Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '13

 
Kategori
Anılar
 

Bir hava şehidinin 55 yıl sonra bulunan "anılar"ı - 5

Bir hava şehidinin 55 yıl sonra bulunan "anılar"ı - 5
 

Kaktüs Dergisi Ekim 2013


DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN DEVAMI

_______________________________________

HOSTES AYTEN ÖZYILDIZ AKLINI MI OYNATIYOR ?

‘’AYTEN, haydi bakalım, son bir ‘İmdat!’ narası daha at!’’ dedim. AYTEN avazı çıktığı kadar ‘’İmdat!’’ diye bağırdı. Derenin içinden ‘’Geliyoruz, korkmayın!’’ sesleri karşılık verdi. İşte bunu duyan AYTEN sevincinden ‘’Geliyorlar KAYA Ağabey, kurtulacağız!’’ diyerek dağdan aşağı bir kuş gibi uçarak, bizi bıraktı,(gitti). İşte o zaman çok korkmuştum. DAVİT Bey ‘’Yazık, bu kız aklını oynattı galiba. Saate bak! Kaç saat oldu…’’(dedi). Evet, 4 saat olmuştu, halen karlar içindeyiz…

KÖYE NASIL GÖTÜRÜLDÜK

Yetişen köylüler 15 kişi kadar varlardı.

Onlar da meraklarından, yanan tayyarenin etrafını dolaşıp yanıma geldiler. Beni arkalarına alıp öyle götüreceklerdi. Halbuki buna imkan yoktu. (Ben) ‘’ Bir sedye yapıp, ancak öyle götürebilirsiniz…’’ deyince üç beş kişi üzerlerindeki paltolarını çıkardılar ve altıma gererek, uçlarından tutup, köye daha kestirme giden bir yoldan götürdüler.

Kar, tipi, fırtına da kimsenin gözlerini açmasına imkan bırakmıyor… Bende de arada bir bayılma emareleri baş göstermişti. Tatlı tatlı uykular başlayınca (gözlerim kapanıyor), gözlerimi açtığım zaman (görüyorum ki) halen yoldayız. Kırık yerlerim oynadıkça avaz avaz bağırıyorum. ‘’Köye daha çok var mı?’’ (diye soruyorum,) ‘’Hayır işte geldik!’’ diyorlar…

Hakikaten köye girdik ki yol boyunca en küçüğünden en ihtiyarına kadar bir telaş… Bilhassa ihtiyar anneler beni o halde gördükçe durmadan ağlıyorlar… Evet ağlamaya da hakları var… Hem de öyle bir ağlanacak durumum var ki tarifi gayri kabil. Ne mutlu ki kendi milletimiz, kendi asil köylümüz…

Dar bir kapıdan içeri girerken adeta hamamın kapısından giriyoruz; yüzümüzü bunaltıcı sıcak yalayıp, kapıdan dışarı çıkıyor. Odanın içine yataklar sıralanmış…

Tevfik KAZANKAYA durmadan inliyor,’’Ölüyorum!’’ diyor. Hemen sordum… ‘’TEVFİK, korkma! Kendini çok sıcağa vermişsin, ondan. Darbenin tesiri geçer…’’ Sesimi duyan Tevfik KAZANKAYA yataktan fırlayarak ‘’KAYA’ cığım, sen sağ mısın?’’(diye bağırdı). ‘’Evet. Siz ayrıldıktan sonra Hüseyin ÇAĞLAYAN da öldü (dedim).’’ Bu anda o da bir hüzne girmiş(ti).

Tevfik KAZANKAYA, Bülent’ le köye gelir gelmez, evvela ‘’Telefon var mı?’’ diye soruyorlar. Köylüler de ‘’Yarım saat ileride nahiye var. Oraya da haber verelim.’’ diyorlar. Hemen köyden nahiyeye (BEYÇAYIR) haberci gidiyor. Nahiye müdürüne haber verilince müdür Çanakkale Vilayeti’ ne ve Biga Kaymakamı’ na vaziyeti bildiriyor, (kaymakam,) nahiyesinin de ebesini alarak imdadımıza geliyor.

Odada temiz kıyafetli bir bey ve bayan, köylülere durmadan talimat veriyor. Bu vaziyet dikkatimi çekti. Acil acımı unutarak sordum, bey nahiye müdürü, bayan da nahiye ebesiymiş.

Bayan ebe, elinde iğne, tentürdiyot şişesi, gözyaşlarını tutamadan ilkyardımı yapmaya çalışıyor,’’Benim de ağabeyim tayyarecidir!’’ diyerek teselli ediyor. Sordum, kimmiş bu tayyareci ağabey? ‘’Başgedikli Mehmet AŞKIN isminde birisi…’’ deyince hemen anladım. Bu bizim devrenin pilotlarından Bigalı Mehmet AŞKIN… Sonradan kendi isteğiyle uçuştan ayrılmıştı.

Bütün köy halkı, nahiye müdürü, nahiye ebesi telaş içinde ne yapacaklarını, nasıl yardım edeceklerini (şaşırmışlar), ellerinden gelen hiçbir yardımlarını esirgemiyorlar…

Odanın içerisinde, duvarda iki tane raf var; birisinde karpuzları, diğerinde de kavunları sıralamışlar. Ortada bir soba, birbirimizi görecek kadar ışık veren bir de gaz lambası var.

Tevfik KAZANKAYA ile köye gelen yolcu BÜLENT odada yok… Odadakilere sordum; ’’Yolcumuz nerede?’’. ‘’Merak etmeyin, başka bir odada yatıyor. Hatta bu yolcuyu da onun yanına alalım.’’ dediler. Fakat yolcu DAVİT Bey itiraz etti, beni kast ederek ‘’Ben kaptanın yanından ayrılamam. Hep beraber, bir arada kalırız.’’ dedi ve yanımızda kaldı. Hostes AYTEN ÖZYILDIZ’ ı bayanlar tarafına aldılar. Benim de acılardan tahammül(üm) tükenmiş, ebe hanımın yaptığı iğneler tesirini kaybetmiş, ağzım tamamıyla kurumuştu. ‘’Ne olursunuz bir yudum su verin!’’ dedimse de buna razı olmadılar, ‘’Yaralı adam su içmez!’’ dediler. Asıl ev sahibi yerinden fırladı, raftan bir karpuz indirdi, kesti, dilimi bana uzattı, karpuzun dilimini ağzıma alınca, sıcaktan buruşmuş, acılığından başka bir tadı kalmamış karpuzu geri verdim. Ev sahibi de tadına baktıktan sonra yerdeki karpuzu aldığı gibi kapıdan dışarı attı. Raftan, ikinci, üçüncü… derken, karpuzlar birer birer dışarı atılıyor… Nihayet bir tanesi oldukça iyi… Onu da karda soğutarak, sabaha kadar, ben ‘’Su!’’ dedikçe, (su) yerine bu karpuzun dilimini bana veriyor…

BAYGINLIĞIM VE KÖYLÜNÜN

BEN ÖLÜYORUM DİYEREK KUR’ AN OKUMASI

Gecenin her saniyesi bir saat kadar uzuyor… Arada bir gözlerim kapanıyor, kendimden geçiyorum… Gözlerimi açtığım zaman etrafımda köylüler çömelmiş, kimisi ağlıyor, kimisi deri derin düşünüyor… Sol tarafımda, başucuma oturan yaşlı bir adamcağız da Kur’ an okuyor. Gayri ihtiyari gülerek ’’Baba ölmedim ki. Niçin Kur’ an okuyorsun?’’ (diye sordum.), hemen cevap verdi; ‘’Oğlum, sana öyle gelmiştir. Kur’ an okumuyorum’’. Sonra kendim ısrar ettim; ‘’Baba, haydi sesli oku, ben de dinleyeyim.’’ dedim, peşinden ilave ettim; ‘’Bu köyün adı nedir?’’ ‘’Beyim burası DUMANLI KÖYÜ, düştüğünüz yer de DUMANLI TEPE’ dir.’’

İLK YARDIM, BİGA MEMLEKET HASTANESİ OPERATÖRÜNÜN

UNUTULMAZ GAYRETLERİ

Dışarıdan içeriye giren bir köylü ‘’Yolda ışıklar görünüyor. Herhalde otomobille gelenler var!’’ deyince içimden bir ürperme geldi. Demek ki kurtulacağız…

Odadakilere ‘’Beni soyun, hazırlayın. Gelen doktorsa hemen tedaviye başlar.’’ dedim. İki üç kişi beni soymaya uğraştılar fakat soyamadılar. ‘’Bir makas getirin, kesin!’’ dedim. Ne garipti ki Allah’ ın unuttuğu, insanların da uğramadığı bu fakir köyde makas değil, ancak bir koyun kırpmacı ile üstümü, başımı kırparak hazırladılar, gelen de doktordu…

Bu asil, vazifesine aşık doktor, tam manasıyla, her türlü malzemesini beraber getirmiş(ti), tedaviye başladı; kırıklarımı sarmak için tahta parçalarına ihtiyaç hasıl oldu, köyde tahta ne gezer… Zavallı mahzun, temiz kalpli ev sahibi, keserini aldığı gibi bir darbede odanın içindeki dolabın kapağını aşağı indirdi ve bu şekilde de lazım olan tahtaları temin etti. Bu doktor hepimize icap eden ilk tedavileri yaptıktan sonra oldukça rahatlamıştım. Saat tam 22 idi. Demek ki doktor gece saat 21 de köye gelmişti…

Biraz sonra bir kafile daha geldi. Gelenler Biga Kaymakamlığı’ na vekalet eden bir zat, C. Savcısı, J. Komutanı idiler. Kaza hakkında gerekli sorgularını yaptıktan sonra sıra bana gelmişti. Jandarma Komutanı’ na dedim ki ‘’Ölülerimiz dağ başında. Bu gece kurtlara yem olacaklar?’’. İlk cevabı ‘’Hayır. Nasıl yapalım?’’ oldu. ‘’Köylülerin yardımıyla ölüleri getirin, yahut kaza yerinde tedbir alın!’’ deyince savcı da ‘’Ölüleri getiremeyiz amma tedbir alırız.’’ dedi. 

Hazır olan birkaç jandarma ve birkaç köylü sabaha kadar kara, fırtınaya ehemmiyet vermeden dağın başında ölülerimizi beklediler.

Bir ara tekrar dalmış veya uyumuşum. Gözlerimi açtığım zaman (gördüm ki) fedakar doktor iğnelerini kaynatıyor ve adeta nöbet bekliyor. ‘’Doktorcuğum, saat kaç?’’ dedim, saatine baktı ‘’Biri geçiyor.’’ dedi.

SAYIN ÇANAKKALE VALİSİ

YANINDAKİ ZEVATLA KÖYDE

Gecenin saat ikisi… Biraz sonra içeriye birkaç kişi girdi. Bunlar da telefon haberini alınca imdadımıza koşanlardı; birisi Sayın Çanakkale Valisi (İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL), bir operatör ve tekrar bir doktor vardı. Evvelce gelen doktorun bize her türlü yardımı yaptığını gören Vali Bey ve yanındakiler geceyi köyde geçirmek üzere evlere dağıldılar.

Sayın Vali Bey çok ta tedbirli gelmişlerdi. Hatırladığıma göre üç jip ve bir de pikap arabası vardı ki ertesi gün bu arabalarla naklimiz kolaylaşmıştı.

Şafak sökmeye başlamış, gaz lambası söndürülmüş, ufak pencereden içeriye sızan ışık odayı aydınlatmıştı. Bu arada bir haber geldi; Hava Yolları Umum Müdürü, gece kaza yerine Biga’ dan hareket etmiş, Sayın Vali Bey ve arkadaşları da odada toplanmış… Vali Bey doktora ‘’Bir an için, 8.30 (dan) evvel hareket etmeyelim.’’ (diyor.)

Evet, bekliyoruz…

Kapıdan Umum Müdür Sayın Rıza ÇERÇEL, beraberindekilerle odadan içeri girdiler, kazazedelere ‘’Geçmiş olsun!’’ dedikten sonra gözlerini benden ayıramadılar. Zira kırıklarımdan başka yüzümün görünür yerlerinde altı tane yaram vardı. Kan sağ gözümün içine dolmuş, yüzüm şişmiş, profilimi tamamıyla kaybetmişti. Sayın Müdür Bey tahammül edemeyerek benden sordular; ‘’Evladım, gözün görüyor mu?’’ ‘’Evet görüyor. Gözümde bir şey yok. Hem ben kendimi çok iyi hissediyorum (dedim).

DUMANLI KÖYÜ’ NDEN BİGA’ YA NASIL GELDİK

Beni sedyeye koydular, battaniyelerle iyice sardılar ve pikabın arkasına sedye ile koydular, sağıma soluma da ikişer kişi oturttular. Diğer yaralılarla kaza yerine gelenler de öbür jiplere binerek köyden hareket ettik.

Yollar tamamıyla bozuk, kar, çamur… Amansız bir gün, göz gözü görmüyor… Civar köylerden kazayı duyanlar yollara dökülmüşler, kimisinin elinde kazma, kimisinin kürek, bozuk yerleri yapmaya çalışıyorlar. Öyle yerlerden geçiyoruz ki, arabalardan iniyoruz. Bizleri geçiriyorlar, arkadan da arabalar geçiyor, tekrar arabalara bindiriyorlar, öylelikle yol almaya çalışıyoruz.

En ağır yaralı benim.Amma diğer zevat da beni bir an evvel bir hastaneye yetiştirmek istiyorlar. Arada bir bağırıyorum… Yavaş yavaş ölüyorum… Araba sarsıldıkça kemiklerim birbirine giriyor. Sayın Umum Müdür’ ümüz beni soruyor ‘’Nasılsın?’’… Köylüye cevap veriyor… Şoförlere ‘’Aman yavaş olun!’’ (diyor). Bütün varlığı ile beni incitmeden, ıstırap verdirmeden Biga’ ya yetiştirmeye çalışıyor…

6.30 saatte Biga’ ya varıyoruz…

BİGA MEMLEKET HASTANESİNDE BİR GECE

Doğruca kafile (olarak) memleket hastanesinin önünde duruyoruz, bizleri sedyeyle hastaneye nakil ediyorlar.

Bütün Biga halkı bizimle; herkeste bir üzüntü, odalar dolup dolup boşalıyor...Gazete muhabirleri de buraya kadar gelmişler; kaza hakkında edinecekleri bilgileri gazetelerine bildirmek istiyorlar, sorulan sorulara takatimizin yettiği kadar cevap veriyoruz.

ANKARA’ DA BIRAKTIĞIM AİLEME

VE ÜÇ YAVRUMA YILDIRIM TEL

Evet, herkes gibi ailem de radyodan kazayı muhakkak ki duymuştur. Evimde belki de bu anda ölüm havası esiyordur. İşte, ne yapıp yapıp bir tel çekmeliy(d)im.

Yanıma yine fedakar doktorum yetişiyor; ‘’Nasılsın? Bir şey istiyor musun?’’ (diye soruyor)… ‘’Aman doktorcuğum, evime bir yıldırım tel çekelim!’’. Hemen kağıdı, kalemi eline alıyor, benden adres soruyor ve yazıyor; ‘’Kaza neticesinde sağ ayağım kırıldı. Sıhhatim iyidir.’’

Burada da doktorum alicenaplığını göstermişti. Kolumdan, kulağımdan ve diğer yaralarımdan da bahsetmedi, ‘’Üzülmesinler canım, bu kadar kafi!’’ dedi.

BİGA’ DAN BANDIRMA’ YA HAREKET   

Geceyi Biga’ da geçirdikten sonra erkenden Sayın Umum Müdür direktifleriyle başka bir otobüs temin edildi. Diğer vesaitler Biga’ da bırakıldı, tamir edilen otobüsün üç dört koltuğunu söküp çıkardılar, beni sedye ile içeriye yerleştirdiler. Başımızda da Sayın Müdür olmak üzere, yardımımıza gelenlerle BİGA’ dan BANDIRMA’ ya hareket ettik.

Köylüler yollara dökülmüşler, izzet, ikram etmek istiyorlar.Bir iki yerde bana çay, portakal verdiler. Bilhassa GÖNENLİLER adeta yolumuzu kestiler. ‘’Ne yapmak icap ediyorsa yapalım. Yaralılar bu vaziyette gidemezler. Gelin, kalın!’’ dediler. Sayın Müdür’ ümüz bunlara da teşekkür ettikten sonra yolumuza devam ettik ve BANDIRMA’ ya 3.5 saatte vardık.

BANDIRMADAKİ MAHŞERİ KALABALIK,

ARABADAN TAYYAREYE NAKİL

Arabadan indirirlerken yabancı gelmeyen birçok sesler işitiyorum ve bir kaynaşma oluyor…

Kazayı işiten 6. Hava Üssü’ ndeki arkadaşlar sedye ile beni aldıkları gibi tayyareye yerleştirdilerve etrafıma toplanıp hatırımı soruyorlar, metanetli olmamı, hiçbir zaman ümitsiz olmamamı tavsiye ediyorlar, alnımdan öperek yanımdan ayrılıyorlar…

Yeşilköy’ e gidecekler tayyareye yerleştiler, motorlarımız çalıştırıldı ve havalanıyoruz…

Sayın Müdür’ ümüz yanıma gelerek ‘’Ankara’ ya mı, İstanbul’ a mı gitmek istiyorsun?’’(dedi), ‘’Efendim, Ankara’ ya gidersem daha iyi olur. Hem çoluk çocuğum orada, hem de zat-ı aliniz oradasınız’’ dedim. ‘’ Peki!’’ dediler ve ‘’Ankara’ dan telsizle rasat alın çocuklar!’’ diyerek bir vazifeli tayyare ekibine emir verdiler. Biraz sonra telsizci arkadaş Ankara’ nın rasatını almış, baş ucumda oturan Umum Müdüre verdi. Bana dönerek ’’Evladım, Ankara’ nın hava vaziyeti iyi değil. Yeşilköy’ e gidelim.’’(dedi.) Elindeki rasat raporunu telsizciye vererek ‘’Pilota söyle, Yeşilköy’ e gidiyoruz!’’ …

Ve emri alan pilot arkadaş bizi Yeşilköy’ e götürdü. Burası da ana baba günü, iğne atsan yere düşmez; idare personeli, yolcular, gazeteciler… Meydan tıklım tıklım…

Tayyarenin motorları durur durmaz tayyarenin kapısına cankurtaran arabasını yanaştırdılar ve olduğu gibi içine bizi yerleştirerek doğruca Guraba hastanesine götürdüler. Nöbetçi doktorlar ilk yapılan tedavi  sargılarını açtılar, tedaviyi tekrarladılar, iki gün sonra da Ord. Prof. M. Kemal ATAY’ ın direktifleriyle Baş Asistan Fikret KARACA ve asistan Hasan CANAN’ ın yardımlarıyla alçıya koydular.

37 gün alçıda kaldıktan sonra alçıdan çıkardılar. 23 gün de alçıdan sonra yapılan masajlarla salah bularak hastaneden taburcu oldum.

Yine Umum Müdür yardımları ile, yanımda bulunan ailemle beraber, tayyare ile Ankara’ ya gelerek hasretini çektiğim yavrularıma, yuvama kavuştum. O günden beri de Ankara Tıp Fakültesi’ nde ayak tedavisi görerek bu günkü duruma geldim.

Altı aydan beri durmadan, yılmadan hiçbir yardımlarını esirgemeyen eski Umum Müdür Sayın ÇERÇEL’ E ve Umum Müdür Muavini Haluk Bey’ e, İşletme Müdürü’ ne, bütün idare arkadaşlarıma, ayrıyeten beni mektupla, telle, hastaneye kadar zahmet ederek gelen dostlarıma, benimle ilgilenen doktorlarıma teşekkürler ederken, sayın okuyucularıma da bir feci kaza hakkında tenvir edebildimse kendimi bahtiyar addederim.  

ZÜLFİKAR KAYA’ NIN HATIRASIDIR. ÖYLE ZANNEDERİM Kİ GÜZEL BİR KALEMDİ. ÇOK İYİ YAZIYOR DEĞİL Mİ?

* * *

DEVAMI 6. BÖLÜMDE 

 
Toplam blog
: 237
: 361
Kayıt tarihi
: 22.11.06
 
 

1949 Antalya doğumlu, ANSAN üyesi Orman Yüksek Mühendisi, ressam ve öykü yazarıyım. KAKTÜS MEDYA ..