- Kategori
- Psikoloji
Bilinçaltı eşiğinin zayıfladığı anlar...

Yolda hiç kendi kendine konuşan insanlar gördünüz mü? Yok, yok cep telefonu mikrofonuyla konuşan insanları kastetmiyorum. Mutlaka görmüşsünüzdür. "Kimbilir ne derdi var?" veya kişi "Kafayı üşütmüş" diye düşünmüş olabilirsiniz. Belki yanınızda kimse yokken siz de kendi kendinize konuşmuş olabilirsiniz. Peki bunun nedenini hiç düşündünüz mü?
Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Beş duyunun farkettikleri ile, aklımızdan devamlı geçen düşünceler bu gruba giriyor.
Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince taşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bir soru üzerine bilgi dağarcığından aldığımız yüzeysel bilgiler gibi.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor.
Bilinç ile bilinçaltı arasında bilinç eşiği veya bilinç duvarı da diyebileceğimiz bir kısım vardır. Buna sansür de diyebiliriz.
Peki, bilinç eşiği zayıflarsa ne olur?
Aslında her gece uyuduğumuz zaman bu bilinç eşiği zayıflıyor ve bilinç altındaki düşüncelerimiz rüya şeklinde ortaya çıkıyor. Bilinçaltındaki bastırılmış duyguların rüya şeklinde ortaya çıkmasını bir enerji boşalması olarak görürsek, rüya görmenin çok yararlı olduğunu düşünebiliriz.
Bilinç eşiği uyku durumuna geçerken yavaş yavaş zayıflarken, uyanırken de yavaş yavaş eski haline döner. Günlük hayatta çözemediğimiz bazı problemleri ise bu sırada çözebiliriz. Bazen de bu aşamadayken insanlara ilham diyebileceğimiz bir takım fikirlerin gelmesi çok rastlanan bir durumdur. Örneğin benim her sabah ayrı bir blog konusuyla uyanmam gibi. :)
Uyurken bilinç eşiğinin zayıflamasının faydalı yanı olmasına karşın, uyanıkken bilinç eşiğinin zayıflaması ilk olarak karşımıza tik veya tikler olarak ortaya çıkar. Yüz mimiklerinin istem harici oynaması, insanların yanlarında kimse yokken konuşması, söylenmeyecek sözlerin söylenmesi gibi.
Bilinç eşiğinin zayıflaması kavga sırasında da çok rastlanan bir durumdur. Bunların başında da küfür gelir.
İnsanların söylenmeyecek sözler söylemesi, söylediklerini, akıl süzgeci olarak da tanımlananı bilinç eşiğinden geçirmemesidir. Bunlara örnek olarak, bir siyasi görüşe bağlı insanların söyledikleri "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır" vaya "Fiş prize eşit değildir" sözleri gibi. İşte bilinç eşiğini denetleyemeyen bu insanlar bağlı oldukları siyasi görüşün bilinçaltındaki düşüncelerini de dolaylı olarak ortaya çıkarırlar. Kimbilir iktidardaki siyasetçilerimizin bilinç altında ne gibi düşünceler vardır?
Geçmişte de buna benzer söylemler oldu. Örneğin 28 Şubat'ı hızlandıran olaylardan biri de Sincan Belediyesinin tertiplediği Kudüs gecesiydi. İlçe belediye başkanı o gece yaptığı konuşmada "Siz bu iğneyi yemek istemiyorsunuz. Ama insanlık adına isteseniz de istemesiz de size bu iğneyi yapacağız.Alıştıra alıştıra yapacağız” sözleri de bilinç eşiğinin zayıflama örneklerinden biriydi. Ertesi gün Sincan'dan tankların geçmesi, ve o söylemi yapan kişinin cezaevine girmesi de bu düşüncesizce söylediği sözlerdi.
Karşılıklı konuşurken düşünmeden söylenen bir söz karşısında "Ağzından çıkanı kulağın duysun" derler. Bu gibi durumlar akıl süzgecinden geçmeyen örneklerdir. Sanal ortam daha avantajlı olmasına rağmen hırsla klavye başına oturanlar "Enter" tuşuna basmadan önce mutlaka yazdıklarını okumalıdırlar.
Psikologlar, bazen hipoz yöntemiyle bazen de hastalarına çocukluklarını anlattırarak bilinçaltına inmeye çalışırlar. Geçmişteki korkularını, endişelerini ve rahatsızlıklara neden olabilecek olguları çıkartmaya çalışırlar.
Peki, bilinç eşiği çok daha fazla zayıflarsa neler olur? Veya tamamen yok olursa?
İşte o zaman tehlike başlıyor.
Çünkü, bilinç eşiğinin çok zayıflaması akıl hastalığına neden oluyor. Tamamen yok olduğunda ise zır delilik dediğimiz akıl noksanlığı ortaya çıkıyor ki, bu saatten sonra bunun da tedavisi olanaksız oluyor. Bu yüzden akıl hastaneleri Napolyon ve Hitler'lerle dolu değil mi?