- Kategori
- Blog
Blog yorumları üzerine
Önce bir hikaye: Çok despot bir kral varmış. Hiçbir zaman hiçbir konuda taviz vermezmiş bu kral. Bir gece, rüyasında 32 dişinin birden döküldüğünü görerek çok etkilenmiş ve hemen sarayın rüya tabircisini çağırtarak rüyasını anlatmış. Tabirci şöyle bir yorumda bulunmuş:
-Majesteleri, malesef bütün sevdiklerinizin ölümlerine teker teker şahit olacaksınız ve çok üzüleceksiniz.
Kral çok sinirlenmiş ve bu tabirciyi, 3 gün sonra başı vurulmak üzere zindana göndermiş. Ama rüyanın hala etkisindeymiş ve içi içini yiyormuş. Bu yüzden adamlarına hemen yeni bir rüya tabircisi bulmalarını söylemiş. Yeni rüya tabircisi geldiğinde kral rüyasını anlatmış ve kulaklarını dört açarak tabircinin yorumlarını merakla dinlemiş:
-Majesteleri, bu rüya binde bir görülen cinstendir. Bu rüyayı gören kişinin ömrü çok uzun olur. Siz de, bu ülkeyi neredeyse bir asır yönetecek kadar uzun yaşayacaksınız, hatta sevdiklerinizden bile uzun sürecek hayatınız.
Ve kral o kadar sevinmiş ki, bu adamı 100 altınla ödüllendirmiş.
Soru 1: Gördünüz mü? Her iki tabirci de aslında aynı şeyden bahsettikleri halde, birinin yorumlayış tarzı ölüme sebebiyet verirken, diğerininki onu zengin ediyor.
Soru 2: Peki ben neden bloğa böyle bir giriş yapmış olabilirim? Çünkü bu hikayenin anafikriyle birazdan yazacaklarımın anafikri birbiriyle örtüşüyor.
Bu ortamda şu an itibarıyla 1134 kişiyiz. Bu da, 1134 adet farklı kişilik, bakış açısı, fikir, hayat tarzı, dünya görüşü, vs demek. Ve hepimiz kendi bakış açımızı, fikrimizi, vs. bu özgür ortamda beyan ediyoruz. Milliyet'in yayıncılık anlayışına ters bir şeyler yazmadığımız sürece de, yazdıklarımızı başkalarıyla paylaşıyoruz. Soru 3: Hepimiz aynı fikirde olmak zorunda mıyız? Elbette hayır. Aynı aile tarafından yetiştirilen iki kardeş bile birbirleri arasında fikir çatışması yaşarken, birbirini hiç tanımayan bu 1134 kişinin bazı konularda aynı fikirde olmaması kadar doğal bir şey olamaz.
Bloglar yazıyoruz, birbirimizin bloglarını okuyoruz, yorumlar yapıyoruz, bize yapılan yorumlara cevaplar yazıyoruz, hatta birbirimize mesajlar gönderiyoruz; yani hep etkileşim halindeyiz. Soru 4: Peki bu etkileşim esnasında nasıl bir üslubumuzun olduğunun önemi var mı? Bence var. Blog yazarlarını okurken, yapılan yorumlara da mutlaka göz atıyorum, ve bazen şaşkınlık içinde kalıyorum. Sanki ezeli bir düşman gibi, fırsatı olsa bir kaşık suda boğacakmış gibi, eşinden boşanmasına veya iflas etmesine sebep olan o yazarmış gibi yerin dibine sokmaya çalışmalar, haddini bildireceğini sanmalar falan. . . Soru 5: Ne demek oluyor bütün bunlar? Dikkat çekmenin en saçma sapan yolu. Sansasyonel haberleri ve skandalımsı magazin programlarını izleye izleye ne hale gelmişiz!
Yorum yazarken kimilerimiz gayet resmi bir şekilde, sevgi(? ) saygı çerçevesi içinde, son derece nazik bir dille, olması gerektiği gibi karşısındakini incitmeden karşı görüşlerini ifade edebilme yetisine sahipken; kimilerimiz son derece aşağılayıcı bir tavırla, net bir şekilde hakaret etmeye çekinmeden, belki de sırf muhalefet olsun diye, ya da sırf blog yazarının sabrını deneme amaçlı olarak kaba bir şekilde ve saygısız ifadelerle karşı çıkabiliyor. Soru 6: Peki blog yazarı, yorum yapanları zindana gönderiyor mu veya 100 altın ödül veriyor mu? Tabiki hayır. Soru 7: Sizce nezaketsizce yapılan yorumlar, blog yazarını aşağılamalar, küçümsemeler, daha da abartıp hakaret etmeler kimin kalitesini düşürüyor? Blog yazarının mı, o tarz yorumları yazanların mı? Şu ana kadar sorduğum her sorunun cevabını kendim verdim, bu kez ucunu açık bırakıyorum.
Bir bloğu okurken, içeriğini beğenmeyebiliriz, yazarın tarzını da öyle. Hatta bizim inandığımızın tam tersini savunduğu için yadırgayabiliriz de. Ama bu bize, o yazara hakaret etme hakkını vermez. Burada iki seçeneğimiz vardır: Ya "yorum yapmaya değmez" deyip başka bir blogda tıklarız, ya da "yorum yaz"da tıklayarak aynı fikirde olmadığımızı açıklarız. Bir üçüncü seçenek, yani tıklayıp da aşağılamak, hakaret etmek vs. görgü kurallarına aykırı bir şey. Soru 8: Zaten blogda yazmamamız gereken bir şey yazdıysak Milliyet Blog editörleri gerekli müdahaleyi yapıyorlar, değil mi?
Sadede gelelim: İnsanlar birbirinden hoşlanmasa da, hatta birbirlerine katlanamasalar da, saygı olduğu sürece sorunlar uç noktalarda olmayacaktır; bu gerçek dünya için de geçerli, sanal dünya için de. Soru 9: Bir insanı kırmaya ne gerek var? ("Bir insanı yermek, kendini yüceltmenin en alçakça yoludur" *) Ki o insanın günün birinde karşınıza çıkma olasılığı da var; çocuğunuzun öğretmeni, patronunuz, doktorunuz, anneannenizin yardımsever komşusu olarak, banka memuru olarak, her şekilde hayatınız çakışabilir. Soru 10: Çakışmasa ne değişir, insan insandır; biraz da empati gerek değil mi?
Siz siz olun, karşınızdaki insanların size nasıl davranmasını istiyorsanız onlara öyle davranın. Yoksa dışlanma, yalnız kalma, yadırganma, hatta alay edilme gibi felaketlerle karşı karşıya kalabilirsiniz. Umrumda değil diyorsanız, o başka.
(*Tongue Fu, Sam Horn [Kung Fu bir dövüş sanatıysa, Tongue Fu da bir sözlü dövüş sanatıdır] ).