Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Aralık '09

 
Kategori
Yılbaşı
 

Bir yılbaşı anası..

Bir yılbaşı anası..
 

Yıl 1979, öğretmen olarak Elazığ Keban'ın bir köyüne atanmıştım. Ailemin ilk parçalanış yılları, müthiş bir yıkımın başlangıcı oldu o yıl.Tıpkı, "Yaprak Dökümü" dizisi gibi kocaman ve güçlü ailemiz, peşpeşe yaşanan talihsizliklerle dağılıyordu. Büyük abim eşinden ayrıldı, işinden de ayrıldı. Ben Elazığ'a atandım, anacığımın kalbi iyi değil, onu bu halde bırakıp gitmek imkansız. Abim bunalımda, hayatı alabora olmuş. Rahmetli babacığım da hasta, kalbi sık sık tutuyor. Çok zor zamanlar kısaca..

Elazığ'a annem ve büyük abimle gittik, aylardan Kasım. Köyde bir ev tuttuk, annem ile abim bir hafta sonra gittiler. Okul yabancı, insanlar yabancı. Aklım annemde, her hafta ilçeye gidip eve telefon açıyorum, annem iyi değil. İyiyim diyor ama değil, babam sensiz bu ev buz gibi kızım! diyor. Çıkıp geleyim diyorum, katiyyen kabul etmiyorlar: İstikbalin ne olacak? Hangi istikbal yahu? 22 Yıl çalışıp, diyar diyar dolanıp sonunda Devletin reva gördüğü 5000tl. mi istikbal? Şimdiki aklım olsaydı! demiyorum, akıl hep aynıdır çünki. Şimdiki, evvelki diye bir şey yok, yalan.

Aralık ayında Tuğrul abim geldi köye (eşinden ayrılan) nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum. Kar yağıyor, küçücük köyde nereye gitsin? Zaten bunalımda, eşini çocuğunu özlüyor. İşinden ayrıldı, hazmedemiyor. Maaşımın tamamını verdim, iki günde bir atlıyor köyün minibüsüne doğru Elazığ'a gidiyor. Aman sıkılmasın, bakıyorum akşam üzeri köyün minibüsü geliyor.Kucağında tomarla gazeteler, dergiler.Güzel abim benim, boncuk mavisi gözleri ışıl ışıl gülüyor. Üç gün sonra yine off! lar başlıyor, yahu iyi de benim suçum ne? Beni hiç düşünmüyor, annemi özlüyorum, babamı, evimizi, herşey yabancı. Ben 19 yaşımda bunlara direniyorum, bir de onu avutuyorum. Hani bir söz var ya: Anadan doğma çileli! işte tam benim bu sözün muhatabı and olsun..

Yılbaşına üç gün kaldı, kardan yollar kapandı köylerde. Akşam oturuyoruz abimle, bu sıkıntılı yine. Yahu, yılbaşında ne yapıcaz bacım? dedi. Ne yapıcaz, oturup evimizde kar yağışını izleyeceğiz! Başka bir alternatif var mı Allahın dağında? Bu akıllı gündüz köyü dolaşmış, ilçeye nasıl gidebileceğimizi soruşturmuş. Bir kaç tane avcı varmış, onlar bizi Keban'a kadar yaya götürürlermiş. Aman Allahım! Beş tane dağ adamı ile biz yaya olarak dağları aşıp ilçeye gideceğiz en az 3 saat. Yahu abi sen deli misin? Nasıl güvenirsin bu adamlara? Hani ikimizi de dağda kesip gömseler, kimseler bulamaz. Katiyyen olmaz, unut! dedim. Ama laf anlatmak ne mümkün? Adam deli olacak, ağlıyor. Zaten hayattan bıktım, dayanamıyorum, ben bu köyde hayatta yılbaşını geçiremem! diyor. Allahım ben ne yapayım? İlçeye gidicez, ordan Elazığ'a, ordan da yollar açıksa Kayseri'ye gidicez. Artık yoruldum, gittim bizim müdüre durumu anlattım. Müdür sağolsun, tamam hocahanım siz gidin. Ben ilçeden size bir hafta izin alırım dedi.

Cuma akşamı 31 Aralık, biz perşembe sabahı kalktık. Dört tane dağ adamı avcı, abim ve ben çıktık yola. Lapa lapa kar yağıyor, avcılar bize uzun plastik çizmeler verdiler. Benim çizme 44 numara, ayağım içinde fır dönüyor. Tam üç buçuk saat, dağları aştık. Artık soğuğu hissetmiyorum, uzaklardan kurt ulumaları hiç susmuyor. Avcılar sık sık havaya ateş ediyor, Allahım neydi günahım? Ağlaya ağlaya nihayet Keban'a vardık. İçinde kocaman odun sobası yanan bir lokanta vardı, oraya girdik. Adamlar sağolsunlar, odunla doldurdular sobayı. Ayaklarımız ellerimiz mosmor, iki saatten fazla oturduk ısınamıyoruz, çorbalar yemekler çaylar, sanki ölüp yeniden dirildik. Ordan çıktık, Elazığ'a gittik. Kayseri arabası akşam altıda, dizlerimdeki sızı geçmiyor. Yıllar sonra, o yürüyüşün bedelini Kalp Romatizması olarak ödedim ne yazık ki..

Kayseri otobüsüne bindik, 37-38 numaralara oturduk.Yorgunluktan gözümü açamıyorum. Abim halime acıdı, vicdan azabından ne yapacağını bilemiyor. Ben çok mutluluk oyunu oynadım, ama en iyi oyunu orada çıkardığıma inanıyorum. Yaşa sen diyorum, ne yapacaktık o köyde? İyi ki buldun o avcıları, annem çok sevinecek! Yalaan! Ölücem galiba, o kadar sızlıyor her yanım.. Malatya- Elazığ yolunu bilenler bilir, Darende ile Gürün arasında uçurumu çok bir bölge vardır. Gece saat 01, 30 civarı, yollar buz tutmuş parlıyor. Şoför çok dikkatli, bir anda gümmm! diye bir sesle hepimiz ayağa kalktık. Yabancı plakalı bir otomobil bize hızla çarptı, bizim otobüs uçuruma doğru gitmeye başladı. Gecenin o sessizliğinde ölüme gidiyoruz, çıt yok kimsede. En önde oturan bir adam şoföre usulca seslendi: Sakın frene basma evladım! Sanırım o cümle hepimizin hayatını kurtardı. Şoför, direksiyonu tutuyordu sadece. Uçurumun kenarına geldik, sağ ön lastik küçük bir kaya parçasına dayandı ve durdu otobüs.. Sallanıyor araç, azıcık kaysa uçacağız aşağıya. Herkes şokta, o adam ön kapıdan indi çok yavaş adımlarla, kocaman bir kayayı gidip aldı onu da sol lastiğin önünekoydu. Sonra birer birer şoför kapısından indik. Otomobilin yanına gittik, dağa çarpıp duran aracın içinde sürücü ağır yaralı, arkadaki iki hanım ve çocuklar kanlar içindeydi. Sabaha kadar Darende'de bir kahvede kaza işlemlerinin bitmesini bekledik..

Kayseri'ye öğleden sonra saat 16.00 civarında varabildik..Annem evde yoktu, babacığım nasıl sevindi. Sarıldık, ikimizde ağladık. Sonra annem geldi, küçük abim, akrabalar herkes bir şeyler hazırladı. 1980 yılını evimizde, ailemle sevdiklerimizle güle oynaya karşıladık, yaşadıklarımızı ne abim ne ben hiç anlatmadık, evimizdeydik ya, değmez miydi?..

Yeni yılınızı kutluyor, gelecek yılların tüm insanlığa barış, huzur, mutluluk ve sağlıklar getirmesini diliyorum..

 
Toplam blog
: 95
: 736
Kayıt tarihi
: 08.03.07
 
 

Emekli öğretmenim, 52 yıllık hayatımdan amatör mizah, bağlama, sürrealist resimler, yitikler, sev..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara