Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

Bir muris hesabı

Bir muris hesabı
 

Tapu müdürü Nazım Bey, masasında yığılı duran evraka bakıyordu. İşten asla kaçmayan, çalışmayı ibadet sayan bu adam, şu dakika itibarı ile, kaçacak delik arıyordu. Masasında kağıttan bir dağ oluşturan sayfalar, geceleri dahi kabuslarına giriyor, kan ter içinde uyandığında ise, sabaha kadar pencere kenarında bıyıklarını çekiştire çekiştire bu işin altından nasıl çıkacağını düşünüyordu.
 

Telefonu kaldırdı:
_Ayşe Hanım, Haşmet YILMAZ’ın veraset ilamı geldi mi?
_Geldi müdür bey, şimdi getiriyorum.
Beş dakika sonra memur elinde üç klasör olduğu hale kapıyı çaldı.
_Buyurun müdürüm, Haşmet YILMAZ’ ın veraset ilamı.
 

Müdür ince gözleriyle garip bir bitkinlik içinde dosyaları süzdü.
_Bu nasıl olur, bir tek adamdan bu kadar kağıt…Tövbe Allah’ım, öldü gitti, bizi bekliyor, sen günah yazma ama insan geride kalanları da az düşünecek…Kızım bu iş böyle olmayacak. Geç şöyle…
Memur kadın, müdür masasının karşısındaki sandalyeye oturur. Müdür sümenin altından bir müsvedde kağıt çıkartır. Kadına uzatır.
_Yaz kızım, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne….1902 doğumlu, baba adı Ahmet, anne adı nedamet, doğum yeri Sarımeşe, kütükte …..kayıtlı bulunan, 1980 de vefat eden Haşmet YILMAZ varisleri arasında çıkan hisse karmaşasına ..…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….İş bu sayılan nedenlerle, hisselerin hesaplanarak, müdürlüğümüze bildirilmesi hususunda görüş ve müsadelerinizi arz ederim. Yazdın mı?
_Yazdım efendim.
_Git temize çek ve hemen bugün gönder.
 

On yedi gün sonra…..
 

Kemal Bey, hesap makinesi kucağında olduğu halde koltuğunda uyumaktadır. Memur kapıyı çalıp içeri girer. Kadının içeri girdiğini gören müdür, toparlanma telaşından kucağındaki hesap makinesini gürültüyle yere düşürür.
_Kaç gündür rüyalar yüzünden uyuyamıyorum. Ne zaman gözümü kapasam Haşmet’in kızları ve oğulları ağızlarından salyalar akıtarak üzerime yürüyor. Allah, sen sabır ihsan et!
_İnanın biz de sizden farklı değiliz müdürüm. Bir havadis var mı, bahanesiyle odamıza gelip, saatlerce başımızda dikiliyorlar. Gün geçmiyor ki, biri elinde gazete kağıdının kenarına karalanmış uyduruk bir hisse hesabıyla gelmesin.
_Kızım ben sana söyleyeyim, sen de içerdekilere söyle. Eğer bu işi bir hafta içinde çözemezsek, bir daha memleketimizi ancak haritalarda, belgesellerde görürüz…
_Ha, konuşuğa dalıp unuttum müdürüm. Genel müdürlüğe yazdığımız yazının cevabı geldi.
_İnanmam, görülmüş iş değil. Bu kadar çabuk…
_Evet, işte buyurun.
 

Müdür sevinçten elleri titrer bir vaziyette zarfı açar. Satırlar ilerledikçe yüzündeki ifade korkunç bir hal alır. Hiddetinden dişlerini sıkar.
_Allah kahretsin! Bir şeyi de bilin, bilin beeee!
Memur çekinerek sorar:
_Ne oldu müdür bey?
_Ne olacak, iş yoğunluğu nedeniyle ayrıntılı hesaplama yapamayacaklarını, önümümüzdeki aylarda bu konuyla ilgili seminer düzenleyeceklerini, seminer ücretlerini vesair vesair ….
 

Bir müddet odada sessizlik olur. Müdürün rengi iyiden iyiye atmıştır. Bunu fark eden memur:
-Müdürüm, iyi görünmüyorsunuz. Bırakı n biz bir hal çaresi düşünelim. Çok yoruldunuz efendim.
_Bırak boş konuşmayı, benim çözemediğimi siz nasıl çözeceksiniz? Bana varislerden Hüsnü beyi çağırın.
_Tamam, nasıl isterseniz.
Bir saat sonra…
 

Hüsnü bey ve müdür, makam masasının önündeki misafir koltuklarında oturmaktadırlar. Karşılıklı çaylarını içerken, ikisi de gizli bir kinle örtülmüş nazarlarla birbirlerini süzerler. Hüsnü bey, hisselerinin az hesaplandığı iddiasıyla müdürü mahkemeye vermek planındadır. Müdür ise tapu paylaşımı için ilk müracaat edenin Hüsnü bey olduğu için, gayri ihtiyari bir şekilde ona öfke duymaktadır.
_Eee müdür bey, neden çağırdın beni. Hesabı düzelttin mi yoksa.
_Yok kardeşim, nasıl düzelteyim. Günlerdir hesaplıyorum, bir türlü hesap tutmuyor. Eksik parçalar var. Ama çaresini bulacağım evvelallah. Hadi sen şimdi bana Haşmet beyi anlat. Bir düşün bakalım. Doğumundan, ölümüne kadar ne yaşadıysa anlat bana. Hayatına girip çıkan herkesi, her şeyi…
_Valla bildiğim kadarıyla anlatayım da, ne işe yarayacak Müdürüm?
_Orasını sorma… Hadi bir çay daha söyleyeyim sana, zihnin yerine gelsin. Olmadı burada kalırız…
_Kabul, yeter ki şu lanet arsadan hakkımı alayım…
 

Efendim, Haşmet YILMAZ babamın babası olur. İlk baştan itibaren anlatın dediğiniz için teferruata gireceğim. Ama siz de taktir edersiniz ki, benim gibi doksanına dayanmış adamların hafızası pek de iyi çalışmaz.
_Olsun efendim, hatırladığınız kadar…
_Haşmet Dede’nin babası, Emin Dede, anadan babadan yetim bir garipti. Âmâ bir nenesi vardı, o kol kanat germiş de, biçare kurda kuşa yem olmaktan kurtulmuş. Malumunuz, 1800’lü yılların sonları, hem haşmetli devletimiz hem de fakir ahalimiz için hiç de parlak geçmemiştir. Savaşlar bir yandan, ince hastalık bir yandan, açlık bir yandan…Cehalet diz boyu…
 

Kör gözleriyle Emin Dede’ye daha fazla bakamayacağını anlayan yaşlı nenesi, henüz on dört yaşında olan torununu evlendirmiş. Köyün, başka bir yetim biçaresi olan on üç yaşında ki, Kerime’yi gelin etmiş. Ha, az daha atlıyordum müdür bey, nenenin gözleri ağlamaktan kör olmuş. Dört oğlunu harplerde kaybetmiş. Ana kalbi işte… Dayanamamış..
Ne diyordum ben en son?
_Emin’in evlendiğinden söz ediyordun.
_Yaşlılık müdür beyciğim işte… Emin, Kerimeyle evlenmiş. Ama ne yazık ki, bu fakir yuvanın huzuru çok kısa sürmüş. 

Yurdun bütün taze delikanlıları gibi, bizim fukara yeni damat da askere çağrılmış. Kör nenesini ve hamile karısını Allah’ına emanet edip, Peygamber Ocağına gitmiş…Müdür beyciğim, o yıllarda askerlik altı yedi sene…Gidenler ya yaralı dönüyordu, ya kara haberleri geliyordu.
 

Aylar geçmiş, Kerime altın perçemli bir oğlan doğurmuş. Ama gel gör ki, kocasından haber almamaktan lohusalıkta ince hastalığa tutulmuş. Bebeği üç aylıkken Hakkın rahmetine kavuşmuş. Tabi, Emin’in hiçbir şeyden haberi yok. Kör haliyle el kadar bebekle yalnız kalan nene, çocuğu uzak köylerden birine evlatlık vermiş. Zaten cepheden haber gelmiyordu, torununun şehit olmuş olması ihtimaldi.
 

Böylece üç yıl geçmiş. Savaş fiilen bitmiş. Sağ kalan askerler birer ikişer evlerine dönmüş. Emin kapı eşiğinden girer girmez Kerime, diye bağırmış… Kerimeden ses yok…Nene cevap vermiş: Kerime öldü a oğlum… Senin başın sağ olsun.
_Şey Hüsnü Bey, duygusal kısımları geçebilirsiniz.
 

Müdür, İçinden de söyleniyordu: “Bu gidişle geceli gündüzlü buradayız maazallah…Oğlum Nazım, aldın mı başına belayı…”
 

Bu arada önündeki sürahiden bir bardak su içen Hüsnü Bey, arkasındaki masadan aldığı kalemi kağıdı müdüre uzatır.
_Bak müdür bey, masal dinler gibi dinleme, al not tutmaya başla. Yerin ilk sahipleri nene ve müteveffa çocukları. Çocuklar, eşsiz ve çocuksuz öldüğü için, hakları Emin Dede’ye ve neneye kaldı. Yazdın mı bunları.
_Tamam Hüsnü Bey, yazdım…Yazmaz mıyım…
_O halde devam edelim… Ne diyordum ben?
_Emin’in askerden dönüşünde kalmıştın.
_Ha, evet! Emin Kerime’nin ölüm haberinden sonra, oğlunun evlatlık verildiğini de öğrenmiş. Çocuğunu arayıp bulmuş, yanına almış. Dedim ya, fakirlik zamanı, savaştan henüz çıkmış, yeniden doğrulmaya çalışan bir devlet. İnsanlar sefil. Tekalif-i Milliye yasasıyla, elinde avucunda hiçbir şey kalmamış fakir bir halk…Emin Dede, iki ay sonra oğlunu tekrar evlatlık vermek zorunda kalmış. Artık iyice yatalak olan nenesine bakması için, kimsesiz dul bir kadınla evlenmiş. Kadının iki çocuğunu da nüfusuna almayı kabul etmiş…Bu hanımla dokuz yıl yaşamış, ondan da altı çocuğu olmuş. O yıllarda baş gösteren bir salgın hastalıkta, çocuklarından birini ve, karısını kaybetmiş. Müdür, bunları iyi not et ha…El mahkum, küçük bebeler hatırına tekrar evlenmiş.
_Af edersin Hüsnü Bey, neneye ne oldu? Gençler birer ikişer öldü o hala sağ…
_İkinci Hanımın ardından nene de ölü. Sakın karıştırma ha, nenenin payı da Emin Dede’ye kaldı. Neyse, yaklaşık sekiz dokuz ay sonra Emin yeniden evlenmiş. Ne yapsın, kedi yavrusu gibi bir sürü küçük bebe var…Evlendikten bir yıl sonra 

Emin Dede kangrenden ölmüş. Geriye biri evlatlık verilmiş, ikisi evlat edinilmiş, beşi de kendinden olma, toplam sekiz çocuk bırakmış. Sen bir kenardan hisseyi hesap eyle müdür…
 

Geldik Haşmet YILMAZ’a…O Emin Dedenin ilk çocuğudur. Evlatlık verildiği yerde türlü hakaretler görmüş, öksüz Haşmet. Yetişmiş, evlenmiş. O da iki çocuklu dul bir kadın almış. Fakirlik zamanı efendim. Bekar kızlar zengin kocalara varınca, fukaralara dullar kalıyor…Hasılı kelam, Haşmet Beyin, bu hanımı da üç çocuk doğurduktan sonra ölüyor. Tuttun mu hesabı müdür? İki aldığı kadının çocuğu, üç de kendininkiler, eder sana beş…Bu arada diğer üvey kardeşleriyle de paydaş Haşmet Bey, bunu da unutma…Efendim, otuz küsur yaşından sonra dul kalan Haşmet Dedem, tekrar bir izdivaç yapıyor. Bu sefer aldığı kadında çocuklu bir dul. O yaştan sonra kız alacak hali yok ya…Neyse lafı germeyelim, bu kadından da dört çocuk yapıyor, bir de kadının yanında getirdiği çocuğu, bir beş de buradan. Etti mi sana on muris…Bu çocuklardan da evlendikten sonra ölenler oldu. Benim babam mesela…Dört çocuğu varken bir cinayete kurban gitmiş. Babamın dedesinin babası Emin beyden kalan hissenin, Haşmet dedemin çocuklarından biri olan babama kalan kısmının, rahmetli olması vesilesiyle dörde bölünmesinden hasıl olan hisseyi hesap eyle işte. Ama bu da tek başına yeterli değildir. Yine de toparlayacak olursak müdür beyciğim, Emin dedenin karıları, üvey evlatları, ve kendi öz evlatları, öz ve üvey evlatlarından ölenlerin hisselerinin diğer kardeşlere, ailesi olanların eşi ve çocuklarına bölünmesi, işimizi çözecek. Aslında hiç de karışık değilmiş, değil mi müdür beyciğim? Müdür bey, sana sesleniyorum, hey!
 

Müdür bey bu basit hesabın, nenenin ölümü kısmında uykuya dalmıştır. Vakit hayli ilerlediğinden memurlar çıkmıştır. 

Müdürün kucağında asılı kalan not kağıdını alan Hüsnü Bey, dairenin diğer odalarına göz atar, kimseyi göremeyince, söylene söylene kapıdan çıkar.
 

_Sizi de buraya memur dikenin, bu kadar basit hesabı yapamayan müdürün… 

...ENGİNDENİZ... 

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..