Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

05 Nisan '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Biraz saygı lütfen!!!

Biraz saygı lütfen!!!
 

Efendim, biraz tersimdir başkalarına göre pek çok konuda. Herkes Pazartesi gününü sevmez, ben bayılırım. Yeni bir başlangıç, yeni bir umut, hafta sonu rehavetinden sıyrılış ve dinamizmdir. Ve kurtuluştur benim için boğucu yalnızlıktan. Cumartesi Pazar’ı iple çeker herkes, benim gelecek diye ödüm kopar. Pek bir garip, pek bir yalnız hissederim çünkü kendimi.

Çocukluğumun hafta sonu kahvaltılarını özlerim; pek tabii ki anne ve babamı da aynı zamanda rahmetle anarak. Sonra da kardeşime sitem ederim için için. Birbirimizden başka kimimiz var şu koca dünyada. Neyi paylaşamıyor, nelere dertleniyor da gün geçtikçe daha hırçın, gün geçtikçe daha uzağa gidiyorsun? Sen kardeşten öte, evladım gibiydin. Senin için harcamadım mı gençliğimi? Her şeyden önce sen gelmez miydin? Kırgın, kızgın, yine de özlemle anarım onu.

Sonrasında da yalnız hafta sonu değil, her gün, her sabah, her saniye oğlumu özlerim, hele ki kahvaltı sofralarında.

Artık kahvaltı yapmıyorum, yapamıyorum, yiyemiyorum hiçbir şey, tıkanıp kalıyorum. Alıyorum çayımı, bir de sigara yakıp, geçmişi, özlenenleri izliyorum dumanında.

Kıskanıyor muyum ne diğer evlerdeki hafta sonu kahvaltılarını, adlandıramıyorum başka evleri düşündükçe depreşen duygularımı?..

Bu hafta öyle yapmayacaktım; kapanıp evde hayaller eşliğinde ağlamayacaktım. Cumartesi günü kahvaltı yapar gibi yapıp çıktım evden. Sahil boyunca yürüdüm yürüdüm. Bir şeyleri bırakabilmiş olsam da geride, hayallerimi bırakamamışım ki, özlemlerimle birlikte her adımda, onların da ayak sesleri vardı o iki saatlik yürüyüş boyunca yanımda.

Ve ileriye, çok ileriye, yaşlılığa bıraktığım özlemim de yanımıza sokuldu bu arada, gözüme gözüme de sokularak. Yaşlı eşler, banklarda, kafelerde, el ele onca yılın getiri ve götürülerine rağmen yine de eprimemiş sevgilerinin edinçleriyle, şefkatle sarmal, denizi izlemekteydiler; çocuklarını, torunlarını özleyerek, bir yandan da tatlı tatlı sohbet ederek. Yine buruldu içim. Buruldu burulmasına ya, aylardır kapandığım evden çıkmak iyi gelmişti yine de. O kaybettiğim yaşama sevincinin, hayatın ayak sesleri de duyulmaya başlamıştı uzaktan uzağa.

Yarın gazetelerimi görevliden değil, kendim alıp, yürüyerek yine sahile ineceğim. Denizi izleyerek kahvaltımı yapacağım. Belki yalnız da hissetmem kendimi. Ya da daha mı yalnız bulurum kalabalığın ortasında, her zaman olduğu gibi? Her neyse, keyif çayımı içerken de gazetelerimi okuyacağım, her zamanki defterim yanımda, notlar alacağım ileride yazmak üzere kararıyla döndüm eve.

Geç yattım yine, sabaha karşı 05.00 falan gibi. Günün çağrıştırdıklarından bir şeyler karaladım, biraz kitap okudum. Arada yeni başlayan bir diziye göz attım çekildiği yörenin güzelliklerini izlemek adına. Ama şirindi de izledim hoşlukla. İzlerken de bir yandan örgümü ördüm.

Sabah 08.00 de çekiç, matkap ve testere sesleriyle fırladım yatağımdan. Üst kattan geliyordu. Sabahlığımı giyip, ( Kardeşim günün ve saatin ne olduğunun farkında değil misiniz?) demek üzere yöneldiğim kapının önünde durup düşündüm. Belki yeni taşınmışlardı. Yeni komşumla böylesi tanışmayı yakıştıramadım kendime. Ayıp olur deyip döndüm. Belki de iyi oldu, dünkü planımı uygulamaya erken başlamış olurum dedim, lâkin felaket bir yağmur, göz gözü görmüyor, çıkılmaz bu havada, kahvaltı da yapamam bu saatte. Biriken işlerimi mi yapsam? Sökükler, dikişler, ütülenecekler… Hayır, yazmak, okumak da gelmiyor bu ruh haliyle içimden. Başım çatlıyor ağrıdan. En iyisi şu eski kilimleri çıkarıp onarayım, işleyeyim üzerlerini tazı ve göz boncuklarıyla, püsküller, minik çanlarla, epeydir tasarladığım şekliyle o boş bıraktığım, kendisini bekleyen duvara asayım. Alçıyla sıvayıp, simli saç boyasıyla o çatlak küpü boyayayım, yer yer ona yapıştırayım kalan kilim parçalarını. Hem ortadan da kalkmış olur, düşündüğüm yerde alır yerini. Yok, o da uzun iş, şu yarım kalmış dantel masa örtüsünü mü? Iıh. Ya da iki kolu örülmeyi bekleyen mantomu mu örsem? Çiçeklerim de gübrelenmeyi bekliyor. Yok, canım hiçbirini istemiyor bugün.

Kuşum bari yapsın kahvaltısını, suyunu, yemini tazeleyip sohbet ederek öpüşüyoruz bir müddet. Ses kesildi, en iyisi tekrar girip iyice soğumadan yatağıma, uyumaya çalışayım kaldığı yerden. Biraz zor oldu ama oldu. Çok güzel bir rüya görmekteyim, rüya gibi denir ya, aynen öyle. Pırıl pırıl güneş, yemyeşil bir orman, her yer silme çiçek, tüm sevdiklerim, özlediklerim yanımda, mangalda et, kucağımda bir oğlan çocuğu, küçücük, yumuk yumuk, dünya güzeli. Seviyor, öpüyor, mıncıklıyorum, çok sevdiğimi, çok özlediğimi sayhalıyorum. Bir kardeşim oluyor, bir oğlum. İkisine de doyamıyorum.

En güzel yerinde avaz avaz İbrahim Tatlıses. Yakıştı mı şimdi? Fırlıyorum yine yataktan. Hem söyleyene, hem söyletene söylenerek. Yine kapıya yöneliyorum, alt katımdakilere aynı şeyleri söylemeyi düşünüyorum. Ama yine geri dönüyorum. Utanıyorum kapılarına gitmekten Pazar sabahı. Hem ne değişecek ki, daha önce defalarca rica etmedim mi?

Dışarı çıkılmaz bu havada, evde oturmak da imkânsız. Gidilecek üçüncü bir yer de yok.

Çayı koydum ocağa, tekrar başlayan çekiç, matkap sesleri, İbrahim Tatlıses avazları, onları baskılasın diye açtığım müzik setinde, Fausto Papetti ve omzumda cırıl cırıl konuşan kuşum, başım hâlâ çatlıyor ağrıdan. Oturdum masamın başına, açtım bilgisunarımın kapağını.

Nasıl yazılır, ne yazılır ki böyle bir ortamda?!

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..