- Kategori
- Felsefe
Birey olabildik mi?
İlk, orta, lise eğitimimizde...ya da daha eğitime başlar başlamaz demeliydim, tuhaf bir cenderenin içine soktular bizleri. Saygının, hoca sınıfa girdiğinde adeta şimşek gibi yerinden fırlayarak ayağa kalkmak olduğunu, hocamızı gördüğümüzde ceketimizin en üst düğmesini iliklerken kafamızı da hafifçe ileri ittirerek selam vermek ve gevrek bir “nasılsınız hocam?” demek olduğunu öğrendik.
Hocamız yüzünü tahtaya döndüğünde çeşitli şabalaklıklar yaparak gerçek te ne kadar da saygılı olabildiğimizi ise özenle gösterdik. Hocalarımızda bize çok saygılıydılar ve sınıfın ortasında öğrencilerini rencide etmekten çekinmediler . Elbette pırlanta gibi hocalarımızda oldu yıllar geçse de hiç unutmadık onları ama çoğunluk ne yazık ki koca bir sıfır alarak kalmıştı anılarımızda.
Sınıf yoklamasında numaralarımız okundu, isimlerimiz değil.
Bir örnek giyindik ve böylece eğer serbest giyim gelse, fakir arkadaşlarımızın zengin ve de güzel giyinebilecek diğer öğrencilerin yanında ezileceklerini bu yüzden de büyüklerimizin bir örnek giyim tarzını getirerek aslında eşitliği de getirmiş oldukları düşüncesini benimsedik.
Oysa aynı giyinmemize rağmen fakir öğrenciler zavallı bir kumaştan yapılmış ceketleri dökülen ayakkabıları ile zaten fena halde ayrılıyorlardı ki...Zengin ve fakir bırakın giysiyi saç traşından bile belli oluyordu ki.
Ama yok olsun bir örnek olmalıydık. Bu da birey olmayı tıpkı okul numaralarımızın ardında yitirdiğimiz gibi bir örnektir işte.
Zengin ve müthiş ilginç olan tarihimizi son derece can sıkıcı bir şekilde yazılmış kitaplardan öğrendik...ya da öğrenmiş gibi yaptık. Oysa büyüklerimiz bu kadar zengin tarihimiz içinden, aklımızdan yıllarca çıkmayacak orijinal bir takım tarihi olayları da içine katarak anlatsalardı; kuru kuru yılları, yerleri ve çalışılması gereken sayfaları bilerek sırf dersi geçmek için can sıkıcı bir şekilde çalışmayacak...bugün ermeni soykırımı diye karşımıza çıkan ülkeler ile bilinçli bireyler olarak haklı mücadelemizi çok daha kuvvetli yapacaktık.
Birey olarak yetiştirilseydik, yap denilince yapan insan yerine düşünen, sorgulayan, yeni çözümler bulabilen insanlar olabilecektik.
Mesela kendimden örnek vereyim. İyi okullarda okumama rağmen yap denilince yapan insan eğitimi almış şekilde yetiştiğimi ve uzun zaman sonra bunu üstümden atabildiğimi ve hatta zaman zaman kalıntılarını taşıdığımı itiraf etmem gerekir. Bir bilim insanı için ise en tehlikeli şey yap denilince yapan insan olmaktır.
Birey olarak yetiştirilmediğimiz için karşımızdaki bizden farklı bir şey söylediğinde onu anlamaya çalışmak yerine, hemen anlattıklarını kişisel algılayıp agresif bir savunmaya geçer olduk. Bunun da hiç farkına varmadık. Yaşımız 50 oldu, 60 oldu, 70 ve hatta 80 oldu ama anlamadık işte.
Büyüklerimize saygıdan dolayı söyledikleri herşeyi çoğu zaman kabul eder olduk. Pek tartışmadık. Oysa onlar en iyi bildikleri şeyleri söylüyorlardı ve ille de doğru olması gerekmiyordu.
Birey olsaydık eğer kendimizi başkasının yerine koyabilmeyi de öğrenebilir, gereksiz asabilikler göstermezdik.
Bana kalırsa eğitim sistemimiz birbirinin aynı olan ve renkliliğe izin vermeyen insanlar yetiştirdi. Bu da yıllar içinde toplumda ayrılıklara ve kırgınlıklara yol açtı. Bazılarımız ise ancak yıllar sonra kendi çabasıyla birazcık olsa da renkli olabilmeye çalışan insanlar oldular. Onlar da çoğu zaman toplum tarafından güzelce törpülendiler...hatta bu törpülenme metodlarına isimler bile taktık “mahalle baskısı” dedik. Keşke mahalle baskısı tersi yönde olsaydı... Sığ insanların baskısı yerine, derin insanların iyiliği ve berrak bir aklın yolunu teşvik edici bir baskısı olsaydı...harika olurdu.
Ve eğer birey olarak herkesin ne kadar değerli olduğunu görebilseydik birlikte yükselir, farklılıklarımızın aslında ne de büyük bir avantaj olabileceğini görür, kendimize yarayan parçalarını alır, hayatımıza monte etmeye bile çalışırdık.
Ama birey olamadık. Onun yerine ne olduk acaba?