- Kategori
- Kitap
Bir küçük Kitap bir büyük ders Dullar Kampı

Hangi kapağın altında ne var, okumadan bilemezsiniz.
Birlikte çalıştığım, büyük saygı duyduğum insan, heykeltıraş, ressam büyüğüm son Kırgız Han’ı Rahmankul Han’ın oğlu Ekber Bey bana bir kitap tavsiye etti.
Adını henüz bilmediğim Meral Maruf adlı yazarın Dullar Kampı adlı kitabını okumamı istedi. Kitap Ekber Beyin ailesi ve halkı ile birlikte Afganistan’ın Pamir yaylalarından Pakistan’a oradan da Türkiye’ye yaptıkları göçle birlikte sayısız göçün yaşanmasına neden olan Rus işgalinin gerçekleştiği dönemde, kimsesiz kadınlarla onların çocuklarının sınırlı yardımlarla yarı aç yarı tok barındığı Pakistan’da Nasırbağ bölgesindeki Dullar Kampında yaşayanlarla onların yaşadıklarını konu ediniyor.
Çarlık ve Komünizm dönemlerinde Orta Asya’da sayısız işgal, göç ve acı yaşattıktan sonra Ruslar yakın zamanda da Afganistan’ı işgal ederek büyük katliamlara, yıkımlara, acılara sebebiyet vermiş, günümüze kadar sürekli değişim geçirerek gelen savaşın baş sorumlusu olmuşlardır.
Sonraki zamanlarda Çeçenistan’da ve Kırım’da yaptıklarına da bizim kuşak canlı tanıklık etmiştir.
Bu savaşlarla bir taraftan sömürgeci düşlerini gerçekleştirmeye, dünyadaki güçler savaşının bir parçası olmaya yönelen devletlerden sadece biri olan Rusya, Afganistan’ı işgal ederek uzun süre bu ülkenin yerleşik yoksul halkını da her anlamda derdest edip türlü acıların kucağına atmıştır.
Savaş esnasında yaşanan sayısız acı olay karanlık kapılar ardında, muhalefetin giremediği ortamlarda gerçekleşmiş olduğu için gün yüzüne çıkmamış, çıkamamıştır. Ortaya çıkanlar da duyarlılıkları ve fedakârlıkları minnetle anılacak kimseler sayesinde olmuştur.
Meral Maruf bu müstesna insanlardan biridir.
İlk ve orta öğrenimini ülkemizde yapmış bulunan ve halkının yaşadığı acıları dış dünyaya duyurmak isteyen Afganlı yazar Meral Maruf o dönemin acılarının en belirgin yaşandığı yerlerden birine, “Dullar Kampı”na giderek oradaki insan hikâyelerini yazıya dökmüştür.
Kitabın arka kapağında içeriği şu cümlelerle ifade edilir.
“Bu eserinde Meral Maruf, kocaları Afganistan’ın kurtuluşu uğrunda şehit olduktan sonra Pakistan’a sığınan ve orada “Dullar Kampı”nda barındırılan Afganlı kadınlarla onların yetimlerinin gerçek hayat hikâyelerini, iman ve ümit dolu mücadelelerini anlatıyor.”
*
Kitap birbirinden acıklı sayısız gerçek öykü ile onların kahramanlarının zorluklarla dolu yaşamları konu ediliyor. Bizim gibi, gerçek ve ciddi savaş görmemiş bir kuşağın kolaylıkla anlayamayacağı insan, olay ve çevre tasvirleri içeren kitap aslında düşünen herkesin çeşitli dersler çıkarabileceği içeriğiyle uyarıcı bir özellik de taşıyor.
Dullar Kampı’ndaki kadın kahramanlardan biri böyle bir dersi kitabın 63. ve 64. sayfalarında şöyle dile getiriyor;
“Takdir bu, Allah bunu yazmıştı kadere, Elhamdülillah inanıyoruz. Fakat neden neden bunlar başımıza geldi? Hep düşünüyorum, her halde büyük bir günah işledik, değil mi ana?
Bizim orada muhacir olan Kazaklar, Tacikler, Özbekler gelirdi. Bir düğün olduğunda onların bir köşede toplu halde kederli kederli oturduklarını görürdük. O zaman küçüktüm. Hep onlara bakardım, giyimlerine, oturuşlarına, konuşmalarına, hiç gülmeyen yüzlerine… Neden derdim, neden bu kadar kederliler?.. Niçin Hiç gülmüyorlar? Bazılarını köylerini, ülkelerini anlatırlardı annelerimize, teyzelerimize. O zaman ben de dinlerdim. “Peki, madem bu kadar güzel ülkeleri vardı, niçin geldiler buraya?” diye kendi kendime sorardım. Oysa anlatmalıydılar bize, işte ibret alın diye göstermeliydiler bize değil mi? Biz günahkârız, ancak günahlarımızın acısını çekiyoruz!Evet ana, evet, bana inan… diyor ve ağlıyordu.”
Bana göre, Meral Maruf’un “Dullar Kampı”nda yaşadığı bu sahne dünyada savaşlara sahne olmuş ya da olması muhtemel her ülkenin her bir ferdi tarafından ibretle ve dikkatle okunup anlaşılmalı.
Dünyadaki sömürgeci emperyalist güçlerin, acımasız diktatörlerin kurdukları çelik ağların hedef ülkelerdeki mazlum halkların huzuru bir yana yaşama haklarını dahi tehdit ettiği görülmeli, bilinmeli.
Yaşanan ve yaşanması olası savaşların şehirlere ve insanlara hatta doğaya ve çevreye verdiği zararlar bütün ayrıntılarıyla anlaşılıp tekrar tekrar düşünülmeli, konuşulmalı.
Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen emperyalist ülkelerin yetkililerinin, silah tüccarlarının birbirlerini öldüren yoksul halkların kanı üzerinden zenginleştikleri her türlü sömürü çarkını kullanarak canavarlaştıkları fark edilmeli ve dünyanın her yerinde insan vicdanı temelinde oluşturulmuş ve oluşturulacak olan sivil toplum kuruluşları ile bu yıkıcı canavarın üzerine gidilmeli.
Kısa bir süre önce izlediğim bir televizyon belgeselinde zor günleri anlatan Bosnalı bir savaş mağduru “ o esnada para da işe yaramıyor. Çok varlıklı bir tanıdığımın savaş esnasında küçük çocuğunu doyuramadığı için büyük acılar çektiğine tanık oldum” diyordu.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını çıkaran, dünyanın her yerinden milyonlarca canın telef olmasına neden olan beylerin büyük bir kısmı bu savaşlardan kişisel olarak zarar görmediler. Zararın büyüğü halktan insanların omuzlarında kaldı. Şu anda kan ve gözyaşına neden olan olayları başlatıp sürdürenler de kişisel yaşamlarında konforlarından bir şey kaybetmiş değiller.
Lenin gibi, Hitler, Mussolini, Churchill, Putin gibi zalimlerin yaktıkları yangınlar nedense hep dini, dili, yaşı ne olursa olsun suçu, günahı olmayan insanları yaktı.
Ekber Bey’in mensubu olduğu Pamir Kırgızları, zamanında yaşamak için göç etmek zorunda kaldıkları Mao Komünizminin güç kazandığı bölgeden kaçarak daha önce terk etmek zorunda kaldıkları topraklara dönmüş oradan da Rus işgali esnasında Pakistan’a ve ülkemize gelirken işgalin, göçün ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmişlerdir. Onlar Rus işgalinin sonuçlarını yaşamış, izlemiş, işitmişlerdir. O bölgelerden ayrıldıktan sonra da çeşitli nedenlerle yaşananların takipçisi kalmışlardır.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı sürecinde çok sayıda farklı ülkeden bizim ülkemize göçle gelenler de; bizim ülkemizden göç etmek zorunda kalıp başka yerlere gidenler de bunların maliyetini çok iyi bilirler.
Söz buraya gelmişken Birinci Dünya Savaşı esnasında muhacir olmak zorunda kalan ve türlü acılar yaşayan Van halkının bu süreçte çektiklerini de Hikmet Ilgaz’ın “Şark Yıldızı” ya da yeni baskıda kullanılan adıyla “Esir Cami Müslümanları” adlı romanında büyük bir olasılıkla gerçek yaşantılara dayanarak anlattığını ifade etmek isterim.
Hiçbir ülke savaşa, işgale ve sömürüye maruz kalmasın istiyorsak karınca kararınca insanların bu anlamda bilinçlenmesine katkıda bulunmalıyız.
Mazlum Afganlı kadınların “Dullar Kampı’nda yaşadıklarını dünyanın başka ülkelerindeki insanlar yaşamasın diye el ele verip savaşlara, sömürülere, göçlere karşı durmalıyız.
Her ne kadar bu yazıda sınırlı sayıda dersten söz edilmiş olsa da; okuduklarımızdan, izlediklerimizden çok sayıda ders çıkarıp paylaşmalı; dünyayı bu anlamda koskoca bir okul kılmalıyız.
Dili, dini, ırkı, ten rengi ne olursa olsun, barışın, sevginin, hoşgörünün yanında olanların bir araya gelip güçlü bir topluluk oluşturması, zulme, haksızlığa, sömürüye, kan ve gözyaşına karşı direnmesi dileklerimle.
08.01.2016