- Kategori
- Güncel
Bize acilen bir kıyamet lazım!
“İnsan, insanın kurdudur”
Titus Maccius Plautus (M.Ö. 254-184)
Aslında, bir açıdan güvenlik supabı gibi bir şey; kıyametin varlığı… Vicdanlarımızın mazlum ve çaresiz sesinin samimi bir dayanağı…
Haber bültenleri, gazeteler hep aynı şeylerle dolu. Her yerde kavga eden insanlar, cinayetler… Bireysel kavgalar yetmezmiş gibi, her yerinde dünyanın; toplumsal anlaşmazlıklar, savaşlar, katliamlar… İnsanoğlu, kendi soyunu ve o soya ait tüm değerleri bir kurt gibi parçalayıp, yiyip tüketmekle meşgul…
Ne zaman çıktı bu insanlığın çivisi acaba? İlk insan, ilk silahları icat ettiğinde mi? Habil, Kabil tarafından işlenen, tarihin ilk cinayetine kurban gittiğinde mi? İlk mülkiyet fikri doğduğunda mı? İlk savaştan sonra mı? Para denen illet ilk icat edildiğinde mi? İnsan tanrıya ilk karşı geldiğinde mi? Globalizm ve kendini sürekli modifiye eden kapitalizmden oluşan o tatsız karışımla halvet olan; eski, geleneksel, ahlaki değerler artık anlamını yitirdiğinde mi? İnsan ruhunu şeytana sattığında mı yani...? Yoksa hep mi çıkıktı bu malum çivi?
Hani belirtmiş ya Allah, Kitap’ ta; onunla karşıma gelmeyin diye; “kul hakkı” için… Nasıl oluyor da, biz bir türlü duyamıyoruz bu ilahi sesi?
İlaç üreticisi olan, büyük dünya firmalarına çok ciddi bir teklifim var: yok zayıflatan ilaç, yok ereksiyon hapı gibi bir dolu şeyin yanında; “kullanıldığında, insanı mecburen vicdanlı davranmak zorunda bırakan bir ilaç” yapsalar ya… Bakın dünya nasıl yaşanılası bir yer oluyor!
Yok eğer bulunamayacaksa o türlü bir ilaç; inanın bana “Bize acilen bir kıyamet lazım!” Haksızlığa uğrayan, uğradığını hisseden milyonlarca yürek için, bunca yıkım, bunca zulüm için; en azından, hiç yoktan, ilahi divanda hesap sorulduğuna tanık olmalıyız. Çünkü maalesef buranın divanlarında sadece; güç sahibi olanlar söz sahibi...
Ve sanki, insanoğlu varolduğu günden beri var yer yüzünde çeşit çeşit zulüm. İnsanın var olma hikayesi kadar eski sanki zulmün var olma hikayesi de... Sanki her ne kadar iddia edildiği gibi evrimleşiyorsa da insanoğlunun bedeni; zalimliği, hırsları, açgözlülüğü hiç geçmiyor, azalmıyor, kaybolmuyor. Aynı içgüdüsel ilkellik ve yıkıcılık devam ederken, Kabil’ den bu yana, sadece cinayet ve zulmün, yöntemleri ve silahları değişiyor sanki…
İnsan hayatında, teknoloji ve bilim sayesinde, her şey, her geçen gün daha da kolaya giderken; günümüzde insanlar dünya nimetlerinden daha çok faydalanabiliyor haldeyken, sürekli bu geçmişe duyulan özlem neden sizce...?
Biliyor musunuz, en azından göğüs göğse, yiğitçe vuruşuyordu eski insanlar… Yüz yüzeydi kavgaları karşılarındakilerle…
Şimdilerde, en azından, yiğitlik mi?
Kusura bakmayın, biz onu zaten çoktan yitirdik…
D. Dara KILINÇ