Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '09

 
Kategori
Heykel / Seramik
 

Bir heykel yapmaktır yaşam

Bir heykel yapmaktır yaşam
 

Cüneyt Çağlıcan'ın anısına


Dün Antalya Muratpaşa Belediyesi Heykel Atölyesi Öğretmeni, Heykeltıraş Cüneyt Çağlıcan’nı kaybettik demiyorum, toprağa verdik. Çünkü toprak onun sanatının özü, yoğurduğu, şekillendirdiği, form verdiği hayatın avuçlarında tuttuğu uzantı.

Bir heykeltıraşın hayata bakışı diğer insanlardan farklıdır, o görüşün zafiyetlerini, perspektif bozukluklarını aşmış, görme kusurlarını düzeltmiş, bizi ikiliğin tuzaklarıyla ilizyonda bırakan dünyanın, gerçeği ile yanılsamanın farkına varmış bir göz ve bilinçtir. Zira dış dünyada düzelttiğimiz her kusur iç dünyamızada yansıyarak iç gelişimimizi sağlar. Sevgili Cüneyt Çağlıcan yaşamın örnek bir insanıydı, hayata, zorluklara, mücadeleye, duruşuyla, dimdik, taviz vermeden eğilip, bükülmeden, hep doğruyu, destekleyen. .

Eğitiminde, hem inşaat mühendisliğini bitirmiş hemde heykeltıraştı. Muratpaşa Belediyesinin Heykel Atölyesinde, asgari ücretle, yaşamda ayakta kalmaya çalışıyordu. On yılıdan fazla olabilir, bir açık kalp ameliyatı geçirdiğini biliyoruz. Son zamanlarda, bir sürücü kursuna geceleri gittiği derslerinin son seferinde, yürüyerek gittiği uzun yolda, birazda ''geç kaldığının yaptığı stresle yerine ulaşıyor, fakat arkadaşları durumuna endişe ediyor, hastaneye gitmesini öneriyorlar, ''gerek yok'' diyor ama çok geçmeden Akdeniz Üniversitesi Hastanesine kaldırılıyor, ve yeni yıla bu dünyada girmeyi istemiyerek yaşama veda ediyor.

Çünkü onun doğayı, hayvanları, çocukları seven bypass lı yüreği, dünyanın içinden geçmekte olduğu kabus tüneli karanlığa bu kadar dayandı. Elli iki yıla pek çok eserler, çabalar sığdırarak, bu dünyadan geldi, geçti, GEÇTİ diyorum, çünkü pek çok insan dünyaya gelir, gider,

Bu resmi geçitte gelmek ve gitmenin dışında, kimileri dünyadan GEÇEREK giderler ve onların bu dünyadan geçtiklerini , bıraktıkları izlerden anlarız. Cüneyt Çağlıcan iz bırakarak gidenlerden. Ardında meydanlara yaptğı dev boyutlu heykeller, insanın, insanca, yaşaması gerektiğine dair çabaları ve çamurun büyüsüne bulaştırdığı pek çok öğrenci.

Bir heykelin yapılıp ortaya çıkmasını, bir insanın yaşam serüveni ile örtüştürebiliriz.

Eğer yaptığımız işi derin düşünerek yaparsak.Ben pek çok yapanın hiçte farkında olmadığı, heykelin yolculuğunu, farkına vardığım bir takım duygulanımlarımı sizinle paylaşacağım.

Derin bidonlarda suyla buluşan toprak, ellerinizle iyice karıştırılır, mevsim kışsa epey bir eziyettir bu yoğurma işlemi. Sonra parçalayarak çalışabileceğiniz kadar alır çalışma masanız döner bir sehpaya yerleştirirsiniz. Vurarak, keserek, döverek şekillendirmeye başlarsınız. Günlece süren çalışmadan sonra şekil olarak diyelim bir büst halini alır. Bu çok ağır, kaldırmakta zorlandığınız, pek çok atılması gereken fazlalığı olan bir durumdadır. Bunu insanın dünyada ki; ye iç, tuvalete git, üre bilinç haline denk düşünebiliriz. Duygu zekası gelişmemiş, sadece kendini idrak eden bir varlık. İkinci işlemde, küçük metal plakalarla, heykel, ön ve arka yüz olmak üzere iki simetri parçaya bölüneceği düşünülerek, metaller batırılır. Ayrı bir kapta suyla kıvamı ayarlanan alçı ile heykelin tüm dış yüzü kaplanır, beklemelerle kaplama tekrarlanır, kalın olması için. Burda ki işlemde maskelenen kendi gerçeğini örten insanı düşünebiliriz. Yeterince donma işlemi tamamlanmış, formu bu kez lifli kendir parçalarıyla kalınlaşmış alçıyla tekrar kaplarız Ve uzun bir beklemeye alırız. Süre tamamlandıktan sonra, tek kişiyle kaldıramayacağınız ağırlıktaki formu alıp, metallerin işaretlediği, ayırdığı çizgiden ince darbelerle açmaya çalışırız, Nihayet form ikiye ayrılır. Bu bana bölünmüş bir insanın, bölünmüş dünyasını düşündürür. İnsanın özgürlüğe kavuşmasında bunu farketmek; uyanışa geçmesinin ilk adımıdır. Bölünen formun içinden ilk çalıştğımız çamur form çıkar, Form bu çamurdan temizlenmek zorundadır. Aynı sazlıktan alınan kamışın Ney olup ses çıkarabilmesi için, nasıl içi boşaltılıyorsa, formda içindeki çamur dan kurtulması gerekir. Bu da ikiye bölünmüşlüğünü fark eden , uyanan insanın, uyanıştan sonra içindeki tüm gereksizlerden kurtulması, arınması, halidir. Yani beşer insanın tüm feşer yönlerinin temizlenmesi. Tabi bu işlemde çamur hiç kalmamalı, form iyice suyun altında yıkanmalıdır. Hava soğuktur. su soğuktur, eliniz, ayağınız üşür, bu çalışmanın bitiminde evde, sıcak soba, sıcak çay bile sizi ısıtamaz. Eh bu da kendiyle buluşan insanın egolara verdiği savaş. Sevgili MB yazarı arkadaşım Ersin Kaboğlu’nun dediği gibi, ’’Mars’a gitmek benliğimizi bulmaktan kolaymış’’. Çamurdan arınan forma artık ilk çalışmamızın kalıbı çıkmıştır. Şimdi sıra kalıbın kaplı olduğu kalın, kendirli alçıyla kaplanan tabakanın temizlenmesine gelmiştir. Büyük bir itina ile dikkatli darbelerle işlem yapılmaya çalışılır, zira kontrolsüz vuruş formun burnunu, ağzını kırabilr. İşin en zevkli yanıdır, her vuruş ve çabayla içinden çıkmaya çalışan form, yeni dünyaya gelmeye çalışan bir canlıya benzeyebilir. Evet form ortaya çıkar arka ve ön olmak üzere, şimdi sıra bu iki parçayı birleştirmede dir. Burda insanı evrenin, insanın tüm yaratılmışlığın birliğine varış haline geçişi gibi düşünebiliriz. Parçaların, buluşması, birleşmesi, bu da çok zevklidir. Form yapıştı parçalar buluştu, işlemler zevk veriyor çünkü bilinç giren yerdeki ışık sizi mutlu ediyor.

Şimdi artık son işlemler, zımpara, rotüşler, temizlenme ve bitiş. İşte bir heykelin yolculuğunu paylaştık. Sevgili Cüneyt Çağlıcan sanırım mutlu olmuştur. Şimdi toprak senin son kalıbını alırken, sonsuzlukta bekleyen standına çekileceksin, Heyecanla bekleyen göz izleri sonsuzlaştıracak seni. Şimdi biten bir heykelimin ardından çıkan şiirimi sevgili Cüneyt Çağlıcan’a en ışıklı duygularla adıyorum. İz bırakarak bu dünyadan GEÇEN GÜZEL İNSAN yolun ışık olsun.

Bir çift el,

Sevgiyi bedenledi

Bir portakal fidanıyla toprağa,

Her gün sevgiyle suladı,

Su sevgiyi taşıdı dallara,

Çiçek oldu.

Bir çift el sevgiyi bedenledi,

Bir taşa yontuyla,

Bir çift yüz heykel oldu.

Portakal ağacının dibine kondu.

Portakal çiçeği hergün,

Sevginin öyküsünü anlatırken

Heykele,

Portakala dönüştü,

Dinlerken onu heykel,

Yanağına bir damla,

Göz yaşı düştü,

Teşekkür etti,

Bir portakal ağacının dibinde,

Heykel olduğuna,

Bir duvarda taş olsaydı eğer,

Duyabilir miydi,

Sevginin öyküsünü?,

Ve dinlerken öyküyü,

Heykelin nasıl insana,

Dönüştüğünü hissedebilir miydi?…..

2/Ocak/2009 Antalya.

Şerife Karaçayır Mutlu

 
Toplam blog
: 137
: 586
Kayıt tarihi
: 05.02.08
 
 

Evrenin dilini çözmeye çalışan; sevenlerin diyarından, yeryüzüne sevgi elçisi olarak gelen, dünya ay..