- Kategori
- Edebiyat
Bir kitap yazmak, bir telefon etmez mi?
Nevzad Sudi, 1940’lı yıllarda edebiyatçıların, aydınların bir araya geldikleri Küllük Kahvesi’ndedir… Buradaki anılarını da aktardığı “Küllük Anıları” adlı kitabında, “Her şeyin bir yolu, yöntemi vardır” der: “Daha doğrusu yol, yöntem bilmelidir. Bilmeyenlerin sonu ya rezillik ya da sefilliktir. İkisi de bir anlamda özdeş sayılır ama yine de ‘sefillik’ rezilliğe yeğ tutulur sanırım. Sefil, bir ölçüde onurunu korur diyelim; rezil ise kesinlikle boş verir onura.”
Nevzad Sudi’nin Salâh Birsel’le tanışması da bu Küllük Kahvesi’nde olur... “Seyrelmiş saçlı, tombalak sarkıkça yanaklı, şaşakalmış eğikçe dudaklı, dolgun gerdanlı, boynu yeğnikçe öne eğik, sırtı etli olmasına karşın dik bedenli” biridir Birsel. Felsefe öğrencisidir, kendi deyişiyle henüz “palazlanmıştır”.
Sudi’ye göre en çok denemeleriyle tanınan Salâh Birsel’in, bildiği, uyguladığı yol–yöntem kendine özgüdür...
Nevzad Sudi, “Gören ne der?” korkusuna dayalı denetimli, yapay incelik gösterisinin dört dörtlük uygulamasına ilişkin ilk dersi Sâlah Birsel’den aldığını belirtir ve ekler: “Görgü kitapları yazmamda, Salâh’ın bilinçaltıma işlemiş üzücü bir davranışının etkisi olmalı diye düşünürüm kimi kez. Az değil, kimi ikinci baskı yapmış Nâzım Sılanoğlu, N. Satuk, Nevzat Sudioğlu takma adlarıyla, sonra öz adımla yazdığım beş görgü kitabı... Salâh’a bir gönül borcum mu olmalı bu durumda?”
Nevzad Sudi, Salâh Birsel’le baş başa oldukları, özellikle Beyoğlu İstiklâl caddesinde bir aşağı bir yukarı dolaştıkları günlerde tutkularına, sevilerine, kişisel sorunlarına varıncaya dek her konuda içten gizdökümleri olduğunu söyler... “Yüz yüzeyken alkış tuttuğu, “dostum” dediği ozanların, yazarların karmaç benzeri diliyle suyunu çıkarırdı.”
Salâh Birsel, şair–yazar arkadaşlarıyla yazıştığı mektuplarını “Geceyarısı Mektupları” adlı kitabında toplamıştır. Bu kitabındaki bir mektubunu: “Diyeceğim, bir yerden ayrılmadan o yerin değeri anlaşılmıyor. Ben 16 yıl gelip Ankara’ya çakılmasaydım belki Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’nu yazmazdım.
Hoşça kal. Telefon çalıyor” diyerek sonlandırır…
“Salâh Bey Tarihi” beş kitaptan oluşur. “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” kitabından sonraki üçüncü kitap olan “Boğaziçi Şıngır Mıngır”ın da yayımlanması ilginçtir…
Birsel, tekrar İstanbul’a yerleşip, Enis Batur’a 19 Mayıs 1979’da yazdığı mektupta, kitabından alacağı parayı “telefona” yatıracağını belirtir:
“Sevgili Enis Batur,
Mektubum ay başından önce eline geçsin diye hemen makineye sarıldım.
Evet Kadro geldi. Sana da, Şiir Erkök’e de bin teşekkür. Tercüme Bürosu (adı Çeviri Kurulu da olabilirdi) başına getirilişine çok memnun oldum. Oraya senden başkası pek yakışmazdı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu seçimine bin aferinbad.
Ama kurul dediğin kimler? Kim oldukları önemli değil de, onlarla anlaşabilecek misin, iş onda. Ben Türk Dili’ni çıkarırken, yazı kurulundan o kadar çok çektim ki, şimdi kurul lâfını işittikçe tüylerim diken diken oluyor. İnsan bu kurullarla yapacağını bile yapamıyor.
Şıngır Mıngır’ı İş Bankası basacak. Aldığım parayı da, burada bir telefon almak yolunda harcayacağım. Üstelik üstüne de 20 bin pap ekleyerek. Çünkü P.T.T. tercihli telefonlara 60 bin lira alıyor. Ben tercihli için Ankara’dan buyruk getirttiğim halde beş aydır sıra bekliyorum. Daha doğrusu beş aydır atlatılıyorum. Yani 60 bin lira almak için bile atlatıyorlar insanı. Bu arada işlerini daha ucuza yaptıranlar var mı yok mu bilmiyorum? Ama altmış bini kim verir? Herkes bir kulpunu buluyor.”
O zamanlar ne yazık ki, bir kitap bir telefon etmemektedir! İşin acısı, şimdi eder mi, onu da bilmiyorum!
Salâh Birsel, “Kuzuname” adındaki şiirinde bakın ne der:
Telefonlar çalacak
Bu bir korkunun damıtılmasıdır
Ağır adlı bir lunaparkta
Ey kesikbaş çıkar hançerini
Bu bir kuzunun damıtılmasıdır
Belki hepimizin, her konuda ders almamız, damıtılmamız gerekiyor…