Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '10

 
Kategori
İstanbul
 

Bir baktım büyümüşüm de...

Bir baktım büyümüşüm de...
 

Onların tadı bir başkaydı !


 

Altmışlı yılların ortalarıydı. Yaz tatillerimizi Pendik'te geçirirdik. Şimdi nedenini pek hatırlayamıyorum; ama babaannemle sık sık minibüsle Kadıköy'e giderdik. Zaman zaman da vapurla Eminönü'ne geçtiğimizi ve şimdiki Doğu İş Hanı'nın 2. katında muhasebeci olarak çalışan dedemi ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum. Dedemin kollarında dirseğine kadar siyah kolluklar olurdu (Gömlek manşetleri kirlenmesin diye.) Minibüsler de Ford Thames, Renault ve Volkswagen'di. Çocukluk işte, nasıl da midem bulanırdı o uzun yolculuklarda. Şimdiki Söğütlüçeşme alt geçidine kadar zor dayanırdım.

Lâfın kısası, ben şu minibüsleri hiç sevemedim. Hele ki yetmişlerin başında üretilmeye başlanan ve hâlâ yollarda olan o korkunç gürültülü Deutz motorlu minibüslerle aram hiç iyi olmadı. Şimdilerde çizgileri biraz daha modernleşmiş ve daha sessiz Iveco motorlu olsalar da 1985 yılında Topkapı'da geçirdiğim kaza sonrasında bir daha binmeme kararı aldım. Orijinalinde arkada dört teker olmasına rağmen -o tarihlerde ehliyet mevzuatındaki açık nedeniyle- şoförler arkadan iki tekeri çıkartıyorlardı. Zaten yüksek ve dengesiz bir araç olduğundan ani direksiyon hareketlerinde aracı yolda tutmak mümkün olmuyordu. Bindiğim aracın şoförü öndeki araca çarpmamak için direksiyonu aniden kırınca, araç sağ yanı üzerine devrildi. Ben ayakta yolcuydum ve onca yolcu da benim üzerime yığıldı. Yıl 2010. Minibüsler aynı minibüsler. Şoförlerin sol kolları yine dışarıda, yolun ortasında diledikleri zaman durmaya devam ediyorlar. Sinyal diye bir kelime bilmiyorlar. Şehir İşletmeleri vapurlarıyla aynı korna sistemini kullanıyorlar. Görülemeyecek kadar minyon oldukları için de potansiyel yolcuları o kornacıklarıyla çağırıyorlar!! Hatta yolcu minibüse bindikten sonra teşekkürü de yine kornayla yapıyorlar. Gürültü kirliliği inanılmaz boyutlarda. Ayakta ağzına kadar yolcu olduğunu unutup sert fren yapıyorlar ve yolcuları sağa sola savuruyorlar. Hiçbir can güvenliğinin olmadığı bu yüksek araçlarla daracık yollarda diğer minibüslerle yolcu kapma yarışı yapıyorlar. Tek rakibi THY kaptanları olan şoför Niyazi, sol kolu camdan dışarıda, sağ eliyle vitesi değiştirdikten sonra bir de para tahsilatı yapıyor. Kafasını arkaya çevirip yolcuya bakmayı da ihmal etmiyor!

Saat 08 olmak üzere ve Piccadilly'deki minibüs durakları işe gidecek insanlarla dolu. Çığırtkanlar avaz avaz bağırıyor !

"Haddee, Earl's Court'a iki kişiii !"

"Haddee, Cockfosters !"

"Birader, Wood Green'den geçer mi?"

"Geçer abi, atla."

"Sıkışalım beyleerrr."

"Arkadan para uzatamayan var mı?"

"Şoför Bey, beni Hyde Park'ın köşesinde atar mısın?"

"Kardeş, bu araba Harrods'dan geçiyor mu ?

Yine mi gülümsediniz? Londra'da görülmez mi böyle sahneler? Yani, banliyöleriyle 14 milyon nüfusa erişmiş Londra'da ulaşım problemi yok mudur? II. Dünya Savaşında yerle bir olmuş Londra'nın 60 yılda tüm ulaşım problemleri çözüldü mü demek istiyorsunuz? Lafın kısası, II. Dünya Savaşına da girmemiş benim ülkemde yüz yıldır hiçbir şey yapılmadığını ve bu trafik canavarı minibüslere daha bilmem kaç kuşak mecbur olduğumuzu mu söylüyorsunuz?

Bence hayır !

Sadece Ankara ve özellikle İstanbul için konuşmam gerekirse, yapılan yolların, geçitlerin, köprülerin haddi hesabı yok. Metro ve Metrobüs ve 2 sene içinde tamamlanacak Marmaray, 3. Köprü bugün dünyanın birçok ülkesinde örnek gösterilen projeler. Şehir Hatlarına yeni katılan yolcu ve araba vapurları insanın göğsünü kabartıyor. Ben Eminönü'nden Harem'e artık araba vapuruyla sadece 15 dakikada 6 liraya geçiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 87'den beri hizmette olan Deniz Otobüsleri ve Hızlı Feribotlar da birçok güzergahı kısalttı. İETT filosuna pırıl pırıl, klimalı yeni araçlar katıldı. Ve inanın, ben İstanbul'da kayboluyorum. "Bu yollar, geçitler, kavşaklar ne zaman yapıldı?" diye hayrete düşüyorum. Bu anlamda, İstanbul Belediyesi kocaman bir alkışı hak ediyor. Aslında Türkiye'nin birçok şehri şantiye görünümünde. Tamamlanan ve devam etmekte olan Yüksek Hızlı Tren projelerini de unutmamak lazım. Hayatım yurt dışında geçiyor ve ülkemde güzel şeyler görünce çok mutlu oluyorum.

Aylar önceki bir blog'umda da söylemiştim, yine söyleyeceğim. Büyükşehir belediyelerinin son yıllarda toplu taşımacılığa daha da önem vermeleri sonucunda alınan son derece modern araçlarla zaten konforlu ve emniyetli bir şekilde seyahat ediyoruz. Dolayısıyla, minibüs esnafının da mağdur edilmemesi kaydıyla, ne zamanki sokaklarımızdan bu garip araçlar çıkarılır; görün bakın trafik nasıl yola girer ve biz işte o zaman çağdaş, modern ve kalkınmış bir ülke oluruz.

*****

Bir de şu Modafone reklamlarına taktım! Şarkılarıyla büyüdüğüm Orhan Yaşlıbay abimin ya da nam-ı diğer Orhan Baba'nın bu reklamda ne işi var? Orhan Abi'm diyor ki;

"Kapsama demek benim için her yerde internet'e girmek demek; telefonla olsun, bilgisayarla olsun. Modafone'un kapsamasının da çok kuvvetli olduğunu söylüyorlar."

Buyrun bakalım! Hemen gözümün önüne devamlı laptop'ıyla, smartphone'uyla gezen ve gittiği her yerde internete bağlanma ihtiyacı hisseden Orhan Abi'm geliyor! O, her daim dimdik yürüyen, ağdalı konuşan benim karizmatik ağır abim Orhan Abi'mi hiç o halde düşünemiyorum. Ezberlediği text'i söylüyor; ama 40 yıl boyunca ne muhteşem şarkılar söyleyen ağzı bile eminim, onunla hiç örtüşmeyen bu cümle yapısını yadırgıyor!

Sayın yazarım Esma'nın da dediği gibi, "O değil de..."

Bu reklam hangi sosyal yapıya hitap ediyor?

Bence, büyük şehirlere değil. Metropollerde yaşayan eğitimli insanları tercihleri konusunda eleştirmek, değişime zorlamak, ikna etmek kolay değil; hele ki böyle, inandırıcılığı olmayan bir reklamla! Ama Anadolu'da sırf Orhan Abi'm övüyor diye arkasından gidecek milyonlar vardır. Bu anlamda bakacak olursak, herhalde başarılı bir reklamdır. Bense yüzümde bir tebessüm, Orhan Abi'mi sevdiğim için izliyorum, Modafone reklamı olduğu için değil !

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..