Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Ocak '13

 
Kategori
Güncel
 

Blog editörünün sansürden daha büyük sorunu: Otosansür

Blog editörünün sansürden daha büyük sorunu: Otosansür
 

ÖZAL'ı eleştirme özgürlüğü


Her türlü neşriyat, haber ve bir yerden diğer yere gönderilen şeylerin, gönderilene ulaşmadan önce gerektiğinde devlet tarafından kontrolü; bazı fikirlerin yazılıp yayılmasının engellenmesine sansür diyoruz. Diğer bir ifadeyle sansür, insan ifadesinin çeşitli yollarla kontrol altına alınmasıdır. Pek çok durumda hükümet tarafından uygulanır. En somut amacı toplumu korumak olsa da, aslında toplumu iktidarların veya hakim gücün istediği şekle sokmak amaçlanır. Ayrıca sansür, toplu iletişimden kimi düşünceleri ve konseptleri çıkarma yoluyla algıyı kontrol etme eylemi olarak da nitelendirilebilir. Sansüre uğrayan şeyler tek bir kelimeden başlı başına bir kavrama kadar değişebilir ve değer sisteminden, ahlaki yargılardan etkilenebilir.

Sansür insanlık tarihinin çok eski zamanlarından beri şu ya da bu ölçüde uygulanmaktadır. Ama, insanların kişisel hak ve özgürlüklerinin bilincine vardığı, düşünce ve basın özgürlüğünün yaygın kabul gördüğü çağdaş toplumlarda sansür bir baskı aracı olarak nitelenmekte ve kapsamı giderek daralmaktadır.

Genellikle devletin, egemen siyasal, dini ve ahlakının korunması adına uygulanan sansür, matbaanın bulunuşu ve kitap basımının artmasıyla kurumlaşmıştır. Yönetimler genel kamu yararını korumak gerekçesiyle yasal düzenlemelere giderek sansürü hukuksal bir temele oturtmuş ve çağdaş anlamıyla sansür kurumunu yaratmıştır. 

Anayasamız sansüre karşı düşünceyi ve basını güvence altına almıştır:

MADDE 26.– Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.

MADDE 28.– Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır… Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar…

Demek ki, Anayasamız 28. Madde’de sayılan çok özel durumlar dışında düşünceyi ve basını güvence altına almış. Gerçekte uygulama öyle mi acaba?

Günümüzde sansürden daha tehlikeli bir uygulama vardır: OTOSANSÜR. Sansürlü günlerin bir gün biteceğini umut ederek baskıcı rejim günlerine bir nebze dayanabilirsiniz. Sansürün kaldırılması için mücadele edebilirsiniz. Peki, ya sansür yoksa ve buna rağmen hala istediğiniz gibi yazamıyor, çizemiyor, fikrinizi açıklayamıyorsanız ne yaparsınız? 

Otosansür, ağacı sapı kendi dalından yapılma baltayla kesmeye benzer ve aslında kişiye sansürden daha fazla acı verir. İnsanlara işini, özgürlüğünü ve hatta kişiliklerini kaybedebileceklerini hissettirerek onları otosansür uygulamaya mecbur bırakmak bence sansürün en aşağılık ve sınır tanımaz halidir. Bu korku editöre Yunus Emre’nin 14. yy.da yazdığı şiirin bir kısmını sansürletebilir ve hatta ‘şiirin bu kadarı ile amaç hasıl olmuştur’  dedirtebilir. Bu korku, blog.milliyet editörünü hiç hakkı olmadığı halde bazı yazıları engelleme yetkisi verdirebilir. Bu korku, yönetmene yarattığı karakterleri iktidarın daha çok beğeneceğini düşündüğü hale sokturabilir. Eğer onların istediği kalıba girmezseniz başınıza her şey gelebilir. Örnek mi istiyorsunuz:

Behzat Ç. dizisi RTÜK tarafından birden fazla idari para cezası aldı. Bülent Arınç, Fatma Şahin gibi başta AKP kurmayları olmak üzere, muhafazakar basın da dizideki karakterlerin içki içmesi hakkında açıklamalarda bulundu. Dizinin, “Türk aile yapısına aykırı” bulunduğu ileri sürüldü, hakkında milletvekilleri tarafından soru önergesi verildi (hiç başka işleri yokmuş gibi). RTÜK’ün sansür ve ceza gerekçesi ise şöyle olmuştu: “Dizide ana karakterler birbirine ‘Lan’ diye hitap etmekte, argo ve küfürlerden bazıları biplemekte geç kalındığı için açık olarak anlaşılmaktadır. Toplumda belli bir saygınlığı olan komiserlik, savcılık ve polislik görevindeki ana karakterlerin alkol kullanma, kaba ve küfürlü konuşma gibi çocuklar ve gençler açısından olumsuz örnek oluşturabilecek nitelikteki davranışlar, özensizce ekrana taşınmaktadır.”

Diyelim ki, ülkemizde lan diyen, içki içen ve küfür eden polis ve savcı  hiç yok. Yönetmen veya senarist kendi kafasından böyle bir karakter yaratamaz mı? Yanıt: YARATAMAZ. Neden? Yanıt: Türk aile yapısı…. Ne acayip değil mi? Şu meşhur aile yapımızın ne olduğunu kendilerince biçimlendirenler TV’lerdeki reality şovları seyretmez ve gazetelerin üçüncü sayfalarını hiç okumazlar mı acaba?

Otosansür, açık bir baskı olmadan, başkalarının hassasiyetlerini saygı göstererek, herhangi bir makamın ve yetkili kurumun engellemesi olmadığı halde, kişinin kendi çalışmalarını (blog, kitap, film veya diğer anlatım araçları gibi) sansürleme veya sınıflandırması eylemidir. Otosansür, denilen illetle mücadele çok zordur. İnsanların içine korkuyu bir kere saldın mı, onu söküp atmak çok zordur. Çünkü görünüşte sansür yoktur, yapan da yoktur.

Geçenlerde  “Medya ve Özgürlük” konulu panelde konuşan, liberal eğilimli “Rus Birleşik Demokratik Partisi”nin (Yabloko) kurucusu ve eski lideri Grigori Yavlinski’nin söylediklerine bakar mısınız:

 “Özgür basının olmadığı yerde özgürlük de yoktur. Bizim Rusya’da ifade özgürlüğümüz var. Sorun, görüşlerimizi ifade ettikten sonra özgür kalıp kalamayacağımızla ilgili. Rusya’da özgür, bağımsız ve siyasi bakımdan etkili medya yoktur. Bir medya kuruluşu ne zaman popüler ve güçlü hale gelirse (iktidar tarafından) durdurulur ve yok edilir. Bütün medya devlete aittir ve bizzat Bay Putin tarafından yönetilir. Özellikle televizyon alanında bütün belli başlı kararlar Putin tarafından alınır ve dikte edilir. Rus halkı Rusya’da özgür bir basın için çok da talepkar değil. Halk 90’lı yıllarda yaşananlar yüzünden medyaya bütün güvenini kaybetmiştir. Ama halk kurumlara ve siyasete de güvenmiyor.

Tanıdık mı geldi? Aman öyle düşünmeyin, düşünceniz editörümüz tarafından sakıncalı bulunabilir. Üç gündür ‘TOPLANTI NOTLARI I’ isimli mizahi yazımın editörlerce yayına verilmesini bekliyorum. Kendilerine sitemle dolu mailler atmama rağmen editörümüz bana yanıt bile vermedi. Ben kimim ki, yanıt bekliyorum değil mi ama?

Sevgili dostlar, başbakanımızın ustalık çağında  olduğu, ileri demokrasiye geçip kendilerini Başkan yapma yolunda  azimle ilerlediğimiz şu günlerde aşağıdaki sorulara samimi yanıtlar verir misiniz lütfen:

1. Yazımda kullandığım 1980’li yıllarda yapılmış görselin bir benzerinin bu günkü başbakan için yapılabileceğini, yapılsa bile yapanın görevde kalabileceğini düşünebilir misiniz?

2. 1990 yıllarda kapalı gişe oynayan Kandemir Konduk tarafından yazılıp Devekuşu Kabare (Zeki Alaysa-Metin Akpınar) Tiyatrosu tarafından sahnelenen ‘Yasaklar, Geceler, Deliler, Beyoğlu Beyoğlu’ gibi oyunların benzerlerini  bugün yazıp sahneye koyabilecek babayiğit pardon sanatçı olabileceğini ve o kişinin piyasada kalabileceğini kabul edebilir misiniz?

3. Herhangi bir TV kanalında gece yarısından sonra da olsa ‘Tutti Furitti’ isimli bir program olabileceğini hayal edebilir misiniz?

4. 30 yıl önce çekilmiş olsa bile, Önder Somer’in bir elinde purosu, bir elinde viskisi ile üst kat merdivenlerinden aşağıya inişini üzerleri buzlanmadan gözünüzde canlandırabilir misiniz?

Soruları artırmak mümkün dostlar. Yanıtlarınızla günümüz ile geçmişi karşılaştırıp fikir ve vicdan özgürlüğü açısından nereye gittiğimizi görebilirsiniz. Gazeteci Nedim Şener’in dediği gibi, otosansür insanların nefes almasını engelliyor.

 
Toplam blog
: 159
: 1303
Kayıt tarihi
: 19.06.12
 
 

1963 yılında Balıkesir'in şirin ilçesi Erdek'te doğdum. Yüksek lisans eğitimimi Dokuz Eylül Ünive..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara