Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Bir aldanma hikayesi

Bir aldanma hikayesi
 

Arkadaşımla bir meyhanede oturmuş içiyorduk. Asker arkadaşımdı. Birlikte NATO’da görev almıştık. Sarışın kısa boylu biriydi. Tipi benzemese de Adanalı’ydı. 10 yıldır ilk defa yüz yüze görüşüyorduk. Karısından bir yıl önce boşanmıştı.

“Aldattı beni” dedi. Rakısından bir yudum yuvarladı; bir nefes sigarasından çekti, bana baktı. “Sen iyi yazıyorsun” dedi; “şimdi sana bir aldanma hikayesi anlatacağım. İyi dinle ve not al” diyerek sözünü bağladı. Önüme de bir tomar peçete ile gömlek cebinden çıkardığı tükenmez kalemini sürdü.

Onbaşılar barında oturmuş sohbet ediyorduk. Martini içiyorduk; küçük yudumlarla. Aynı binada çalışıyorduk. Benim idare ofisinde görevli olduğum NATO Ordu Evi’nde kat görevlisiydi. Geçerli dil İngilizce olsa da, azıcık Fransızca bildiğim için bu göreve uygun bulunmuştum; çünkü burada çalışan Belçikalı kadınlar Fransızca konuşuyorlardı ve ben onların idari amiri oluyordum. Cuma akşamı iş çıkışı Onbaşılar Barı’nda takılırdık. Az sonra kadının İngiliz sevgilisi David de geldi bize katıldı. Bekliyorduk zaten. Belli ki masaya oturmadan içmeye başlamıştı; çünkü elindeki bardakta bir fırtlık viski kalmıştı. Onu da oturur oturmaz dikledi.

“Hi! Hello Turk” dedikten sonra, barmene seslenip buzlu viski istedi. O da benim gibi görevli bir NATO askeriydi, aramızdaki fark ben zorunlu ve geçici olarak, o ise kendi seçimiyle ve meslekten askerdi. İngiliz kafayı bulmaya başlamıştı. Sözde benimle dalga geçmesinden belliydi. Haremimde kaç kadın olduğunu, çeyiz olarak deve alıp almadığımı falan sormaya başladı. Hatta, içeri girerken polisin yanlış yere park edilmiş bir uçan halıya ceza kestiğini bile söyledi; ceza makbuzunu ödemek için param çıkışmazsa, haremimdeki en yaşlı kadına karşılık bana borç verebileceğini söyleyerek muazzam bir espri bile yaptı.

İngiliz kıskanıyordu. Sevgilisinin benimle konuşmasını engellemek için el kol hareketleriyle araya giriyordu. Sevgilisinin vefalı olmasını istemekte şüphesiz haklıydı adam; ama kadın uslu ve iyi huylu da olsa kökten Belçikalı’ydı; yani duyarlı ve öc alıcı idi; bence adam, korktuğu felaketi üzerine çekmek için ne kadar yanlış varsa yapıyordu. Üçümüz birlikte barda oturmuş içerken, kadın neden genç yaşta evlendiğimi sordu. Ben de fırsatı ona bir iltifata dönüştürmek için, “Senin gibi vefalı bir sevgili bulamadığım için!” dedim. Kadın beni yanağımdan öpmüştü. Bu masum öpücüğü kaldıramayan adam son büyük hatasını yaptı; kadının sadakatini sınava çeker gibi masadan öfkeyle kalkıp, sandalyesini yere vurdu; on, on beş saniye beni küçümseyen bakışlarıyla süzdükten sonra hızla dışarı çıktı. Düelloya davet eder gibiydi; bir suratıma eldiven çarpmadığı kalmıştı.

Kadın iri siyah bakışlarını devirerek benden özür diledi ve adamın peşinden gitti; gözlerindeki manadan en kısa zamanda, kaybetmekte olduğu güven ve şefkati başka bir erkekte aramaya çıkacağını hissettirmişti. Ben de beklemedim kalktım, kadının peşinden dışarı çıktım. Bu sevimli kadının sohbetinden ayrılmaktan çok, onu sevgilisinin hoyrat sevişlerine terk edişim burkmuştu kalbimi. Kadın alkolden sallanan sevgilisinin emniyet kemerini kilitledikten sonra, bana “hoşça kal” diyen bir el salladı. Kırmızı spor arabanın egzosu homurdandı; gecenin ufkuna doğru ışıktan bir yol çizen ön farlar koruluk alanı taradığında bir baykuş havalandı. Araba vites alıp siyah bir pitonun derisi gibi parlayan ıslak asfaltı ezerek fırladı. Ardında, çiğ düşmüş havaya yapışan yanık benzin kokusunu bırakmıştı.

Ara sıra gene bir araya geliyorduk. İngiliz benimle her defasında daha belirgin biçimde dalgasını geçiyordu; bana, açıkta kalmış zavallı âşık muamelesi yapmaya başlamıştı. Benim tek taraflı olarak sevgilisi “madama” âşık olmamda bir sakınca görmediğini; çünkü madamın bana olan ilgisinin bir Türk’e duyulan kadınca merakından ibaret olduğunu ve asla benim haremime girecek kadar kadınlık onurundan yoksun olmadığını söylüyordu. Sevgilisinin bana olan sevecen ilgisine cinsel anlamlar yükleyip yanlış yorumlarsam, bunu İngiltere’ye saldırı sayacağını söylediğinde kendisi bizden de çok gülmüştü.

Ve bir hafta sonu İngiliz bara gelmedi. Sevgilisi Belçikalı oradaydı. Dediğine göre, İngiliz nöbet cezası almıştı. Bir kavgaya karıştığından hafta sonu izni iptal edilmiş. Birer martini içip dansa kalktık; romantik müzikle olduğumuz yerde salınıp duruyorduk; hafif bir rüzgarda sallanan otlar gibiydik. Ben zaten dans etmeyi hiç becerebilmiş değilimdir. Sanırım maksat dans etmek değildi zaten. Bu kadın biraz etine butuna dolgun olmasına rağmen son derece çekici bir esmerdi. Kadın beni evinde akşam yemeğine davet etti. Arabasıyla beni evine götürdü. Yemeği birlikte yaptık. Basit bir şey; brokoli haşlama ve fırında kızarmış patates ile tavuk bacakları. İki erkek çocuğu vardı. Masada daha çok çocuklarla sohbet ettim. Kendimi onlara şirin göstermek istedim. Onlara İstanbul’u anlattım. İstanbul’un çocuklarının da tıpkı kendilerine benzediklerini söylediğimde, “dalga mı geçiyorsunuz” dediler. “Neden ?” diye sorunca, “Sizin bile Türk olduğunuz kuşkulu” diye cevapladılar. Anne araya girdi, “Türkler kara tenli, bıyıklı ve kıvırcık saçlı bilinir buralarda” dedi. “Öylesi de Türk olabilir, ama genelde benim gibilerdir” dedim; görünmez mişim gibi beyaz tenli, hafif dalgalı saçlı olduğumu da söyledim.

Yemekten sonra çocuklar odalarına çıktı. Altta bir salonu, küçük bir mutfak ve banyosu, üstte yatak odaları olan ortak katlı bir evdi. Deri koltukta yan yana oturup şarap içtik; ne gösterdiğini hatırlamıyorum ama televizyon açıktı. Anne Marie, beni evine davet eden kadın, kalktı televizyonu kapattı. Bir plak çıkarttı, pikapa yerleştirdi. “I found my love in Porto Fino…”çalmaya başladı. O gece birbirimize sarılıp deri koltukta birlikte uyuduk.

Hiçbir zaman aramızdaki ilişkiyi anladığından beni kuşkuya düşüren bir sözü, bir gülüşü, bir bakışı olmadı. İçkiyi fazla kaçırdığında sünnetli bir penisin merak edilecek bir şey olduğunu sanmadığını söylese de, sesini asla yükseltip tehditkar bir tavırla konuşmadı. İngiliz kibriyle üstünlük taslayan iğnelemelerine memnuniyetle ve büyük bir gönül hoşluğuyla katlanıyordum, çünkü madamın en tatlı zevklerle beni yeniden koynuna almak için fırsat kolladığını seziyordum.

Geçici gurbetin aşkları da uzun sürmüyor; bıkmış değildim, ama itiraf ederim ki ayrılmanın tam zamanıydı; çünkü, ona her gün daha çok bağlanmaya başlamıştım. Benden hiçbir beklentisi yoktu; kendisini en az onun beni sevdiği kadar sevmemden başka. Bir erkek, kadından daha ne bekleyebilir ki? İyice tutulmaktan, akıl gözümün bağlanmasından korkmaya başladığım sıra tezkere günüm geldi. Üzüntülerimizi bir tatil kaçamağında birleşme tasarılarıyla yatıştırdık. Sonunda yüreğim onunla dopdolu, arkamda beni hatırlatacak sevecen bir şehvete bandırılmış zevkler bırakarak ayrılık trenine bindim. İstasyonda bana son kez sarılışında gözyaşlarıyla yanaklarım ıslanmıştı.

Mektuplar yazdık. Kısa zamanda mektuplar ateşli aşk sözcükleriyle bezenmeye başladı. Anne Marie bir mektubuna telefon numarasını eklemişti. Karım evde olmadığı bir gece aradım onu. Ne çok konuştuk Allah’ım. İyi ki onu aramadan önce karımı arayıp bir iş telefonu beklediğimi söylemiştim. Yoksa hayatta açıklayamazdım telefonun bu meşgul halini. Önümüzdeki yaz tatilini İstanbul’da geçirmek istediğini söyledi.

Yaz gelmeden iyi bir otelde iki kişilik oda ayırttım. Karıma da o tarihlerde iş gezisine çıkmak zorunda olduğumu, dönüşte de birlikte tatile çıkabileceğimizi söyledim.

Yaz geldi ve aşk tatili başladı. Belçikalı madamın sevgilisini benimle aldatması, tek başına İstanbul’a gelip tutku ve özlemle koynuma girmesi, seçilmiş bir aşk erkeği olarak koltuklarımı kabartmıştı. Kendimle gururlanıyordum; ben ayrıca onun bana sunduğu kışkırtıcı şehveti aşkın yüce tutkusuna bulayarak daha da bir kendimden geçmiştim. Bir intihar gönüllüsü gibi boynumu aşkın giyotinine kendi ellerimle yerleştirmeyi erdemden sayıyordum. Kendi ahlâk düşüklüğümü bu aldanış içinde kolayca bağışlayabiliyordum.

Bir gün eve telefon açtım, nasıl olduklarını soracakken nasıl oldu bilemedim, İstanbul’da olduğum ağzımdan kaçıverdi. Bu gece eve geleceğimi, ertesi gün tekrar Bursa’ya dönmem gerektiğini söyleyerek durumu toparladım. Bir geceliğine evime dönmem gerektiğini söylediğimde Belçikalı çok bozuldu. Ama yapacak bir şey yoktu, yoldan dönersem karım şüphelenirdi.

Gittim ve ertesi akşam döndüm. Belçikalı beni her zamanki sıcaklığıyla karşıladı. Akşam yemeğinde yokluğumda ne yaptığını sordum. Keşke sormaz olaydım. Hâlâ düşünürüm, “sormasaydım anlatmaz mıydı acaba?”, diye düşünürüm. Bana barmeni işaret edip, onun kendisiyle yakından ilgilendiğini söyledi. Sırtımı dikleştirip sandalyenin arkalığına çivilenmiş gibi yaslandım. Peçeteyle ağzımı sildim ve sordum.
-Onunla yattın mı?
O da benim gibi arkaya yaslandı, kollarını göğsünde bağladı, gözümün içine meydan okuyan köpekler gibi bakmaya başladı. Sıcak bir utanç dalgası beni saçlarımın diplerine kadar terletti; yüzüm kızardı, bakışım önüme düştü.
-Odama kadar bana eşlik ettiğinden eminim; fakat sonrasını hatırlamıyorum”, dedi.

Hatırlamaması iyi bir şey gibi geldi. Hatırlamıyorsa aldatmış sayılmazdı. “Şaka şaka! Hadi aşkımızın şerefine!”, diyerek kadeh kaldırdım. Belçikalı da kaldırdı, ama ilk kez kadehini boş kaldırmıştı. Bu bir gönderme miydi? Gizli bir itiraf kodu muydu? Kuşkunun kirli tırnakları zihnimi tırmalamaya başlamıştı. Bir geceliğine de olsa yokluğumdan faydalanıp kel barmenle yatmış olduğu kuşkusu kendimi de açığa çıkarmıştı. Kendimi aldatmakta olduğum gerçeğini kendimden saklamak için, aşkın yüceliğini bir kalkan gibi kullandığımı fark etmiştim. Ben evliydim ve boşanmayı da hiç düşünmüş değildim; aslında ben kendi aldatma ayıbımı aşkın kutsal yorganı altında saklamaktaymışım.

Yokluğumda yerime geçmiş bulunan nöbetçi aşk vekilim hayli iri yapılı, esmer fakat kaymak yüzlü; bakışlarındaki donukluktan sezebildiğim kadarıyla bir ihtimal boş kafalı, fakat benden yakışıklı bir gençti. Aldatılmış mıydım aldanmış mıydım diye düşünmeme hiç gerek yoktu; ikisi birden olmuştu. Belçikalı’nın yüreğinde öyle pek de abartılacak ayrıcalıkta bir yerim olmadığını anlamıştım. Ama zaten o benden sevgiden başka bir şey beklemiyordu ki, ben niye ondan ayrıca hep benim biricik aşkım kalmasını bekliyordum? Hem, “Hatırlamıyorum” dedi ya! Dürüstlüğü onun ihanetine kanıt olabilir mi? Sanırım bu dürüstlüğüydü beni asıl tedirgin eden. Kuşkulanacağımı bile bile söyledi. Belki de hiçbir şey olmadı. Sadece benim ahlaksız sorumdan intikam alan bir cevap almıştım. Fakat neden kalbim gittikçe büzüşüp soğumaktaydı? Çünkü kendi gerçeğim vicdanımı kanırtıyordu. Aldatılmış olmayabilirdim, ama ben aldatmaktaydım; işte benim gerçeğim buydu. Bu gerçeğe artık aşk ile kutsadığım bir vicdanı giydiremiyordum. Kuşku, ruhumu saran aşk örtüsünü kapıp kaçmıştı.

Mantığım onu aklasa da, artık ona aşk içinde eriyen bir benlikle yanaşamıyordum. Kuşkunun ısırdığı bir kalp asla eskisi gibi kendini aşka teslim edemiyor. Bu kez ayrılma günü geldiğinde yüzümde sadece bir maskeydi hüzün. Onun yüzünü de soyup altına bakabilseydim keşke. Bu son buluşmamız oldu. Cinsel hazlarım adına kendimi zorluklara ve pişmanlık acılarına sürüklemem için geçerli hiçbir duygu yüceliğim kalmamıştı. Hevesimin ilk canlılığını kaybetmiş olduğu kesindi; tensel aşktan zevk alma arzum hâlâ vardı; ama artık aşkın o soylu tutkusu içimde bir ceset gibi yatıyordu. Gene de bu esmer Belçikalı kadının beni sevip koynundan kalbine girmeme izin vermesini aşk adına hâlâ onur verici bulurum.

Ayrılış kararlılığımda sanırım erdemli olma kaygısından çok, şişinen gururumun bir barmen tarafından söndürülmüş olmasının payı vardı. Ne olmuşsa olsun, incinen gururum erdemin kendisi değilse bile ruhumda öylesine benzer etkiler bıraktı ki, onu erdem sanmam bağışlanabilir bir aldanmadır. İtiraf etmeliyim ki bu kararı biraz iç çekerek aldım; ancak, kendime duyduğum saygıya lâyık olmanın ve evli olmanın sorumluluğunu tensel zevklerden üstün tutmanın vicdan hoşnutluğu ile yiğitçe uyguladım. Kendimi hiçbir şey beklemeksizin ailemin hizmetine adamak, ve artık görevlerimden başka bir aşk düşünmeyerek günahımın kefaretini ödemeye azmeden iyi niyetimle evime döndüm. Her şey düzelmişti, ta ki bir akşam eve geldiğimde yastığımın üstünde bir not buluncaya kadar.

“Ahmet, seni affettim; çünkü ben beklediğim aşkı buldum.
Hoşça kal.
Sevda”

-Kaç yıl oldu boşanalı?
-Beş gibi.
-Gibilere geldiğine göre anlaşılan alışmışsın bekarlığa. Evlenmeyi düşünmüyor musun?
-Yeni bir aşk bekliyorum, evlenemem.
Ne demek istediğini anlamadım ama, “Hıım, tamam o zaman!” deyip anlamış gibi yaptım. Zaten benim değil onun anlamış olması gerekiyordu; çünkü ben evliydim.

(MamiDaçka)
****

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..