Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Bir sevgiye tutunmak...

Bir sevgiye tutunmak...
 

Zayıflık mıdır birisine tutunmak? Belki de… Fakat çoğu zaman iyi gelir insana. Hayatın anlardan ibaret olduğu ve anların hızla akıp geçtiği bir dünyada sağlam ve tek başına ayakta kalabilmek mümkün müdür? Böyle başarılı insanlar olduğunu biliyorum. Hatta birisini çok yakından tanıyorum ve ona gıpta ediyorum. Güçlü olmak biraz kalıtımla da ilgili olabilir. Söz ettiğim kişinin fiziksel özellikleri tıpkı annesine benziyor. İlginç olan ise annesinin de aşırı güçlü ve tek başına dimdik ayakta kalabilen bir kadın olması.

     Onları detaylı incelediğimde bir tespit daha yaptım. Bu tarz güçlü kişiler daha zayıf olan başkalarının kendilerine tutunarak yaşamasından rahatsız oluyorlar. Yakınlarındaki bu kişileri farkında olarak, ya da olmayarak parazit bir yaşam formu gibi algılamaya başlıyorlar.

     Doğada da böyle örnekler var. Mesela likenler, mantar ve su yosunu birlikteliğidir. Her ikisi de halinden memnundur. Çünkü bu mutualizm örneğinde iki canlı da birbirinden istifade ederek mutlu mutlu yaşayıp giderler. Parazitizmde ise bir taraf memnun, diğeri değildir. Çünkü tek taraflı bir tutunmadır ve zarar verme söz konusudur.

     Yıllar önce öğretmenliğimin en zorlu yıllarından birisini yaşıyordum. Aynı yıla pek çok sorun gelip yerleşti. Belki biraz da mesleğimin başlangıç yılları ve tecrübesiz oluşum yüzünden bana öyle gelmiştir. Çocuklarımın da küçük, ilgime muhtaç olduğu o dönemde bir ara çalışma hayatımdaki zorlukların altından kalkılamayacak boyutlara ulaştığını hissettim.

     Yapabileceğim tek şey vardı. Eşime tutunmak…

     İçimden geçirdiğim düşünceler aynen şu şekildeydi;

     “Evet, yarın yine zorlu bir gün olacak. Sabah olduğunda yeniden aynı güçlüklerle savaşmak zorunda kalacağım. Fakat şu anda evimdeyim. Beni seven bir eşim var. Onun yanındayım ve şu anda kimse bunu değiştiremez. Beş saatlik, on saatlik beylik bile beyliktir.”

     Bu tam olarak bir tutunma duygusuydu. Gittikçe kalıcı oldu ve içimde yerleşti. Tabii kısa zamanda fark edildi ve zayıflık olarak algılandığı için karşı tepki oluşturdu. İnsanlar sevdiklerinin en az kendisi kadar, belki daha da fazla güçlü olmasını istiyorlar. Yeri geldiğinde karşılıklı sağlam bir dayanışmanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyorlar. Zayıflık diğer insanda yeterli dayanışmadan yoksunluk hissi yaratıyor. Her zaman yorgun ve bitkin olan kişi diğerinin gözünde hep alıcı, ya da parazit pozisyonuna geçiyor.

     Uyanışımla birlikte eşimin gözünde yeniden saygın duruma geçmem gerektiğini de fark ettim. Son bir yaşam birlikteliği daha var doğada, kommensalizm. Zarar vermeden tutunuyorsun, karşı taraf farkında bile olmadan yaşayıp gidiyor. Baktım bu tam bana göre. İlla ki tutunacağım yani! Durumu yavaş yavaş bu istikamete doğru çevirdim. Şikâyet etmeyi minimuma indirmek, kişisel hobileri çoğaltarak yanınızdaki kişiyi hem ruhen, hem de zaman olarak daha özgür kılmak iyi çözümlerdi ve işe yaradı.

     Bir insanı sevgiyle boğmak da mümkün gerçekten. Bunu fark etmek ve engellemek karşılıklı mutluluk için gerekli olabilir. Düşünceme göre sevgi yeryüzündeki en güzel duygudur. Ayrıca çok da masumdur. Hırs, öfke, kıskançlık, sahiplenme ve yalan söyleme gibi içindeki pek çok ilkel duyguya teslim olmuş, bu konularda kendisini eğitememiş insanların yüreğine girmekle kirlenmez. O kişilerin sevgiyi algılayış ve yansıtış biçimleri kendi karakterlerini ele verir sadece. “Ya benimsin ya toprağın” diyen bir şahıs bana göre hakkında yorum yapılmayacak kadar zavallıdır. Yine şahsi fikrime göre hayat kişiliğindeki eksik parçaları tamamlayamadığı için ona zaten dersini verecektir. Atalarımızın ayı ve sevgi üzerine söyledikleri incelikli söz toplumda çok fazla kullanılır. Ama nedense bu atasözünün kullanımı daima şaka amaçlıdır ve kimse kendi üzerine alınmaz.       

     Aklıma çok eskiden bir dergide okuduğum ilginç bir hikâye geldi. Biraz uç bir hikâye ama sahiplenme ve kontrol manyaklığının sevgiyi ne hale getirdiğini gerçekten güzel örnekliyor. Kısaltarak anlatacağım.

     Öyküde bir adam ve farklı ülkelerde yaşayan üç ayrı karısı var. Siyah, sarı ve kızıl saçlı üç farklı kadın. Adam zengin, seyahatlere çıkma bahanesiyle üçü ile de gününü gün ediyor. Bir gün yoruluyor bu durumdan. Evliliklerinin sayısını bire indirmeye karar veriyor. Fakat bir türlü seçim yapamıyor. Sonunda bir uzmana gidip danışıyor. Kendisini en fazla seven kadını nasıl anlayacağını soruyor. Uzman ona diyor ki;

     “Üçüyle de ayrı ayrı konuş. Olanları itiraf et ve ayrılmak istediğini söyle. En fazla tepki veren, seni en çok sevendir.”

     Bu usul adamın aklına yatıyor ve uzmanın söylediğini yapmaya karar veriyor. Önce siyah saçlı kadınla konuşuyor. Kadın makul bir tazminatla ayrılmaya razı oluyor. Öyle çok fazla tepki de vermiyor. Arkasından sarı saçlı karısının yaşadığı ülkeye gidiyor adam. Orada da aynı sonuçla karşılaşıyor. İyice rahatlamış bir halde son ülkeye doğru yola çıkıyor.

     Kızıl saçlı kadın diğerlerinden çok farklı davranıyor. Çığlıklar atıyor, eline geçeni fırlatıyor ve sonrasında gözyaşlarına boğuluyor.

     Adam bu duruma memnun oluyor. Diğer eşlerinden ayrılarak kızıl saçlı karısıyla yaşamaya başlıyor. Aradan bir yıl geçiyor. Yeniden uzmanı arıyor adam.

     “Ben çok mutsuzum” diyor. “Nefes bile alamıyorum. Karım gece gündüz beni kontrol ediyor. Hiç yanımdan ayrılmıyor. Hayatım neredeyse işkenceye dönüştü.”

     Uzman sakin bir sesle cevap veriyor.

     “Bana geldiğinizde ne istediğinizi sormuştum. Sizi en fazla sevenin hangisi olduğunu bilmek istediğinizi söylemiştiniz. Eğer hangisiyle daha mutlu olacağınızı öğrenmek isteseydiniz, emin olun diğer iki kadından birisini önerirdim!”      

      

 

 

 

 

    

 

     

 
Toplam blog
: 27
: 1563
Kayıt tarihi
: 22.09.13
 
 

Ege Üniversitesi mezunu. Emekli öğretmen. Yayımlanmış romanları ve deneme kitapları var. ..