluşturuyor kanımca. Örneğin algidanın bir reklamında kadının biri garip sesler çıkararak penisi andıran bir dondurmayı yiyiyordu, (bilinç altı kudurmuş bir hayvandır, böyle bir görüntü insanda dondurmanın güzelliğinden çok, başka şeyleri uyandırıyor) yada pek çok temizlik ürünü reklamı da annelik dürtüsünün kullanıldığını gözlüyoruz. Son bir örnek ise genç partinin televizyonlarda, gazetelerde gösterilen “AMERİKA KİMİ VURACAK ?” yayını olabilir. Buradaki tok erkek sesi, okuduğu metindeki erkeksi, güç istemini ilan, şiddet barındıran tezler vb. bilinçli bir göz bunların bilinç altına yaptığı operasyonları rahatça okuyabilir sanıyorum.

Ama ben bir reklamdan, şarkıdan değil beni etkileyen bir şiirden bahsetmek istiyorum. Bu 1973 yılında 25’inde ölen Arkadaş Zekâi Özger’in bir şiiri. (en sevdiğim şairdir o) (bende 25 yaşındayım.) Yukarıda annemle, özellikle babamla olan ilişkimden bahsetmiştim, bu şiir de bana bu anlattıklarımı anlatıyor teorik planda, en azından ben öyle hissediyorum.

Şiirle birlikte arkadaşla yan yana, onun soluğunu duyarak yürüme duygusunu yaşıyorum. En çok erkenden ayrıldığı için ona kızıyorum. Yaşasaydı çok büyük bir çınar olacaktı, buna inanıyorum gönülden. Sonra arkadaşımız barış geliyor aklıma, yaşamak böyle zamanlarda öylesine bir şey, anlamsız bir şey olarak algılatıyor kendini. Olmasa da olur diyorum.

Şiir çok uzun olduğu için ben seçtiğim bölümlerin üzerinde duracağım, zaten bu yeter diye düşünüyorum.

Şiirin adı “beyaz ölüm kuşları” adı bile yeter gibi geliyor bana.

“biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk
sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk”
o çocuktan kurtuluş yok hiçbir zaman, yalnızlıkta, sevgisizlikte, bir sevgilinin koynunda ağlayan, dinginleşen çocuktan kurtuluş yok. Can çıkar çocuk çıkmaz içimizden.

“önce anne doğurdu çocuğu acıya
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
sonra her şey ve herkes çocuktan var oldu”
hiçbir zaman doğumda üzerimize sıçrayan annemizin kanını silemedik üzerimizden, bizi annemiz doğurdu, biz ömrümüzün sonuna dek unutmayacağız bu gerçeği ve unutmayacak bizi doğuran insan, kendisini anne yapanın bizim olduğumuzu. Geçenlerde bir düşüncedir geçti aklımdan, insan olmanın trajedisi üzerine düşünüyordum, sonra en trajik noktanın anne-baba olmak olduğunu anladım. onların yaşamı bizim ellerimizde, umarım annemden önce ölmem.

“Çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
Anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
Bölüşür anneliği babanın kaşığında
Çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
Ağlamak bir soru olur sevgini yarım payında
ah baba
niye baba
ve bir gün babalar ölür”

Babamı ve annemi ve onlarla olan ilişkimi anlattım daha önce, annemle aramdaki aşkta aramıza giren ve annemi güçsüzlüğüyle hak etmeyen babamı öldürdüm mü bilmiyorum. Sanırım o bende yaşıyor ve beni öldürmeye devam ediyor.

Şiirin bu bölümü odipus kompleksini çok güzel anlatıyor bana göre. Hatta işin bilimsel anlatımından çok daha yalın ve anlaşılır bir dille anlatıyor.

“tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acın ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı
böylece bir gün tanrıda ölür”

Tanrı. Ölümsüz baba, bir elinde keskin bir kılıç tehditkâr, acımasız, diğer eli genişçe yumuşak bir kucak gibi, sıcak ve güvenli... değil benim için , nietzsche ben doğmadan çok önce duygularımı ifade etti, “tanrı öldü” benim için uzun zamandır yok. Şimdi olsaydı nasıl olurdunun teorisini yapmakla meşgulüm. Bazen korktuğumda ve eğer ki yalnızsam eski kalıntılar dirilecek gibi oluyor. Ama bunun kesinlikle onun varlığı yada yokluğu sorunuyla ilgili olmadığını meselenin insanın korkuları olduğunu biliyorum.

Tanrı meselesinin güdüsel boyutu bence çok açık sorarım size neden hep Allah babadır, zeustur, öfkelidir vs. insanın çocukluk çağının doğal bir yansıması. Ne yazık ki yukarda söylediğim gibi can çıkar çocuk çıkmaz içimizden.

“şimdi annenin yüreği ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da
sonra bir gün anneler de ölür”

Ve bir kuş konar çocuğun kalbine, anne görülmez olur; yada sevgilide yenilenir. Bunu sevdiğim kadının gözlerinde ilk olarak gördüm ve ona ne çok anneme benzediğini söyledim kim bilir. Sevgilide yaşayan söz aslını da yaşatır özünde ve aslında bizim kuştan kuşa konuşlarımızın zeminini oluşturur anne.

 
Toplam blog
: 4
: 473
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

"Tüm sanatlar yaşama sanatına hizmet ederler" B.Brecht..