- Kategori
- Deneme
Bizler iftarımızı zeytinle açarız .

Lütfen fotoğrafı inceleyin söze gerek kalmadan öyle güzel anlatmış ki her şeyi. Arkasındaki koca koca beton yığınlarına ve şehre karşı direnen bir zeytin ağacıdır o...
Bizler iftarımızı zeytinle açarız .
Kahvaltımız hepi topu üç beş zeytinin ve bir kuru ekmeğin başınadır.
Kıymayın efendiler zeytinimize, ağacımıza, köyümüze, köylümüze...
Zeytine siyaset ve kan bulaştırmayın. Ağaçların göğe yazdığı şiirleri ağlatmayın.
Eskiler, yaşlı ağaçları kesmek için ormanlara giderken baltanın ağzını bir kumaş parçasıyla sıkıca örtermiş. Bunu biliyor muydunuz?
Çünkü, ağaçların, bizim bilmediğimiz yaşama gücü, oduncunun elinde o kesici aleti görünce korkudan bir salgı yapar, bu salgı, genç fidanların öz suyunu zehire dönüştürürmüş. Bir efsane bile olsa (ki bilim bugün bu efsanelerin de aslını meydana çıkarıyor) evet, bir efsane bile olsa... bu gelenek bir çok gerçeği gün ışığına çıkarıyor.
ATATÜRK’Ü AĞLATAN AĞAÇ
Siz Atatürk’ün ağaç sevgisi hakkında neler duydunuz, neler okudunuz bilmiyorum. Bir konu var ki okuma kitaplarının baş yazısı olarak neden onu seçmiyorlar, neden bütün çocuklarımıza anlatmıyorlar, ben bunun cevabını veremiyorum. Ankara, Kurtuluş Savaşı’mızın eşsiz önderine kollarını açtığı günlerde, Çankaya’dan şehre inen yol üzerinde tek bir iğde ağacı varmış; ağaç olarak. Mustafa Kemal, o ağacın önünden geçerken her sefer, yanındakilere gösterir o iğde ağacını, “Bak, dermiş, bu benim iğde ağacım”. Bu sevgiyi bilmeyenler, haberli olmayanlar, bir gün yolu genişletmek amacıyla iğde ağacını kesmişler. Ve Mustafa Kemal onu selâmlamak üzere başını çevirdiğinde ağacın yerini bomboş görmüş. Heyecanla sormuş “ne oldu benim ağacıma” diye... Kesildiğini öğrendiği zaman da iki elini yüzüne kapayarak ağlamaya başlamış. Bugün koca bozkırın ortasında binlerce ağacın yeşerip göverdiği bir Ankara ve bir Gazi Orman Çiftliği varsa eğer... Bunu Mustafa Kemal’in o günkü gözyaşlarına borçluyuz. Bir iğde ağacı yerine bir orman... Binlerce ağaç, binlerce sevgi...
İki bin yılının çocukları, doğayı böylesine algılamayı öğrenmezse eğer... Böylesine sevmezler ve saymazlarsa... Yalnız topraklarımız değil, yüreklerimizde, boz bulanık bir sevgisizliğin içinde, bir bozkır yalnızlığını yaşamaktan öte hiçbir şey yapamayacaktır.
Teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin... Güçlenirse güçlensin! Canlıya sevginin ve saygının her çağda, her zaman ve her mekânda bir başka anlamı ve bir başka değeri olacaktır.
Prof. Dr. Necmettin ÇEPEL