Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Bitli yorgan

Uzun süreden beri şu demokratikleşme adı altında açılımı izlemeye çalışıyorum.

Tarihimiz boyunca aynı coğrafyada beraberce yaşadığımız ve yaşadığımız coğrafyanın bir gereği olan değişik kökenli vatandaşlarımızla aramızda daima bir diken oluşturulmaya çalışılmaktadır. Sanayi devrimi ve sömürge yaratma ihtiyaçlarının doğduğu süreçten bu yana bu durum , değişik senaryo ve bahanelerle de birlikte olsa bile, devam etmektedir. Dişini geçirebildiğini ele geçir, dişine göre olmayanı da, dişine göre ufala yada metobolizmasını boz , deforme et düşüncesiyle dünya tarihinde, batılı devletler ve buna mukabil Rusya, dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki toplumları hırpalamış veya toplumsal olarak deforme etmişlerdir. Bakınız Cezayir , Fas, Suudi Arabistan , diğer arap devletleri, kendi dilinden çok baskın devlet dili bilen türki cumhuriyetler, Hindistan vs.

Kimileri toplumsal ve kültürel kimliklerini kaybetmiş yeniden bulmaya çalışıyorlar, kimileri tamamen kaybetmekle kalmamış , ele geçiren baskın ülkenin genlerini kopyalamışlar.

Orta doğuda ise petrolün varlığı ile birlikte , tek bir devletin değil birden fazla horozun varlığı nedeniyle , kimin ne olduğu tam olarak belli değildir. Baskın devletlerin ajanları ve o devlete çalışan pravokatörler cirit atmaktadır. Geçtiğimiz son 20 yıla bakacak olursak , sanki tarih yeniden tekerrür ediyor ve yeniden toprak işgallerinin başladığını görebiliriz.

Birinci dünya savaşı ve sonrasında ise mezapotamya bölgesinde bulunan kürt vatandaşlar, daha önce yazılarımda belirttiğim gibi , yine baskın devletlerin aralarına nifak sokmasıyla , yönetime karşı kışkırtılmışlardır. Kürd Teali Cemiyeti ve kürd beyleri , Sevr Antlaşması'nı zorla uygulatmak isteyen işgal kuvvetlerinin kendilerini kandırmasıyla otoriteye karşı baş kaldırmışlar ancak yine durumun ve zamanın şartları ile Atatürk ve silah arkadaşları ile stratejistlerin çalışmalarıyla bu çalışmalarından vazgeçirilmişlerdir.

İlginçtir İran'da , Suriye'de bu tarz durumlar oluşmamış ve aksine, hem İran'da, hem Suriye'de, hem de Irak'ta ikinci sınıf insan muamelesi görmelerine rağmen, dünyaya , bir tek sanki Türkiye'de yaşayan kürd nüfusun ikinci sınıf vatandaş olduğunu duyurumaya çalışmışlardır. Yanlış anlaşılmasın bazı kürt çevrelerden bahsediyorum , tüm kürtleri kastetmiyorum.

Ben bugüne kadar hala kürt asıllı Türk vatandaşların nasıl bir haksızlığa maruz kaldıklarını , ya da nasıl bir ikinci sınıf vatandaş olduklarını veya çirkin bir muamele yapıldığını ne gördüm, ne de şahit oldum. Ben hangi haklara sahip isem onlarda aynı şartlara sahip. Hukuk , her ne kadar son zamanlarda kürd ayrılıkçılar için daha avantajlı olsa da , aynı eşit şartlar da hepimizi sorumlu tutuyor. Onlar (bölücüler) mitinglerinde araba yakıp , esnafın dükkanına , bankalara ve kamu mallarına zarar veriyorlar , sanki gavur malı , biz ise alkışlarla toplanıp bayraklarla coşuyor ve evlerimize dağiliyoruz. Bunun aksini söyleyen varsa lütfen demogoji yapmadan, somut şeylerle gelsin görelim.

Şu olabilir , bugün büyük kentlerin gece hayatlarına baktığınızda, mafya, otopark, gazino, taverna, pavyon tarzı işyerleri, genellikle kürtlerin elinde. Ama maalesef böyle bir gruplaşmayı ben yaratmadım, gerçek bu. Seçim onların seçimi. Bu tip işlere daha meyilliler, istisnalar kaideyi bozmaz.

Şimdi gelelim asıl konuya, kürt açılımı. Bu bitli yorgan iki yolla çözülebilir.

Birincisi, şovenist duyguları alınmış, kararlı, Hitler tarzı birisi tam destekle başa gelir ve askeri metotlarla, Kandil dağına ve gerekli tüm terör yuvalarına, hiç kimseye aldırış etmeden otuzbin, kırkbin askerini konuşlandırır ve kandilin her mağarasına radyasyon saçıcı nükleer atık bırakarak, artık insan sağlığı için yaşaması uzun yıllarca imkansız bir hale getirip, gerekli şehit bedelininde üstlenip dört bilemedin beş yıl oraları işgal altında tutar, yeniden yapılandırır. Ülke içinde de sağlam istihbarat ve kolluk güçleriyle tüm ayrılıkçı teröristleri bir daha geri alınmamak üzere sınır dışı edilir. Bu tip hareket ve düşünce içinde olanların ya da bunlara sempati duyanların da aynı sonuca katlanmasının kaçınılmaz olduğu algılattırılır. Herkes işine gücüne devam eder, fantazi arayanları ayıklanır toplumdan.

Bunu yapacak bana göre bir yürekli babayiğit, henüz ortalarda gözükmüyor. Alacağı uluslararası tepkiler çok ağır olacaktır. Hatta Bosna'da, müslümanları katleden sırpların pozisyonuna bile, (yapılmasa dahi ) provakosyanda dünya birincisi olan DTP tarzı teşkilatlar tarafından düşürülebilir. Dış güçler tarafından askeri müdehale bile görebilir ülke. Haklıyken haksız duruma düşülebilir ve tüm ülke hüsrana gidebilir. Ya da tam tersi... Herkes bağırır bağırır ve susar. Gerçi çok enteresandır, geçmişlerinde tüm gelişmiş ülkeler bu metotla güçsüz ülkeleri ezmişler ve bugünkü düzene kadar getirmeyi başarmışlardır.

İkinci yol daha sabır isteyen ve birincisine nazaran daha az yan etkisi olan bir yoldur. O da bilinçlenmedir. Ortak düşmanın ya da sorun kaynağının belirlenmesi, toplumsal mutabakat ve bilinçlendirme... Bu hususta devlet ve millet bir ana kadar şevkatli ama iyiniyetin suistimal edildiği yerde çok keskin ve zalim olmalıdır. Birlik ve beraberliğin deforme olmasına imkan verecek her türlü provakasyon ve hareket ve söylemler toplumun her biriminden anında ve keskin bir tepki almalıdır.

Gelelim hükümetin yaptığı ya da yapmaya çalıştığı ancak yüzüne gözüne bulaştırmak üzere olduğu açılım. Bu iş bir kere meclisten geçer. İlk önce mecliste bu konuyla ilgili tam mutabakat olmalı. Nedeni ise söz konusu olay toplumun yapısallığı ve bünyesiyle ilgili bir konudur. Yani binanın çatı problemi değil, temelinin güçlendirilmesi meselesidir.

Sürecin ve iplerin, kontrolün daima devletin elinde olması gerekir. Çünkü bu açılımı fırsat bilip ipleri eline almak ve yönetimde söz sahibi olmak isteyenler çok olacaktır. Tıpkı DTP nin hariçten gazel okuyarak, sanki süreci kendilerinin başlattığı ve kendilerinin kontrolü altında olduğu izlenimi vermek istemesi gibidir. Konunun dışında kalmaları, siyasi olarak tükenmeleri demektir.

28 Ekimde gelecek olan kafile için aslında amaç miting düzenlemek değildir. Düzenletilmeyeceğini kendileri de çok iyi biliyorlardır. Ancak ellerine siyasi bir koz geçmesi açısından son dakikaya kadar diretip, dikkatleri kendi üzerlerinde toplatıp, son dakika da vazgeçip, halka bakın işte yine özverili olan biziz, biz vazgeçiyoruz onlar izin vermiyor diye değil, manevrası yapacaklarına inanıyorum. Eğer zaten bunu yapmazlarsa, niyetleri milleti birbirine kırdırmaktır ve dünyanına da tepkisini üzerlerine çekeceklerdir. O saaten sonra da artık ağızlarıyla kuş tutsalarda dünya dönüp bakmaz onlara. Bu arada küçük bir not, kimse Türkiye'den hele hele bu bölgede, vazgeçmez. Kimse derken kendimizi söylemiyorum...

 
Toplam blog
: 116
: 735
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1994 Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat bölümü mezunuyum. Aynı üniversitede Genel İktisat Polit..