Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

30 Ekim '16

 
Kategori
Eğitim
 

Bir gence yapılabilecek en büyük kötülük

Bir gence yapılabilecek en büyük kötülük
 

Eğitimci İsmail Hakkı Tonguçve Hasan–Âli Yücelçok tuhaf insanlarmış doğrusu!

“Ne bakımdan?”mı dediniz.

Her bakımdan, her bakımdan…

Soruya verdiğim cevap, bu haliyle hiçbir şey ifade etmiyor değil mi? Açıklayayım öyleyse, neden böyle söylediğimi:

Bilirsiniz, her hükümette “Millî Eğitim Bakanı”ve “Sağlık Bakanı”ile birlikte “Tarım ve Hayvancılık Bakanı”da bulunur.

Çok doğaldır ki, MEB’in görevi “eğitim”dir. Yani, cehaletle savaş… Halkı ve halkın çocuklarını her konuda eğitmektir; en önemli görevi. Bunun için okullar açar, öğretmenler yetiştirir. Başta ders kitapları olmak üzere eğitim araç ve gereçlerini hazırlar… (Yakın zamanlara kadar, “Kültür ve Turizm Bakanlığı”nın görevleri de MEB’in üzerinde idi.)

Sağlık Bakanlığı, adından da anlaşıldığı gibi halkın sağlığını korumakla görevlidir. Bunun için hastaneler, sağlık merkezleri açar; doktor, hemşire, ebe, sağlık memuru yetiştirir; yetiştirilmesi için çaba gösterir.

Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıda topraklarımızdan ve hayvanlarımızdan bol ürün elde etmek için köylümüzü, çiftçimizi eğitir. Bunun için ziraat mühendisleri, ziraat teknisyenleri yetiştirir. Kurslar açar, seminerler düzenler. Yazılı, sözlü, görüntülü yayınlar yapar.

Benim aklıma ilk geliverenler bunlar oldu…

Eksiklerim vardır ama yanlışım yok sanırım.

Sıra geldi şimdi, asıl konumuza:

Eğitimci İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan – Âli Yücel niçin tuhaf insanlar oluyormuş?”

Şunun için:

H. Â. Yücel, Aralık 1938’de Millî Eğitim Bakanıolur. 1935’ten beri İlköğretim Genel Müdürüolan İ. H. Tonguç’la birlikte el ele, kafa kafaya vererek “Köy Enstitüleri Kanun Tasarısı”nı hazırlayıp TBMM’den geçirerek yasalaşmasını gerçekleştirir.

Anlıyoruz;  amaçlarını bu ikilinin. O yıllarda kırk bin köyümüzün 35 bininde okul ve öğretmen olmadığına göre… En kısa zamanda ülkemizi bu ayıptan kurtarmak… Bunun için, 2. Dünya Savaşınınbütün hızıyla devam ettiği yıllarda, devlet bütçesine, dolayısıyla halkımıza fazla yük olmadan 21 Köy Enstitüsü açıyorlar ki,(*) her biri şehirlerin dışında… Ve her biri yoksulluk ve yoksunluk bölgelerinde… Pek çoğu, tek bir ağacın bile olmadığı kıraç topraklarda…

Tamam, kardeşim; bütün bunlar doğru da soru cevaplanmadı hâlâ”diyorsanız, üzmeyin canınızı, sıra tam onda şimdi.

En küçük bir kulübenin bile temeli olması gerekir. Yoksa temeli hafif bir rüzgâr dahi alıp götürür onu. Şunun için söyledim bunu: Her soruya verilecek cevabın da bir temeli olmalıdır. Temelsiz cevaplar da temelsiz bir kulübe gibi havada kalır. En küçük bir fiskeye dayanamaz, çöker; dedikten sonra, geldik asıl konumuza:

17 Nisan 1940’ta kabul edilen “Köy Enstitüleri Kanunu”na göre, Kırklareli/Kepirtepe, Eskişehir/ Çifteler ve İzmir/Kızılçullubaşta olmak üzere, Köy Enstitüleriaçılır hemen.

İlk hedef, köylere öğretmen yetiştirmektir.

Bulundukları makamların gereği, Tonguç ve Yücel’in görevidir bu elbet.

O yıllarda, aklı eren birisi çıksaydı da, Köy Enstitüleriniyurdun dört köşesine yaymak için gece gündüz demeden çalışan bu iki eğitimciye, “Köylerimizin yalnızca öğretmene mi ihtiyacı var? Bir o kadar da ebeye, sağlık memuruna ihtiyacı yok mu? Ve yine en az onlar kadar tarım memuruna, ziraat teknisyenine ihtiyacı yok mu? Gelin, açtığınız bu köy enstitülerinde, köylerinmiz için çok gerekli olan bu meslek erbaplarını da yetiştirelim.” deseydi…

Ben Tonguçve Yücel’in yerinde olsam:                    

Git be kardeşim, aklın çoksa başkasına sat! Biz, MEB olarak yasaların bize yüklediği görevi yerine getirerek ülkemizin okur – yazar oranını yükseltmeye çalışıyoruz. Köylere ebe ve sağlık memuru gerekiyorsa, bu Sağlık Bakanlığının işi… Ziraat teknisyeni, tarımcı gerekiyorsa o da Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının görevi. Onların işini de biz yapacaksak, o bakanlıklara ne gerek var? Gidin, o bakanlara ve o bakanlığın genel müdürlerine verin bu aklı” derdim.

Bırakın beni, o makamlarda kim olsa böyle söylemez miydi?

Tonguç ve Yücel’e böyle bir öneri getiren oldu mu, bilmiyorum. Olsun, olmasın; önemli değil. Önemli olan onların ne yaptıkları…

Düşünmüş ki onlar, “Köye yalnızca okuma – yazma öğretecek bir öğretmen göndermekle, istatistiklerde okuma – yazma oranı yükselmiş gibi görünür ama bu pratikte hiçbir sorunumuzu çözmez. Köyü bir bütün olarak ele almadıkça, harcanan her emek boşa gider. Öyleyse biz, “Bu bizim görevimizdir, değildir” demeden, köylerimiz için gerekli olan her şeyi yapalım. Köylülerimizin sağlığı elbette çok önemlidir. Anne ve çocuk sağlığı, daha doğrusu insan sağlığı doğumla birlikte başlar. Köylerimiz için iyi yetişmiş bilgili ebelere ve sağlıkçılara ihtiyaç olduğuna göre, Enstitülerde öğretmenle birlikte ebe ve sağlık memuru da yetiştirelim.

“Evet, bu çok gerekli ama yetmez. Köylümüz çiftçilik ve hayvancılıkla uğraştığına göre, topraktan ve hayvanlarından iyi ürün alabilmesi için onlara bu konuda yardım edecek, yol gösterecek, karşılaştığı sorunları çözmede rehber olacak tarım teknisyenleri de yetiştirelim.

"Ayrıca, Enstitülere aldığımız köy çocuklarının her biri ayrı ayrı yetenektedirler mutlaka. Öğretmenliğe eğilimli olanları öğretmen, sağlığa eğilimli olanları sağlıkçı, ziraata ve hayvancılığa eğilimli olanları ziraatçı olarak yetiştirelim; tamam da… Ya bir öğrenci bu üç mesleğe de eğilimli değilse, ne yapalım?

“Sen hiçbir işe yaramazsın kardeşim, git köyüne çobanlık yap” deyip Enstitü’den kovalım mı? O çocuğa, o gence yapılacak büyük bir haksızlık olmaz mı bu?

“Öğretmen olmayabilir, sağlıkçı olmayabilir, tarımcı olmayabilir. İyi de yalnızca bu üç meslek mi var yeryüzünde? Niçin o genç iyi bir marangoz olmasın? Belki çok başarılı bir demirci, ya da başarılı bir yapı ustası olur.”

İşte bu düşünce ile 1940’la 1946 yılları arasında Köy Enstitülerindeokuyan hiçbir köy çocuğu ziyan edilmemiştir. Ve bence çok önemli olan bu noktaya dikkatimizi çeken de olmamıştır. (Varsa da ben bilmiyorum.)

1946’da Hasan – Âli Yücel’in yerine Şemsettin Sirergetirilip İsmail Hakkı Tonguçda görevden alındıktan sonra birçok okulumuzda olduğu gibi, Köy Enstitülerindede bu tür cinayetler çok işlenmiştir.

Evet, bile bile yazdım, o sözcüğü… “Cinayet”diyorum; o tür uygulamalara ben.

Adı ne olursa olsun, hangi okul olursa olsun; birkaç yıl sıralarda dirsek çürüten bir gence, “Matematikten, fizikten, edebiyattan, müzikten başarısız oldun. İki yıl üst üste sınıfta kaldın. Sen okuyamazsın, adam olamazsın. Yeteneksizsin, geri zekâlısın!”deyip eline bir belge vererek okuma hakkını elinden almak, cinayet değil de nedir?

Böyle bir uygulama bir çocuğa, bir gence yapılacak en büyük kötülük değil midir?

Hüseyin Erkan

                                                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------                 (*)  21’inci Köy Enstitüsü, Yücelve Tonguçgörevden ayrıldıktan sonra açılmıştır ama açılmaya hazırdı zaten o enstitü. 22’nci Köy Enstitüsünü açmaya kimsenin gücü yetmedi; bugüne kadar.Onca yıl bayram yapıp öve öve göklere çıkardığımız 27 Mayısçılar’ın da gücü yetmedi; 1960’lı yıllarda yeniden Başbakanlık koltuğuna oturttuğumuz İsmet Paşa’mızın da… Dahası, Köy Enstitüsümezunu Milli Eğitim Bakanlarınında…

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara