- Kategori
- Blog
Blog ne işe yarar?

Milliyet Blog'a ve ülkenin saygın gazetelerinden birinin internet sitesinde okurlarının da bağıra bağıra seslerini duyurabilecekleri bir platform sağlamayı akıl edip uygulamaya koyanlara teşekkür etmek istiyorum. Bu sayede çoğu okur yazmanın da keyfini keşfetti.
Belki hepimiz önceden de kendi kendimize bir şeyler karalayıp duruyorduk ama bunların çoğu kapalı defterler arasında ya da bilgisayar belleklerinde solup gidiyordu. Yazıyor, bir daha da yüzüne bile bakmıyorduk. Başkalarının görüşüne ve beğenisine sunulmadıkça, okunup da onlardan olumlu / olumsuz bir tepki almadıkça yazmayı sürdürmek kolay değil. Tiyatrocunun alkış ihtiyacı / beklentisi gibi...
Mesela ben burada şu ana kadar 67 yazı girmişim. Bunların iki tanesi önceden yazdığım ve başka yerlerde yayımlanmış yazılardı. (Bakınız: “Yolculuk Nereye?” ve “İlk Kitapçım” başlıklı bloglar) Geri kalan 65 tanesini ise Milliyet Blog’a başladıktan sonra yazdım. Yani böyle bir ortam olmasaydı ben bu yazıları hiç yazmamış olacaktım. Belki arada bir esintiyle iki satır karalardım yine ama o kadar işte...
Ben yazdıkça açılan biriyim. Yani önceden tasarlayıp şunu şöyle diyeyim, bunu böyle yazayım diye bir plan/tasarı olmadan yazarım. Bütün sorun yazacağım konuyu seçme ve ilk cümleyi oturtmaktadır. O aşamaları geçtikten sonra fazla zorlanmam. Bir kere başlarsam arkası mutlaka gelir. Beklediğim zaman ise hiçbir şey çıkmaz. Blogun benim için en başat ve önemli işlevi bu olmuştur: Yazma motivasyonu...
Milliyet Blog’da yazmaya başladıktan sonra çok sayıda insanla tanıştım. Tabii bunların hepsi şimdilik sadece sanal arkadaşlıklar... İlerde aynı şehirde oturanlar belki gerçek hayatta da tanışıp kendilerine bir çay / kahve ortamı yaratabilirler. Burada tanışanların öteki arkadaşlıklara göre farklı bir tarafı da var elbette: Yazı dostluğu... Bu özellik sanırım en belirgin tarafımız. Bir yayınevinin yazarları gibiyiz bir anlamda.
Bu ortam sanırım birçok insanı dönüp dolaşıp aynı yere gelinen arkadaşlık sitelerinden kurtardı. Neydi o öyle: “Anlatılmam yaşanırım!..” Burada kimliğinin öne çıkan tarafı yazma kabiliyetin, dünyaya bakışın, içtenliğin ve seçtiğin konular... Herhalde birçok insan gevezeliğinden ya da fiziksel özelliklerinden çok bu yanıyla tanınmak ister. Milliyet Blog’un böyle bir işlevi de var. Ne yazıyorsan o’sun...
Birlikte hareket etme ya da bir kamuoyu yaratma potansiyeli, blog ortamının şimdi değilse bile ilerisi için en önemli işlevlerinden biri olacak gibi görünüyor. Ferdi Vatansever kardeşimiz için başlatılan ve cılız da olsa bir destek yaratan kampanya bunun bir örneği...
Sevgili Başak Altın’ın sansüre karşı sinemaya siyah gözlükle gitme önerisi de ilginç ve dikkate değer bir girişim olarak göründü bana. Bu girişimler çeşitlendirilebilir. Mesela Milliyet Blog yazarları olarak bir olaya tepkimizi göstermek için kısa bir metin hazırlayıp yazdığımız konu ne olursa olsun o metni yazımızın sonuna ekleyebiliriz. Daha farklı yöntemler de bulunabilir.
Öğrenme. Yaşadığın sürece su içme, yemek yeme gibi hiç kaybolmayan bir ihtiyaç... Blogculuğun insanı öğrenmeye iten bir yanı da var. Hani ne demişler; bir konuyu anlamadıysan onu başkalarına anlatmaya çalış; olmadıysa o konuda bir makale yaz; yine anlamadıysan otur bir kitap yaz! Anlatmak, aynı zamanda öğrenmektir. Başkalarının karşısına çıkıyorsun, entelektüel donanımındaki eksikleri mümkün olduğunca gidermelisin. Bu ihtiyaç da yazarı daha çok okumaya ve öğrenmeye iter; yani itmeli. Blogcu için bu da göz ardı edilmemesi gereken bir şans. Ancak şimdiye kadar gözlemlediğim bir eksikliği söyleyeyim; bloglara gelen yorumlar genellikle yazarı destekleyici yönde oluyor. Mesela imlayla, anlatım tekniğiyle ya da içerikteki maddi hatalarla ilgili hatırlatmalarda bulunulabilir. Böylece belki dili doğru kullanıp hataların asgariye inmesi de sağlanabilir.
Bir konuda aklımıza geleni yazıya döküp Milliyet Blog’a yolluyoruz. Kimi didaktik olmayı tercih ediyor. Belki de çoğumuzun içinde bir öğretmen gizli!.. Kimi sayıklamak, kimi haykırmak istediklerini, kimi mutluluklarını, kimi acılarını, kimi alkolün dilinde yarattığı titreşimleri, kimi unutmak istemediği anılarını, kimi ilerdeki kitabının eskizlerini, kimi trafikte yaşadığı zulmün tepkisini, kimi yalnızlığını, kimi de bu dünyada bırakmak istediği izleri harflere dönüştürüp bırakıyor önümüze... Yani temelde bir paylaşım ve varlığını gösterme çabası. “Bunlar içimde kalmasın, buyrun belki sizin de ilginizi çeker”, diyor yazarlar. Bu da sanırım blogun en önemli özelliği ve hiç de az şey değil.