Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Mayıs '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Bir düşün ardına takılı kalmak

Bir düşün ardına takılı kalarak bir ömür geçer mi diyenlere………..

Geçmiş geçmişte kalsın derler ya; bazen en olmadık yerde biri çıkar karşınıza, hiç beklemediğiniz anda bir telefon çalar ya da bir söz size onu hatırlatır.

Ne kadar sular akıp gitse de; bir şekilde yıkamıştır ayaklarınızı.

Bir geçiş dönemi yaşıyorum, belli etmemeye çalışsam da sorular kafamda birbirini kovalıyor. Ne de meraklıymışlar ebelemece oynamaya. Bir durup, dinlenmek yok. Anneleri de çağırmıyor ki gitsinler kafamın içinden.

Bizim kız ne diyor diyorsunuz içinizden. Ne mi diyorum?. Buruk bir tebessümle “- Aslında hiçbir şey ”. Ben susuyorum da; yüreğimdeki kız çocuğunu susturmaya imkân yok. Avazı çıktığı kadar, var gücüyle bağırıyor.

Geçmişte her şeyi olmanın bedelini ağır ödeyen bu kız çocuğu; evini, ailesi, işini ve onu o yapan her ne varsa sırf sevdiği adam mutlu olsun diye bırakıp yeni bir şehre gitmişti. Yılların verdiği tüm alışkanlıklar ve iyi - kötü tüm paylaşımlar onları evlilik bağıyla sarmalamıştı. Kısa bir süre sonra da madalyonun çok başka yüzleri olduğunu acı tecrübelerle öğrenmişti. Zaman çizelgesine bakıldığında çok kısa olan bu zaman; yaşanmışlıklarla birlikte anıldığında her dakikası bir ömre bedeldi. Evlilik aşkı öldürmüyordu da saygısızlık, özensizlik ve bencillik elbiseleri üst üste giyildiğinde gömlek ağırlaştıkça ağırlaşıyor ve siz içinde kayboluyordunuz.

İster kadın, ister erkek tek taraflı özveriler bir yerden sonra ruhun gökyüzüne karışmasına, monoton bir ilişkiler zincirine sürüklenmeye yol açıyordu.

İkililere baktığınızda eğer biraz dikkatliyseniz; çatırdamalar aşikârken, bir taraf "-aman diren "diyordu. Sanırsınız ki, bir onlar akıllı. Tabii burada önyargılı olmamak lazım, Evlilik kurumunu nasıl yaşamayı seçtiğiniz de önemli. Ya da ne beklediğiniz. Evlilik neydi? Verilen sözler neredeydi? Hayat arkadaşı olmak, birbirini tamamlamak, saygı, sevgi, huzur, anlayış, hoşgörü, paylaşımlar…….Sadece maddi artılar, statü ya da sıradanlıklar dizini ile tatminseniz; denize karşı yalıdaki bu evde buyurun siz oturun. Hoş şimdi bakıyorum da siz hala oturuyorsunuz zaten.

Yaşamın ortasında kendini yalnız hissetmek çok acı. Sesimi duyan var mı diye seslenmek, duvarlardan cevap gelip de ondan gelmemesi, sarılıp uyumanın hayali içinde bir ömür geçirmek ve hala uyumamış olmak, biraz özen ve ilgi için akla gelmedik şaklabanlıklar, bu garip açlık hali.

“-Ben böyleyim işine gelirse” tarzı yorum ve yapılandırmalar kaçıştan başka bir şey değildi. Bize karşı sorumluluğu yoktu. Sevgi emek ister, yürek ister, arkasında güvendiğinin nefesi ister, sıcacık insan eli ister. O büyük büyük anlattıkları aynı evi paylaşırken ne kadarda aldatıcıymış meğer. Biz farklıydık; onun beklentileri ve benimkiler. O, sıradan bir ev hali istiyordu. Yemeği yapılsın, ütüsü yapılsın, evde davetler verilsin, onun yerine düşünülsün, -ailesine hiç hediye almamıştı bile- zevkle alınan şeyleri sadece vermesini bilirdi. O kadar vermeden almaya alışmıştı ki onun için her şey doğası gereği, olması gibiydi. Ona olumsuz bir şey yansıtılmamıştı çünkü ne zaman bir konuşma ortamına girilse "-canım olur böyle şeyler "diyerek bir geçiştirme hali hüküm sürüydü. İstenen sadece dostça bir paylaşımdı elbette ki her gecenin bir sabahı vardı. Olumsuzluklar tüm yaşamın içindeydi; istenen sadece dinlenmek ve destek olmasıydı. Varsa bir çözümü, beraberce üretebilmekti.

İşte ondan sonraydı artık konuşmamaya da başlamış ve sadece o istediğinde özel bir paylaşıma giriyor onda da o istediğini alıyor on dakika sonrada uyuyordu. Bana da düş perileri ile konuşmak ve ayla sırdaş olmak kalıyordu.

O kadar anlatacak şey vardı ki şimdi rafın en arkasına kaldırdığım bu kutuyu tekrar açmak istemiyorum.

Ne zaman ki; bir konuşma sırasında “alana kadardı” demesi işte o zaman verilen emeğin, saygının ve özverinin hiçe sayıldığı ve bir martının kanadında çoktan başka diyarlara gitmenin vakti geldiğini çok da geç olsa anlamıştım.

Son gücümle ona mutlu olup, olmadığını sorduğumda kendisinin mutlu olduğunu herhangi bir eksiğinin olmadığını evlilik terapistine gitmenin gereksiz olduğunu, etrafındaki birçok çifte baktığında kendisinin şanslı olduğunu ve bu şekilde bir ömür geçireceğini istemişti.

Boşanmamız kaçınılmaz olmuştu. Oysa bu duruma anlam veremiyordu. Kendince seviyormuş beni, daha ne istiyormuşum ki ………. Sevgi neydi?

İşte tam o sırada ani bir rahatsızlık ortaya çıkmış ve ben tüm düşüncelerimi hiçe sayarak, günlerce hastanede, arkası olmayan bir sandalyede iyileşmesi için beklemiştim. Bir elimde diren, bir elimde serum şişesi, kolumda O, yürütmeye çalışırken soğuk bir koridorda tek amacım onu iyilişetirebilmekti.

Ailesi aynı şehirde olduğu halde, sadece görüş saatlerinde geliyorlardı. Nasıl bir ilişkiydi bu düşünebiliyor musunuz; evde köpek bakıyorlarmış. Var mı böyle bir zihniyet.

Eve çıkmış, uzun bir nekahet zamanından sonra tamamen iyileşmişti. O dönemde işi de bıraktım. Nede olsa onun bakıma ihtiyacı vardı. Doktorlar bu kadar kısa bir sürede toparlanmasının tamamen özen ve ihtimamla alakalı olduğunu eşine bir can borcu olduğu söylendiğinde onun sağlıklı olduğu için mutlu olmuş ama aynı zamanda da artık hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı.

Bir gün ona “-İyi misin?” diye sordum. “-Eskisinden de iyiyim” dedi. “ Peki ”dedim. Hastayken gidemezdim öyle yetiştirilmemiştim. Her ne olursa olsun, sevgi yitirilmişse bile; bana ihtiyacı olan birini yüz yüzüstü bırakamazdım.

Evliliğimi kurtarmak içinde elimden gelenleri yapmış hiç acaba sorularına yer vermeden her şeyi denemiştim. “-Gidiyorum” dedim. Niye dedi. Artık kendimi ifade etmeye çalışmaktan da yorulmuştum. Bana ait ne varsa her şeyi öylece bırakıp, çekip gittim.

Anneannemin bir lafı vardır. Hala kulaklarımda “Altından leğenin olmuş; içine kan kustuktan sonra ne fayda” Herhangi bir eşya almadım yanıma ne önemi vardı ki şu saatte.

Tek celsede boşanıldı. Bu olayın ardından bir yıl geçti. Bir yıl sonra karşıma çıktı. Yeniden başlayalım mı diye; O konuşurken, onu dinliyordum. Bir yıl önce nasılsa öyleydi, o zaman neden deneyecektik ki; en sona nokta atışı yaptı. “İstersen çocuk da yaparız.” Yoksa onun baba olmaya niyeti yoktu. Kendi böyle bir şeye hazır değilmiş ve yolda düşünmüş benim çocuk istediğime karar vermiş. Sanki tek taraflı isteyince her şey oluyor ya da o kadar iyi tanıyor ki beni; çocuk deyince yelkenlerim suya inecekti. Öyle olmadı bu sefer. Tabii ki anne olmayı istiyordum. Hala da istiyorum ama mutlu ve huzurlu yuva içinde.

Aradan yıllar, yıllar geçti...................

Kendi içerisinde ilişki denemelerim de oldu. Kimi zaman çok mutlu, kimi zaman çok hüzünlü.

Dizimde kanadı, yüreğim de acıdı. Duymadım acısını. Ağırda geldi birçok şey. Kabullenemediğim, isyanımın da gökyüzüne çıktığı anlarda oldu. Ama yeniden koştum. Yaşamın renklerini avuçlarıma hapsetmeye çalıştım. Güldüm. Ağladım. Kızdım. Üzüldüm. Küfrettim. Tüm duyguları bir arada yaşadım, yaşıyorum da.

Yaşanan her güne umutla bakıyorum. Bir sürü becerim ortaya çıktı. İnanabiliyor musun duymuştum böyle bir şeyi. Yaşananlarla içerdeki gizli cevherler su üstüne çıkıyormuş.

Şimdi gülümsüyorum tüm yaşamışlıklar üzerine. Kendimce bir düzen kurdum. Ankara’nın taş sokakları arasına inci çiçekleri dikiyorum. Yaşananlardan da boynuma kolye yaptım. Yeni boncuklar ekliyorum üzerine.

Bazen yaşamda her şeyin yaşanmasının bir nedeni vardır diye düşünüyorum. Halada bir olumsuzlukla karşılaştığımda kuyruk dik direniyorum. Demek ki dağ çok sağlammış. Karda çok yağıyor.

Her şeye rağmen ben bir düşün ardına takılı kaldım.

Mutlu, huzurlu sıcacık evlilikler var diyorum.
Her gece dua edip, dilek diliyorum.
Saçlarımı siyaha boyadım.
Ceplerime yeni düşler koydum.

Biliyorum;
Bir gün gerçekten ne demek istediğimi anlayacak biri karşıma çıkacak ve

Kollarında huzurla uykuya dalacağım.

Çocuk yüreğim onun içinde can bulacak,
Bedeni bedenime destek.

 
Toplam blog
: 54
: 2211
Kayıt tarihi
: 07.09.06
 
 

1975 doğumlu tipik bir terazi.. Kimine göre bu yıllara bir sürü şey sığdırmış biri; kimine göre..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara