- Kategori
- Antalya
Boğaçayı Projesi Doğaya ve İnsanlığa Karşı Bir Projedir

Aslında biliyor musunuz, Boğaçayı bir ekosistem harikasıdır. Dört bir yana yayılmış kolları ile Bey dağlarını sarıp sarmalamış, son noktasını Konyaaltı sahilinde koymuştur. Boğaçayı nerede başlar, nerelere uzanır bilemiyorum. Bey dağlarının uçlarına doğru gezintiye çıktığımız da ille de bir yerlerde Boğaçayının bir kolu ile karşılaşırız. Aşağılara doğru indiğimizde, Bahtılı, Doyran taraflarında birkaç koluna rastlar, hemen üzerine konmuş olan köprülerden geçeriz. Hacısekiler tarafına gittiğimizde, Yaşmak Çandır denen kasabanın oralardan bir yerlerde Boğaçayının bir kolunun başladığına şahid oluruz. Yaşmak Çandır başlangıç noktası eskiden daha güzeldi. Su akar, akan suyun hemen içerisine konmuş olan masaların üzerinde güveçte alabalık servis edilirdi. Suyun içerisinde rakı içmenin de keyfi bir başka olurdu. O denli mükemmel bir doğal ortamı vardı ki bir ara yılan saldırısına dahi maruz kalmıştık.)))) Masamızda oturup, rakımızı yudumlarken, kayaların arasından çıkan bir yılanın kovaladığı kurbağa kendisini suyun içerisine atmış ama yılanın havadan uçarak kurbağayı, ayağından yakalayıp suya düşmesi bir olmuştu. Müthiş bir gösteriydi. Sanırım hayatım boyunca unutamayacağım ender bir doğa hadisesiydi tanık olduğumuz olay. E tabi bayağı bir panik de yapmıştık hani. Boğaçayının Yaşmak Çandır tarafı güzel bir kanyondur. Yıllar önce, sadece alabalık yetiştirilir ve gelen birkaç müşteriye güveçte alabalık veya ızgara alabalık servis edilirdi. Yanında da rakı veya bira verilir, akan suyun sesini dinleyerek ortamın keyfi dolu dolu çıkarılırdı. Kuru odunları toplayıp el arabasında veya varilde yaktığımızda olurdu. Uzun zamandan beri bahse konu ettiğim bu ortam yerini ciddi bir rant alanına bıraktı. Adeta bir zevksizlik hali olarak varlığını sürdürüyor. Kahvaltı mekânlarının bu yerlere hakim olmasıyla birlikte, Hacısekiler’in sonunda başlayan Boğaçayının o eski naif hali kalmadı.
Başta belirtmiştim, Boğaçayı bir ekosistem harikasıdır. Eğer Boğaçayına alıcı bir gözle bakarsanız, yaban ördeklerinden, envai türde kuş çeşitlerinin varlığına tanık olursunuz. Binbir türlü börtüsü böceğiyle, Beydağlarına, Konyaaltına ve çevresindeki köylere güzellik katar. Konyaaltına yaklaşan kollarının etrafı narenciye bahçeleriyle doludur. Portakal çiçeğinin o muhteşem kokusunu Boğaçayı’nın her noktasında doya doya içinize çekersiniz.
2000’li yılların başında Antalya çok sıkı bir yağmura maruz kalmıştı. Sanırım 15 gün oldukça şiddetli bir yağmur yağmış, Antalya’nın başına gök kubbe yıkılmıştı. E tabi Boğaçayı da bu şiddetli yağıştan nasiplendi. Gürül gürül akan sel, önüne ne kattıysa alıp, denize sürükledi. Sahildeki köprü yerle bir oldu. İlginç bir görüntüydü. Gördüğüm en feci düzeydeki sel felaketlerinden birisiydi. Yeni yapılmış olan Boğaçayı köprüsü dahi suların sellerin altında kalmıştı. O zamandan bu zamana böyle bir yağışa tanık olmadık. Böyle bir yağış sonrası herhangi bir can kaybı olmamıştı. Ne var ki sonraki yıllarda yapılaşmanın yoğunlaşması ve betonlaşmanın alıp başını gitmesiyle beraber, 2 binli yıllarda yağan yağmurun yarısı kadar dahi yağmur yağsa, ortalığı sular seller basıyor, can kaybı dahi yaşanıyor. Bu durumun doğrudan betonlaşmayla ilişkili olduğu yadsınamaz bir gerçek. Kaldı ki Boğaçayı jeolojik yapısı gereği su tutan bir çay da değildir. Beydağlarından akan su Boğaçayından denize dökülür. Eğer yağmur yoksa, bahar geldiğinde dağlarda karların erimesi sonrasında tek tük kimi noktalarda su göletleri olur ama bu Boğaçayına bir nehir havası vermez. Çoğu zaman tek bir damla dahi su olmaz Boğaçayı'nda. Jeolojik yapısından kaynaklı bir durumdur. Ne var ki bizim her şeyi bilen! yöneticilerimiz, ille de Boğaçayı’na denizden su basıp, buraya bir nehir havası verecekler ve ciddi bir cazibe merkezine dönüştürerek, Boğaçayı’nı rant kapısına dönüştürecekler. Birkaç hafta önce de çalışmaları sıkı bir şekilde başladı. Yine o doğa katliamı yapan iş makineleri Boğaçayı’nın içerisine daldılar, bir taraftan bir yerleri kazıyorlar, diğer bir yandan kenarlarına beton döküyorlar. Uzaktan gördüğümüz durum bu.
1998’li yıllardan beri “Boğaçayı Projesi” denen bir projenin varlığını duyardım. Boğaçayına denizden su bırakılacağı ve Boğaçayına bir nehir havası verilerek, etrafında türlü çeşitli restauranların ve eğlence ünitelerinin olduğu, bir yat limanı yapılacağı, sandal gezintilerinin yapılacağı bir turistik mekâna çevirmekten bahsederlerdi. “Olacak şey mi?” diye burun kıvırır, bu türden bir hedefin ciddi bir doğa katliamına neden olacağını aklı başında olan herkes, dili döndüğünce anlatmaya, fikirlerini söylemeye çalışırdı. Ama işte neylersiniz ki rantın gözü körolsun. “Doğa katliamına neden olur” diye bir fikir beyan ettiğinizde kimi insanlar, yan gözle bu durumu hakir gören bakışlar fırlatır, fikrini söyleyeni dikkate almazlardı. Bu insanlar, o zamandan bu zamana Boğaçayı'nın etrafında arsa arazi topladılar. Hem de dönüm dönüm. Oturduğu yerden para kazanmaya alışmış bu insanlar, o zamandan bu zamana Boğaçayı Projesinin ete kemiğe bürünmesi için faaliyetler yürüttüler. Bedavaya sahip oldukları arsalarının arazilerinin dönümü şimdilerde 400 bin TL’den alıcı bulmakta. Proje hayata geçtiğinde ise bu rakamın katlanacağına dair iddialarda ortalıkta gezmekte.
Boğaçayı Projesi öyle yabana atılacak bir proje değil. Feci bir doğa katliamıdır. Eko sistemi tahrip edeceği gibi aynı zamanda jeolojik yapısı gereği, su tutmayan özelliğinden ötürü, ciddi bir yağış sonrasında bütün Konyaaltı ve çevresini sular seller götürür. Kimse işin bu kısmını dikkate almıyor. Şu haliyle dahi, Çakırlar tarafı dahil, Hurma, Liman, Gürsu gibi mahalleler, basit bir yağmurda ciddi sorunlar yaşarken, bu projenin hayata geçmesiyle birlikte, bu bölgeleri kati olarak ciddi bir doğal afet beklemekte. Bizzatihi insan eliyle ortaya çıkan bir katliam. Hem can, hem mal güvenliği bu proje sayesinde tehdit altına girmiştir.
Israrla bu projenin doğaya, insanlığa karşı bir proje olduğunu haykırıyoruz. İş işten geçmeden bu projeden vazgeçilmesi gerektiğini dile getiriyoruz. Kentleri betona çevirmeyin, doğal güzelliklere kıymayın diyoruz, yetkilileri dilimiz döndüğünce uyarmaya çalışıyoruz ama nafile. Aradan üç beş sene geçtikten sonra, Cumhurbaşkanı’nın tıpkı İstanbul için söylediği, “İstanbul’a ben de dahil hepimiz ihanet ettik” lafı Antalya içinde geçerli olacak. İstanbul için de insanlar ciğerlerini patlatırcasına uyarıda bulunmuşlar ama başta Cumhurbaşkanı olmak üzere dönemin yöneticileri uyarıları dikkate almamış, kulaklarını uyarılara kapatmışlardı. Yıllar sonra nedamet getirme yarışına giriyorlar. Aynı zihin dünyası, uzun zamandan beri Antalya’yı betona bezeme yarışında. Aradan on sene geçtiğinde, bu defa sanki suçlu kendileri değilmiş gibi, “Antalya’ya ben dahil hepimiz ihanet ettik” diyecekler. Hayır biz ihanet etmedik. Sizin ihanet ettiğinizi ve bu ihanetten dolayı iş işten geçtikten sonra pişmanlık duyacağınızı söylüyoruz. Bizi bu ihanetin parçası olarak göstermeyin. Biz ihanet etmiyor, uyarıyoruz, “Düşün Boğaçayı’n yakasından” diyoruz.