- Kategori
- Müzik
Bir Trompetçi'nin günlüğünden

Ne kadar zaman olmuş kişisel bir yazı yazmayalı… Gerçi her yazı kişiseldir de kategori olarak hep başka yerlere düşer çoğu zaman. Ama bu sefer sapına kadar kişisel bir yazı yazayım dedim ben. Yine de bir parça müzik kategorisinde değerlendirilebilir, ama olsun.
Trompete ilk başladığımda 12 yaşındaydım. (21 yıl olmuş) Kısa bir süre içinde öğrenip geliştirmeye başladığım trompeti zaman zaman kenara bırakıp uzunca bir süre ilgilenmeyerek, çokça ihmal etmiştim tabii.
Küçük yaşların verdiği bir boş vermişlikle geçti onunla bir dönem ilişkim. Ama yine de bırakamadım şöyle tam anlamıyla. İyi de etmişim. Çok küçük yaşlarda tozunu yutmaya başladığım sahneler, zamanla benliğimi ele geçirecekti elbette. Kaçınılmazdı. Durup geriye baktığımda, ne yaparak mutlu olacağımı görmemi sağlayan çok sayıda anı vardı. O zamanlar yaşadığım yer olan Şile’nin festival tanıtımı için İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz konserler, televizyon programları, haberler, hakkımızda çıkan yazılar ve Almanya’da katıldığımız yerel bir müzik festivali derken ne kadar çok şey birikmişti.
Kendimi yetiştiğim orkestranın başında buldum sonra. Bazı müzik aletleri daha eklenmişti portföyüme. Ama rüzgâr yine başka türlü esince müzik yine rafa kalktı. Başka başka işlerin içinde buldum kendimi. (Cümle çok kapalı oldu yahu. Legal işler bu içine girdiklerim hep tabi.)
Ta ki 5 yıl öncesine kadar…
Artık sadece müzik yaparak hayatta kalabileceğimi anladığımda son çalıştığım işte kariyer anlamında önemli bir aşamadaydım. Ani bir istifa ve trompetimi alıp Bağdat Caddesi’nde sokak müziği yapma kararı… Hepsi üç günde gelişmişti. Zabıtayla oynadığım köşe kapmacaların sonucunda yapmakta olduğum iş, kimi işletmelerin ilgisini çekmeye başlamıştı. Elbette başka grupların ve müzisyenlerin de…
Bütün bunları neden düşünüyorum şimdi? Geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günü gerçekleştirdiğim müzik aktiveleri ve trompetimle geçen uzun ve aralıksız saatler, biraz ondan bahsettirmeyi gerektiriyor sanırım. Perşembe akşamki geç saatlere kadar süren programımıza rağmen, Cuma sabahı saat 6 sularında yeniden yola koyulmakla başlayan bir süreç… Bir otomobil galerisinde gerçekleştirilecek etkinlik için birlikte çalıştığım gitarist arkadaşım Jehat’la birlikte çılgın bir müzik etkinliği yapacaktık. Ekibimiz Hatıra Defteri’nin mesaisi sabah 10:00’dan akşamüstü 17:00’a kadar sürecekti. Oradan da Taksim’e dönecek, akşamki Serbest Radikaller konserinin hazırlıklarını yapacaktık. Bu aynı sıra, Cumartesi için de geçerliydi.
Uykusuz, yorgun… Ama yine de mutluyduk. Türkiye’de müzik yapmanın zorluğunu, sadece bunu yaparak hayatta kalmaya çalışmanın nasıl bir mücadele olduğunu gün içinde konuştuğumuz herkesin onayladığı şekilde belirlemiştik tekrar kafamızda. Alın teri, sırt teri ve güney bölgelerimizdeki diğer yerlerde terlemeler… Hepsi bir amaç uğrunaydı ve alnımızın akıyla çıkmıştık.
İşimiz insanları eğlendirmek… İnsanları gülümsetmek… Onlara keyifli zamanlar geçirtmek… Bütün bunları yaparken geçirdiğimiz bütün bu yorucu süreçler, bir an olsun “of ya” dedirtmedi bize. Çünkü biz bu işi seviyorduk. Biz müzik olmadan yaşayamazdık. Hatta müzik dışında başka bir iş olsaydı yorgunluk sebebi, şu anda bilmem kaçıncı seruma bağlıyorlardı beni.
O yorgunluk, alkışı aldığın anda bir onura dönüşür çünkü. O onur seni hayata bağlar.
Yazıda bahsettiğim o iki gün bütün bunları bana düşündürürken müzik hayatım gözlerimin önünden bir müzikal gibi geçecekti elbette. Nereden nereye…
Belki bir gün yollarımız bir sahnemizde kesişir, ne dersin? Sana yorgunluğumuzu değil, seslerin güzelliğini anlatır müziğimiz… Zaten hep öyle olmalıdır, değil mi? Yorulacaksak dans ederek, şarkıları hep birlikte söyleyerek yorulalım.