Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '08

 
Kategori
Güncel
 

Bir millet ne ile yönetilmeyi hak ediyorsa onun ile yönetilir!

Bir millet ne ile yönetilmeyi hak ediyorsa onun ile yönetilir!
 

Evet, sevgili dostlar, bu çok doğru bir sözdür...

Ancak şu önemli ayrıntıyı da unutmamamız gerekir; o milletin o hale, kimler tarafından ve nasıl getirildiği çok önemlidir. Ve pek tabi ki öyle kalmayı hak edip etmediği de…

O nedenden, bence, milleti topyekûn suçlamak ve onu aşağılamak yerine, neden böyle davranıyor ona kafa yorup, milleti oluşturan insanları, onları yıllardır sömüren, sadece oy kazanı olarak ve kendisini de dünyanın akıllısı olarak gören insanlardan kurtarıp, o insanları aydınlıklara koşturmak gerekir.

Yani, işin özü bu sarmaldan bir an önce kurtulup, milleti tümden bitirmeye gidecek bu yaklaşım yerine, o milleti o hale sokan zihniyete karşı mücadele etmek için enerjimizi harcamamız gerekir.

Geçenlerde Gani Müjde’nin bir yazısında belirttiği bir ayrıntı aslında bu sarmalın bence en belirgin göstergesidir. Sayın Müjde, “Türban” gösterilerinde elinde tuttuğu pankartta “7, 4 de mi yetmedi” diye soran hanım kızımıza verdiği yanıt gerçekten çok manidardı. O hanım kızımıza özetle şöyle bir yaklaşım gösterdi: “Aynı ölçekte depremlerle karşılaşan ABD’de, Japonya’da ölen olmadığına göre, senin bu yaklaşımınla Yaratan ABD’lileri ve Japonları Müslüman olmadıkları halde daha çok seviyor. Onları, muhafazakâr Sakarya ve çevresinde olan depremde ölen 20 bin yurttaşımızın akıbetine uğratmadığı için”.

Bu sarmaldan çıkabilmemizin en önemli aracı, memleket ve toplum meselelerinde duygularımızın yerine, aklımızı kullanmayı becerebilmemizdir, diye düşünüyorum.

Zaten, bu sarmaldan çıkmayı becerdiğimiz anda, ülkenin gerçek gündemi ile meşgul olacağız ve bunun sonucunda, Yükseköğretim kurumlarının, eğitimin ve aydınlanmanın ana sorunlarının Türban’ından dolayı okuyamadığını söyleyen %1’lik kesimin sorunlarından çok daha farklı ve detaylı olduğunu görebileceğizdir.

Bence aklını kullandığını düşünebilen ve kendisine aydın diyen herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesi, olaya sadece bireysel özgürlükler olarak bakmak yerine, demokrasiyi ve özgürlükleri sadece devletten talep edilen haklar olarak gösterme sarmalından da bir an önce kurtulmaları gerekir.

Bizler sürekli olarak devletten ve devlet kurumlarından bir şeyler isterken, bir bireyin aile içi demokratik haklarından da bahsetmek, aile meclisi tarafından belirlenen ve çağdaş dünya düzeni ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın uyulması istenen kurallar arasında boğulmuşluğuna da uygar bir biçimde çareler bulmak zorundayız gibi geliyor bana. Bence ülkemizin kalkınmışlığının, ilericiliğinin ve aydınlık yarınlara koşmasının en önemli aracı da bu mücadele sonucunda ortaya çıkacaktır.

Demokrasiyi ve karşıdaki insana, insan olmasından kaynaklanan saygıyı aile içerisinde göstermeye başlamadan, siz bu ülkeye hangi yasaları, hangi kuralları, hangi doğruları getirirseniz getirin, toplumsal yaşantıdaki bu keşmekeşten kurtulmamızın imkânlarına kavuşmamız kolay olmayacaktır.

Yani, özetle doğrudur baş ağrımaktadır ancak baş ağrısına doğru teşhisler koymadan uygulanan tedavi yöntemleri ne yazık ki sonuç vermeyeceklerdir ve ülke, 1980’lerde yaptığı boş tartışmaları bugün de yaparak çağ atlama hayallerini bir başka döneme erteleyecektir.

Baş ağrısının sebepleri bellidir; aydınlanmayı hep kendimize göre algılamaya çalışmamız, toplumu muhafazakâr düşünce yapısında tutarak güya bireysel özgürlükleri alabileceğimize inanmamızdır. Amerika keşfedileli yıllar olmuştur, bir daha keşfetmek için yollara düşmenin anlamı yoktur. Kendi ülkemizin değerlerini koruyarak (bu arada Araplaşma sevdamızı da bir kenara bırakmak şartıyla), rotası belli Amerika’ya doğru yola çıkmak bence en doğru seçenektir.

Günümüzde yaşanan Dünya gerçekleri, bundan binlerce yıl önce yaşanan Dünya’dakinden çok farklıdır. O zamanlarda hayat şartları bu kadar ağır değildi ve aileler muhafazakâr yapılarıyla hayatlarını devam ettirebiliyorlardı. Ekonomik ihtiyaçlar bu kadar zorlukla karşılanmıyor, toplumsal ilişkiler bu kadar karmaşık bir yoldan geçerek hayatımızı etkilemiyorlardı. Ancak günümüzün küreselleşen dünyasında ise o zaman yaşanan aile yapılarıyla, örf, adet ve gelenekleriyle bir bireyin ayakta kalması, toplumda saygın yerlere yetenekleri ölçüsünde gelebilmesi ise imkânsızdır. “Bu düzen topluma yayılmadığı zaman ne olur?” diye soracak olursak eğer, hemen şunu söyleyebilirim; parası olan, unvanı olan, makamı olan insanlar kendilerine küçük derebeylikleri kurarak, kendi çapında düzenli ama toplumsal yaşayış için felaketlere yol açan bir yapının oluşmasına katkıda bulunurlar. Bu durumda da, hak eden hak ettiğini toplumsal bir düzen içerisinde alamaz.

Bireysel özgürlüklerin, orasından-burasından çekiştirilmeden bir ülkede hâkim olabilmesi ve fertlerin de bunları özümsemesi ancak ve de ancak bireyin sahip olduğu duygularının, ailesinden başlayarak alacağı akıl özgürleşmesiyle beslenmesi sonucu yaşanabilir.

Doğrudur bir millet hak ettiği yönetim şekliyle yönetilir ancak bu durum karşısında kendisine aydın diyen, akıl kullandığını iddia eden bilim insanlarının, yazarlarının, dünyayı tanıyan işadamlarının, “bu böyle gelmiş böyle gider” demesi ve aynı gemide olduklarını unutarak, demokrasi çığlıkları arasında, yanlış yöne gitmeleri de bence düpedüz intihardır.

Bu milleti küçümsemeden, ona doğruyu gösterme, gerçek anlamda aydınlanma çabası içerisinde olan herkesin önündeki engellerin bir an önce kalkması umuduyla…

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..