- Kategori
- Yurtdışı Tatil
Bir daha gitmeli, daha uzun kalmalı
Cannes Sahili
9-12 Eylül 2015 tarihleri arasında yaptığım yolculuktan söz ediyorum. Bir daha gitmeli, daha uzun kalmalı ve sindire sindire gezmeliyim. O kadar güzel ki her yer. Nereden mi söz ediyorum? Fransız Rivierası’ndan. 3 günlük seyahatin izin verdiği ölçüde dolu dolu gezdim. Ama bir daha gitmek istediğim yerlerin listesinde ilk sıraya yazdım bile şimdiden.
Gelelim seyahatin ayrıntılarına… İzmir’den direkt uçuş olmadığı için önce İstanbul Atatürk Havalimanı’na, ardından da Nice Cote D’azur Airport’a indik. (Fransa’nın Akdeniz kıyısının bir bölümü Cote D’azur olarak anılıyor ve gök mavisi kıyı anlamında kullanılıyor).
Nice’e vardığımızda öğle saatleriydi. Oradan bizi karşılayan otobüsle kısa bir karayolu yolculuğunun ardından otelimizin bulunduğu Juan Les Pins’e ulaştık.
Odamıza bavullarımızı koyup hiç vakit kaybetmeden keşfe çıktık. Gezmek için önceliği Nice’e verdik. Otelimizin hemen önünde bulunan duraktan belediye otobüsüne binip aktarma istasyonuna gittik, oradan da yarım saat kadar sürecek bir yolculuk için bir başka otobüse binip, Nice’e doğru yol almaya başladık. Pırıl pırıl bir denizin eşliğinde ilerledi otobüsümüz. Etrafı seyrederken vakit geçivermiş hemen ve işte geldik, Nice’teyiz.
Çok güzel bir sahil karşıladı bizi. Geniş bir kumsalın ardından, neredeyse aynı genişlikte oluşturulmuş yürüyüş yolunda uzun uzun yürüdük, fotoğraf çekmek için kısa duruşlar haricinde.
Bir süre sonra kıyı bandından ayrılıp, içerilere doğru girdik. Burada tarihi doku karşıladı bizi. Kilise, dar sokaklar, çarşı, kafeler, kalabalık derken karşımıza büyükçe bir meydan çıktı.
Meydanın etrafını çevreleyen yoldan tramvaylar geçiyor.
Meydanın bir tarafında büyük bir park ve onun hemen girişinde de oldukça büyük bir su oyunları alanı var (ya da belki su havuzu demek gerekir). Her yaştan insan için oyun olanağı sunan bu alan aynı zamanda suyun yansıtma özelliği sayesinde de güzel fotoğraflar çekmeye olanak tanıyor.
Meydanı ve onu çevreleyen parkı da gezdikten ve bol bol fotoğraf çektikten sonra “yeni şehir” kısmını dolaştık. Arzu ederseniz Hop On Hop Off adı verilen ve belli duraklarda inip dolaştıktan sonra yeniden binilebilen turist otobüslerini de tercih edebilirsiniz, biz yürümeyi tercih ettik bu defa. Ama bir daha gidersem bu araçla da dolaşacağım.
Günün sonunda yorgunluktan ölmek üzereyken otobüs durağına attık kendimizi ve otelimizin bulunduğu Juan Les Pins’e döndük.
İkinci gün Cannes’i gezdik. Ama eşimin sabahtan toplantısı olduğu için ben önce toplantının yapıldığı Kongre salonunun bulunduğu Juan Les Pins’in kıyı kesimini ve Antibes’i dolaştım. Dolaştım diyorum, çünkü yürüdüm, tabana kuvvet. İki bölge birbirinden çok uzak sayılmaz ama oldukça yorucu bir o kadar da keyifli bir zaman geçirdim. (Antibes ve Juan Les Pins’e daha sonra değineceğim için şimdilik es geçiyorum).
Öğleden sonra Cannes’a gittik. Bu defa treni tercih ettik. Dönüş saatini açık bırakarak gidiş-dönüş bilet aldık. Böylece saat sınırlaması olmadan rahat dolaştık.
İstasyondan inip caddelerin arasından dolaşarak sahile indik. Cannes’te ilk durağımız meşhur Cannes Film Festivali’nin yapıldığı bina oldu.
Binayı gördükten sonra sahil boyu ilerledik. Cannes da dahil olmak üzere bu bölgede gördüğüm her yer (Juan Les Pins, Antibes, Nice) motosiklet cenneti diyebilirim. Bisiklet te yaygın ama hiçbir yerde görmediğim kadar motosiklet gördüm başımı çevirdiğim her yerde.
Cannes’da orta yaş ve üstü insanları bir araya toplanmış görürseniz bilin ki oyun oynuyorlar. Yuvarlak metal bir küreyi (portakal büyüklüğünde) misket yuvarlar gibi özel olarak oluşturulmuş kum havuzunda yuvarlıyorlar. Etraflarındaki banklarda da başka insanlar onları izliyorlar. Yaşı ilerlemiş insanlar da çocuklar kadar şen orada.
Cannes’in de tıpkı Nice gibi çok güzel bir kumsalı var ve insanlar sere serpe güneşleniyorlar sahil boyunca. Boşuna verilmemiş Cote D’azur (gök mavisi kıyı) ismi buralara.
Sahil kesimini dolaştıktan sonra tekrar Palais Des Festivals Et Des Congres binasına gelip yan tarafında bulunan gişeden biletimizi alıp tırtıla bindik ve şehri bu defa da araçla dolaştık.
Kıyı şeridindeki otellerde dünyaca ünlü starlar konaklarlarmış. Pek çok filme de mekan olmuş buralar. Zaten Dünyaca ünlü Film Festivali’nin de burada yapıldığını söylemiştim. Başka söz söylemeye gerek yok sanırım.
Tırtılla, girmediğimiz yerlere girmiş olduk, sahil kesiminden sıyrılıp tepeye, kalenin bulunduğu yere çıktık; dar sokaklardan o tırtılın nasıl kıvrak hareketlerle geçtiğine şaşarak ilerledik.
Cannes’da akşam yemeğini bir Türk restoranında yemeyi tercih ettik. Ama onlar Türk görmekten bıkmış olsa gerek, pek misafir perver davrandıklarını söylemeyeceğim. Zaten, yurt dışında ister Türk, ister yabancı fark etmez, Türkiye’deki kadar ilgi göremiyorsunuz lokanta-restoran vb. yerlerde. Burada garsonlar etrafınızda pervane oluyor, orada ise bir ıslak mendil bulmak bile imkansız oluyor.
Dolaştık, acıktık, yemek yedik, yeniden dolaştık derken vakit bir hayli geç olmuştu ve son treni kaçırmamak için tren istasyonuna doğru yola koyulduk yeniden; tabana kuvvet. Sonunda bindik trene ve Juan Les Pins’te bulunan aktarma istasyonundaki son otobüsü kaçırdığımız için taksi ile döndük otelimize, uyuyup dinlenip ertesi günkü maratona hazırlanmak için.
Üçüncü günün programında Juan Les Pins ve Antibes’i var. Otelden aldığımız broşürle önce tekne turu yapmaya karar verdik. Ama bu tur teknesi görmeye alışık olduklarımızdan değil. Alt katına camekanlı bir bölüm yapmışlar ve uygun olan bir yerde tekne duruyor, sizi gruplar halinde aşağı indiriyorlar ve siz de o bölgede yaşayan balıkları görüyorsunuz. Tabi yol boyu ilerlerken enfes bir doğaya şahit oluyorsunuz ki denizin altındansa üstünün çok daha keyifli ve doyurucu olduğunu söylemeliyim.
Juan Les Pins, otellerin, villaların olduğu, sakin bir belde. İnsanlar sahil boyu denize giriyor, bisiklet veya motosikletleriyle dolaşıyorlar. Tatilde huzuru ve sakinliği tercih edenler için harika bir seçenek.
Sahilde palmiye ağaçları ve altın gibi bir kumu olan harika plajlar var. Soyunma kabini, duş, tuvalet vb. olan plajlarda insanlar gönüllerince yüzüp, güneşleniyorlar.
Antibes ile Juan Les Pins arasında otobüs seferi olsa da aslında yürüyüş mesafesinde olan yerler. Antibes, kumsalının yanı sıra tarihi dokuya sahip. Kalesi var, kale çevresinde restore edilmiş eski evler var.
Antibes ve Juan Les Pins’i de dolaştıktan sonra, bizi havaalanına götürecek olan otobüsün hareket saatine yaklaştığı için vakit, bavullarımızı alıp yola koyulduk. Önce otobüsle Nice’e oradan da hava yoluyla önce İstanbul’a, sonra da İzmir’e döndük.
Seyahat ederken önceliğim, görmediğim yerleri görmektir ama başlıkta da belirttiğim gibi bir daha gitmeli, daha uzun kalmalıyım dediğim ender yerlerden oldu buralar. Siz de seyahat listenize almalısınız bu bölgeyi.