- Kategori
- Anılar
Bir yazıdan diğerine gönderme
“ Kalem Kutusu “ diye yeni bir yazı yazmak istiyorum. “ Kalem Kutusu “ yazımda özellikle “ Ah! Şu kurşun kalemler…” şeklinde bir bölüme ağırlık vermek niyetindeyim. Kurşun kalemler, tıpkı erkek kardeşlerimin “ kurşun askerleri” gibi çok önemli bir yer tutuyor benim çocukluğumda. Tabii, o sıcaklığı hissetmek adına bugün de kalem kutumda çok yer tutuyorlar.
Şimdi yazacağım yazının anahtar sözcükleri ise; kurşun askerler. Kardeşlerimin kurşun askerleri vardı. Bazen tek başlarına bazen birlikte dövüştürürlerdi onlarla oynarken. Bazen arkadaşları da eşlik ederdi bu oyuna. Anlayacağınız oldukça hareketli ve her an can yakmaya meyilli bir oyundu. Nitekim oynayanlardan birinin çığlığı üzerine büyükler müdahale eder ve kurşun askerler sepetine, torbasına ya da kutusuna yerleştirilirdi istemeye istemeye olsa da.
Ne güzeldi o yıllar! Belki de yaşanmış bitmiş olmanın verdiği güzellik. Ne de olsa önümüzde ne yaşanılacağı ile ilgili bir bilgi yok. Bilinmezlik! Bilinmezlik korkusu nefes aldırmıyor bana, yalnızca bugün için.
En iyisi, ben yine geçmişin o tanıdık bildik havasına geri döneyim. Yani “ kurşun askerlere”. Sunay Akın’ ı da anımsatır bana kurşun askerler. “ Kırdığımız Oyuncaklar “ adlı yapıtının ilk yazısının başlığı “Haydi Kurşun Askerim, Savaşa!..” dır. Bu yapıtı ben 2005 yılında almışım, 2010 yılında da Fethiye’ ye geldiğinde imzalatmışım. Tarihleri ancak bakarak anımsayabiliyorum. Dolayısıyla bir kez daha okudum o yazıyı. Yazının bir yerinde, Oktay Rıfat’ tan birkaç dize alıntı yapmış yazar. Şöyle ki;
Uçaklar gelecekmiş
Korkum yok benim
Kâğıt gemilerim
Kurşun askerlerim hazır
Hem bunlar bozulursa
Babam yenilerini alır.
Zaten kitabını imzalarken de kâğıt gemi çizip “ kâğıt gemilerin kaptanından “ diye yazmış. Hoşuma gitti. Benim odağımla uyumlu olması ayrı bir hoşluktu. Gönlüne, emeğine sağlık Sunay Akın’ın da.
Kardeşim Özkan’ın çocukluğuna ait, bu konuyla ilgili bir alışkanlığına da değinmek istiyorum yazımı bitirmeden.
Biz sık sık anneannemlere yatılı ziyarete giderdik çocukken. O da kurşun askerlerini oraya götüremezdi, ama anneannemin antika dikiş kutusu onun için biçilmiş kaftandı. Kutunun içindeki rengârenk düğmeleri ve çeşitli dikiş malzemelerini ortaya döker, ayrıştırırdı. Sonra da battaniyeleri yere yayar, onlara doğal arazi şekli verirdi. Arkasından da gelsin savaş!
Bu oyun ya da savaş, anneannemin yukarı kata çıkıp biraz kızgın müdahalesine kadar sürerdi. Keşke her savaş bu kadar masum olsa, can yakmasa. En başta da şu içimdeki savaş bir son bulsa! Bu kadar canım yanmayacak, eminim.