Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

03 Aralık '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir tutam çocukluk

Hayat o kadar hızlı akıp geçiyor ki gözlerimizin önünden, günlük telaşlar, koşuşturmacalar, hep bir yerlere yetişme, hep bir şeyleri yapabilme kaygısı derken, derken bir de bakıyoruz ki ne dizlerde derman kalmış, ne saçlarda siyah. Farkedebildiğimiz tek şey sol yanımızda çöreklenmiş bir ağrı, belki bir özlem. Hayatımızın o en duru, en saf yıllarına yani çocukluğumuza dair duyduğumuz özlem.

41 yaşındayım. Dünyalar tatlısı bir oğlum var. Onunla her akşam mutlaka sarmaş dolaş oyunlar oynuyorum, onunla boğuşuyorum, yerlerde yuvarlanıyorum. Ben onun kokusunu içime çekerken o da benim kokumu içine çekiyor bunu çok iyi biliyorum. Tıpkı benim, babamın kokusunu içime çektiğim gibi.

Çocukluğuma dair unutamadığım anılarımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Geçmiş denince aklıma ilk çocukluğum gelir. Sonra oğlum, sonra hayatımın ulu çınarı babam gelir aklıma. Yazıma oğlum ve babamdan dem vurarak girişim bundandır aslında.

Yıl 1981. Yaz mevsiminin bittiği, sonbahar serinliğinin hissedildiği bir zamandayız. Aylardan Eylül. İlkokul öğretmeni olan babamın tayini Adıyaman ili, Çelikhan ilçesinin bir köyüne çıkmıştı. Ben henüz yedi yaşındaydım, ağabeyimse sekiz yaşında. Babam birkaç gün önceden Çelikhan’a gitti görev başlangış formalitelerini tamamlayarak bizi almak üzere köye geldi. Yatak tutak, kap kacak, bir otobüsün bagajına sığacak emsaldeki eşyalarımızla düştük yola. Akşama doğru Çelikhan ilçesine geldik. İlçeden köye ne bir araba, ne bir dolmuş var. Köyün ilçeye uzaklığı yaklaşık yirmi-yirmibeş kilometre. İlk onbeş kilometre traktör yolu, gerisi dağ sırtında daracık bir yaya yolu.

Eşyalarımızı cadde kenarında müsait bir yere bıraktık. Babam ağabeyimle beni her tarafı balçıkla sıvanmış, içinde eski bakır eşyaların bulunduğu ve ağır bir tütün kokusunun hakim olduğu bir dükkana emanet etti. Dükkan sahibi ile o dakika tanıştı. Kendini tanıttıktan sonra dükkan sahibinin “elbette hocam başım üstüne “ sözleri üzerine bizleri dükkanda bırakarak annemle beraber traktör aramaya çıktılar. Dükkan sahibi altmış yaşlarında, kır saçlı, tütünden iyice sararmış sakalı ve bıyığı ile ve yılların yükünü, yüzündeki her bir çizgi ile gururla taşıyan babacan bir adamdı. Babamların gidip gelmeleri arasında yaklaşık üç saat geçti. Bu zaman diliminde hafızamda sadece o günlerde hasta olan bedenimin fazla dayanamadığı ve uykuya daldığım, ve her uyanışımda dükkanın girişinde annemle babamın dönüşünü ağlamaklı gözlerle bekleyen ağabeyimin hüznü, belki de çocuksu korkusu kaldı.

Annem ve babam traktör üzerinde, tekrar dükkana döndüklerinde ortalık iyice karamış, evlerde yanan kömür ağır bir koku yaymaya başlamış ve loş sokak lambaları ortalığı aydınlatmaya başlamıştı. Bir çırpıda eşyalarımızı römorkun üzerine attık. Babam öne geçti, annem ben abim arka tarafta, römorkta eşyaların arasına sıkıştık. Düştük yola. Belki hasta olduğum içindi, belki de hava gerçekten çok soğuktu titrediğimi hatırlıyorum. Annem hemen ağabeymle beni iki kolu arasına aldı ve üzerimize bir yorgan çekti. Tam hatırlamıyorum ama yaklaşık iki saat yol gittik traktör üzerinde. Artık traktörün gidemeyeceği son noktaya geldiğimizde traktör durdu. Babamla traktör sahibi inerek arkaya geldiler. Traktör sahibi römorkun arka kapağını, elindeki kocaman bir çekiçle ve büyük bir gürültüyle açtı. Babama her ne kadar “hocam etme tutma, gel ben seni ilçeye bırakayım. Yarın sabah gidersiniz. Bu saatte buraların kurdu, çakalı eksik olmaz” dese de babamı bir türlü ikna edemedi. Eşyalarımızı traktörden indirdik ve traktör döndü gitti. Benim o ana dair aklımda kalan tek şey, gecenin karanlığında kaybolan traktör ışığıydı.

Devam edecek…………

 

  

 
Toplam blog
: 4
: 235
Kayıt tarihi
: 07.04.07
 
 

Makina -Avrupa Kaynak Mühendisi.. Kaynak Cemiyetinde gerek kaynak sektöründeki soru ve sorunl..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara