- Kategori
- Aşk - Evlilik
Bir randevuda erkek beyni

Elleri işte oracıkta. Ne kadar da güzeller. İpeksi, bembeyaz. Gözlerimin önünde kuğu gibi salınıyorlar ama ben sadece izlemekle yetiniyorum. Tıpkı iki haftadır yaptığım gibi. Kafayı yiyeceğim. Yeter artık. Bugün bu işi bitirip ellerini tutmalıyım. Mutlaka bir yolu olmalı... Dur bakalım buldum galiba. Biraz önce ara sıcağın tadına bakmadan tuz atmıştı. O halde gelecek olana da atacaktır. Tuzluğa uzandığı anda bende hamle yapsam denk getirebilir miyim acaba? Olaya yanlışlık süsü verir, elini tuttuğumda “Pardon” derim. Hemen bırakmam ama. Beklerim. Sert sert bakıp elini hızlıca çekerse hızlıca hesabı ister, hızlıca Alman usulü öder, hızlıca kalkarım. O muhteşem elleri ancak vedalaşırken tutabilirim. Hiç görüşmeyelim dercesine soğuk, anlamsız ve resmi bir tokalaşma olur.
Ya elini çekmezde hafifçe gülümseyip “İstersen önce sen at” derse. İşte o zaman dünyalar benim olur. Okyanus mavisi gözlerine bakar ve gülümsemesine karşılık vererek “Lütfen önce sen” derim. Yemek sonrası sohbette ise ikinci iltifatıma müteakip ellerine uzanır ve usulca tutarım. Başka yolu yok. Offf! İşyerinden de ne kadar da dertliymiş. Neredeyse yarım saattir aynı mevzuyu anlatıyor. Dut yemiş bülbül gibi susmakla olmaz bir şeyler söyleyeyim bari.
- Evet, hı hı… Doğru, çok haklısın.
Nerede kaldı şu garson. Ulan ne ukala herifti. Üç beş mönü Fransızcası öğrenmiş havasından geçilmiyor. Sanırsın Fransız Kraliyet ailesindenmiş de hayatı öğrensin diye buraya gönderilmiş. Sorsan ya Kırşehirlidir ya da Çorumlu. Zaten Fransız restoranına gelmek baştan hataydı. “Güzel bir yer biliyorum istersen oraya gidelim” dediğinde keşke neresi diye sorsaymışım. Hele ısmarladığımız yemeğin adı neydi öyle. Söyleyemedim de mönüyü yüzüme siper ederek “Aynısından lütfen” diyebildim. Hadi geç adını fiyatını söyleyeme de dilim varmaz ki. 135 lira. Yuh. Tam bir rezalet. İki kişi eder 270 lira. Daha şarabı var, mezesi var, tatlısı var, var oğlu var. Şarap yerine su içsem kaça çıkarız acaba. Sorarsa antibiyotik aldım derim. Ayrıca tatlıda yemem.
- Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Hangi konu şimdi bu. En son işyerinden yakınıp nasıl olması gerektiğinden bahsediyordu.
- Haklısın, sana tamamen katılıyorum.
- Bunlar yetmezmiş gibi kadın olarak çalışmanın ayrı bir zorluğu var, daha fazla çaba göstermen ve kendini sürekli kanıtlamak zorunda kalıyorsun.
Gözlerine meftunum. Elimde olmadan dalıp gidiyorum. Ama bu derinlikte birazdan vurgun yiyebilirim. Vurgun yediğine sevinir mi insan? Bu ışıl ışıl mavide evet. Hareket etmeden bütün bir ömrümü geçirebilirim orada. Sustu, sanırım bir şeyler söylememi bekliyor.
- İşiniz kesinlikle kolay değil, maalesef erkek egemen bir düzen var, finans gibi kadınların çoğunlukta olduğu sektörlerde bile üst düzey yöneticilerin neredeyse tamamı erkek. Daha çok kadın yönetici olmalı, her yerde ve her görevde.
Bunların bu kompleksini de anlayamadım gitti arkadaş. Sen binlerce yıl ver gazı erkeğe avlansın, ver gazı evi geçindirsin, savaşsın, ekip biçsin, koruyup kollasın, ver gazı ülkeyi yönetsin, hep yaslanacak bir erkek ara sonra da vay biz niye eşit değiliz diye ortaya çık, sızlanıp dur. Hay bin kunduz aşkına, akşamki maç saat dokuzda mıydı yoksa onda mı? Geç kalmasak bari. Bula bula dünya kupası final maçı gününü bulduk iyi mi. Neymiş diğer günlerde mesai yapacakmış hanımefendi. Neyse bir bahane uydurur erken kalkarım. Hah, nihayet garsonda göründü. Tipe, yürüyüşe bak. Ulan bunu verecekler elime günde üç posta dövmezsem namerdim.
DEVAM EDECEK…