Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

26 Nisan '20

 
Kategori
Psikoloji
 

Bölme Savunma Mekanizması

“Hak bir gönül verdi bana, ha! demeden hayran olur;

                                         Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur.”

                                                                                                               Yunus Emre

Bu yazımda insanın ruhsal yapısını anlayabilmek için oldukça önemli görülen ve kişilik bozukluklarında sıklıkla rastlanan ‘bölme’ (splitting) savunma mekanizmasından bahsetmek istiyorum. Bölme mekanizması altında hayatı algılayan bir kişiyi en güzel tanımlayan kelime sanırım ‘tutarsızlık’ olurdu. Bahsettiğim bu tutarsızlık sadece davranış anlamında olmaktan öte, hissedilen duygu anlamında da bir tutarsızlığın olması durumudur. Örneğin, bir insanın kendini çok mutlu ve coşkulu hissederken, anlık olarak tam tersi bir kutba geçerek çok mutsuz ya da öfkeli hissetmesi duygusal tutarsızlığa örnek gösterilebilir. Bundan dolayı dışarıdan bakan kişiler, bu insanın gerçek duygusunun hangisi olduğu konusunda bir karmaşa yaşayabilir.

Kültürümüzde kullanılan “bas müminin dalına, gör ondaki imanı” şeklinde güzel bir atasözü bulunmaktadır. Kriz durumlarında bir insanın gerçek karakterini açığa çıkaracağını vurgulayan bu söz, aslında bir kişinin bölme mekanizmasının etkisiyle gerçekte göründüğünden ne denli farklı tepkiler verebileceğine de bir nevi vurgu yapmaktadır. Kişilik bozuklukları çoğunlukla bölme savunma mekanizması altında bir yaşam sürmektedir. Öyle ki, bu kişiler çoğu zaman kendi duygularını, hayatı, olayları, insanları ikiye bölerek algılama ve yaşantılama eğilimindedir. Onlar için çoğunlukla hayatta ya ‘ak’ ya da ‘kara’ bulunmaktadır ve ‘gri’ye genelde yer yoktur. Ya çok iyi bir ruh hali içindedirler, ya da tam tersi çok kötü bir ruh hali içine girmektedirler. Aynı şekilde, ilişki halinde olduğu insanlar da onlara göre ya çok iyi ve hatasızlardır, ya da çok kötü ve tamamen hatalı konumdadırlar.

Tüm bu bilgilerden yola çıkarak, şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum, bölme savunma mekanizması, hafif ya da yoğun bir şekilde birçok kişilik yapılanmasında açığa çıkabilmektedir, hatta yoğun stres altında ya da öfkeliyken kişileri ya da olayları oldukça olumsuz bir yönden değerlendiriyor olmamız, bölme mekanizmasının etkisiyle olmakta denilebilir. Ancak kişi, ruhsal olarak olgunlaştıkça bölme mekanizması yerini olumsuz olaylar karşısında bile dinginliğe, duygu ve davranışlarda sakinliğe ve tutarlılığa bırakmaktadır.

Bölme savunma mekanizması neden kaynaklanır?

Bölme savunma mekanizmasının neden kaynaklığını anlayabilmek için bebeklik dönemdeki kritik evrelere göz atmak gerekir. Bir bebeğin hayata dair ilk algıları negatif ya da pozitif şeklindedir. Bebek, hakkında bir fikir sahibi olmadan gözünü açtığı dünyada daha önce hiç deneyimlemediği çeşitli uyaranlara sürekli olarak maruz kalır. Bu uyaranlar kimi zaman ona hoşnutluk ve haz vermekte, kimi zaman da tam tersi onda kızgınlık ve acı gibi duygulara yol açar. Örneğin, bebek açken olumsuz bir duygu hisseder, karnı doyurulduğunda ise tam tersi olumlu bir duyguya geçiş yapar. Henüz tam gelişmemiş bir durumda olan bebeğin egosu, sürekli olarak iç ve dış dünyadan gelen bu uyaranlara maruz kaldıkça ister istemez onları ayırt etme çabasına girişir. Bunu, uyaranların kendisine ne hissettirdiğini referans alarak yapar. Zira henüz yeni yeni şekillenen egonun tüm derdi, mümkün olduğunca hoşnut hissedilen alanda kalarak, dengesini bozacak nahoş duyguları kendisinden uzaklaştırmaktır. Bu bağlamda bebek, düşünce ve algı sistemi henüz tam olarak gelişmemiş olduğundan, sürekli olarak maruz kaldığı tüm bu pozitif ya da negatif uyaranları, iki kategoriye bölerek zihninde ayırt etmek zorunda kalır. Bu şekilde yapmasının nedeni, bebeğin ilkel algılama sisteminde ‘az olumlu duygu’, ‘çok olumsuz duygu’ ya da ‘olumlu ve olumsuzun bir arada olduğu duygu’ gibi kavramsal bir ayırt etme becerisinin (sentezleme) henüz gelişmemiş bir durumda olmasıdır. Diğer bir deyişle bebek için ya ‘cennet’i ya da ‘cehennem’i yaşama gibi bir durum söz konusudur, ortası -araf- henüz şekillenmemiştir. Bu yüzden tok olan bir bebek, açlığı hisseder hissetmez hemen ağlayarak tepki verir. Sonrasında aynı durum birçok olayda kendini göstermeye başlar. Örneğin annesi ona meme verdiği zaman onu sever, vermediği ya da memeyi geciktirdiği zaman ona karşı öfke duyar. Altı temiz olduğunda keyifli olur, altını ıslattığını anladığı anda keyfi bir anda kaçar ve ağlamaya başlar. Bu şekilde bebek, dış dünyayı tanıdıkça, bu ayırt edici yanını daha da geliştirir ve zenginleştirir. Aynı zamanda acı hissetmeye yönelik tahammülü de ilk zamanlara göre gelişmiş bir hal almaya başlar.

Bölme davranışı, küçük çocuklarda da çok rahat gözlemlenebilir. Sevdiği bir oyuncağını kaybeden bir çocuk, bundan dolayı anlık olarak yoğun bir ağlama tepkisi verebilir, oyuncağının bulunmasıyla bu tepki yerini ani bir sevince bırakabilir. İşte bu tipik bir bölme davranışıdır. Her çocuk yaklaşık üç yaşına kadar, hayatı bu şekilde bölerek algıladığı bir dönem yaşar. Üç yaş civarı çocuğun egosunun belli bir olgunluk seviyesine ulaşması beklenir, bu da bir bebek gibi dürtüleriyle hareket etmeyeceği anlamına gelmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak, hep ayırt etmek için çabaladığı ‘iyi’yi ve ‘kötü’yü bir potada eritmeye başlar. Örneğin anneyi duruma göre ‘iyi anne’ ya da ‘kötü anne’ şeklinde bölerek algılayan çocuk, bu sefer annesinin ‘iyi’ ve ‘kötü’ yanlarının bir arada olabileceği düşüncesini geliştirmeye başlar. Diğer bir deyişle, hayatı yalnızca ‘ak’ ve ‘kara’ olarak tam ortadan bölmekten vazgeçerek hayatta aslında ‘gri’nin de olabileceğinin, hatta grinin hayatta daha geniş bir yer kapladığının idrakine varır.

Bölme savunma mekanizması neden bazılarında yetişkinlikte de sürdürülür?

Şimdiye kadar ki anlattıklarım, bölmenin sağlıklı bir zeminde bebeklikte ve çocuklukta nasıl ortaya çıktığı ve değişim gösterdiğine dairdi. Bundan sonraki kısımda ise bölme mekanizmasının, yetişkin olmalarına rağmen bazı kişilerde neden hala devam ettiğini açıklamaya çalışacağım. Bu durumun açıklaması yine yaşamdaki iki duygusal ihtiyaçla alakalıdır: güven ve sevgi duyguları. Şöyle ki, çocuğun hayatında ‘iyi’ ve ‘kötü’nün bir sentezini yapabilmesi için ihtiyaç duyduğu güven ve sevgi duygusunun ebeveynleri tarafından ona verilmiş olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, çocuğun bu hayatta sevilen bir varlık ve güvende olduğu konularında şüpheye düşmemesi, sürekli olarak bu iki duyguyu tatmin etmek amaçlı bir arayış içerisine girmemesi oldukça önemli bir husustur. Aksi takdirde çocuk, bu duyguların eksikliğini hissetmemek ve kendi benlik bütünlüğünü korumaya yönelik olarak hep ‘sevilen’ ve ‘güvenli’ olan bölgede kalma yönünde bir savunma mekanizmasını devam ettirmek zorunda kalacaktır. Güvende olmadığını ya da sevilmediğini hissettiği ortam ve kişiler, ona hep değersizlik, yetersizlik, güvensizlik gibi duyguları çağrıştıracağından mümkün olduğu kadar onlardan uzak kalmak isteyecektir. Aslında çocuğun bu şekilde davranmasındaki temel amaç; kendi zayıf ve kırılgan benliğini korumak için ‘iyi’yi içerde tutma, ‘kötü’yü ise dışarıda bırakma ihtiyacıdır. Ruhsal gelişimin doğal seyrinde üç yaşına kadar ortadan kalkması gereken bu bölme savunma mekanizması, hissedilen sevgi ve güven eksikliğinden ötürü bazı çocuklarda kaldırılamaz. Zira hala hep ‘iyi’ bölgede kalmaya, benliklerini tehdit edecek ve de onları ‘kötü’ bölgeye atma riski oluşturacak unsurları kontrol etmeye şiddetli bir şekilde ihtiyaç duymaktadırlar. İşte zamanı geldiğinde olgunlaştırılamayan ya da terk edilemeyen bu bölme savunma mekanizması, ileride kişilik bozukluğunun zeminini oluşturacaktır. Neticede bu insanlar karşımıza, bedenen birer erişkin gibi görünen ama sergiledikleri duygu ve davranışlarındaki anlık değişiklikler ve tutarsızlıklar nedeniyle sanki üç yaşını aşamamış bir çocuk gibi davranan insanlar olarak çıkacaklardır.

Bölme savunma mekanizması yetişkinlikte de sürdürülmesinin sonuçları nelerdir?

Her ne kadar bölme savunma mekanizmasının sürdürülmesindeki temel sebep, bölmenin hep ‘iyi’ olan tarafında kalma çabaları olsa da; bu tutumu hala devam ettiriyor olmanın her birey için bir bedeli bulunmaktadır. Şöyle ki, kişinin ruhsal gelişimi için belli bir oranda ‘diyalektik’ düşünme sistemine ihtiyaç duyulmaktadır. Buna en genel anlamıyla; ‘tez’, ‘antitez’ ve ‘sentez’ bakış açısına sahip olunması durumu da denilebilir. Yaklaşık üç yaşına kadar devam eden bölme mekanizmalarını sağlıklı bir süreçte terk edebilen bireyler için bu sentez -Türkçe adıyla bireşim- yapabilme becerisi kendiliğinden şekillenmektedir. Böylelikle kişi, kendisine sunulan bilgileri zihinsel bir planda işleyebilmekte ve kıyas yaparak içselleştirebilmektedir. Diğer bir deyişle, olayları yalnızca ‘ak ve ‘kara’ gibi ilkel bir bakış açısıyla değerlendirmemekte, ‘ak’ın içindeki ‘kara’ tarafları ya da ‘kara’ içindeki ‘ak’ tarafları da fark etmeye başlamaktadır. İşte bu tür bir sentezi yapabilme becerisi o kadar önemlidir ki, kişiler bunu yapabilmesi sayesinde kendi öz benliklerini yapılandırarak geliştirme ve ruhsal olarak tekâmül etme fırsatı bulabilirler. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, sorgulamaktan, gerektiğinde risk almaktan ve hatta acı çekmekten imtina etmezler. Kendilerine sunulan unsurları ve şartları koşulsuz kabul etmek yerine, doğrularını ve yanlışlarını ayırt etmeye cesaret gösterirler ve herhangi bir kimseye ya da kuruma yönelik bağımlılıklar geliştirmezler. Dolayısıyla kendilerini her fırsatta geliştirme, değiştirme ve dönüştürme şansı bulabilirler. Aynı durum bölme mekanizması etkisi altındaki kişiler için tam tersi işlemektedir. Bu bağlamda bu kişilerin, hayatı yalnızca ‘tez’ ve ‘antitez’ şeklinde algıladıkları ve analiz yapma ve senteze ulaşma gibi becerilerden yoksun oldukları söylenebilir. Bu durumun bir sonucu olarak düşündükleri, inandıkları ve bağlandıkları kurum ve kişiler genelde sorgulamadan kabul ettikleri, yalnızca bölmenin ‘iyi’ tarafına koydukları durumlardan ibaret olmaktadır. Onlara kendilerini ‘iyi’ hissettirecek her durum, kendilerince ‘mutlak iyi’ olarak kabul edilir ve aksi sorgulanmaz çünkü iyi hissetmeye fazlasıyla ihtiyaçları bulunmaktadır.

Yetişkinlikte devam ettirilen bölme savunma mekanizmasının sebep olduğu bir diğer durum ise empati eksikliği olmaktadır. Empati kurabilmek için ön koşul, kişinin kendi duygularını kontrol altında tutabilmesidir. Örneğin bir kimsenin, onu duygusal olarak etkileyen bir sorunla baş etmeye çalışırken, aynı zamanda başkasının duygularını anlamaya çalışması oldukça güçlük arz eder. Bu bağlamda, yaşadıkları süre boyunca kendi benliklerini hep bölmenin ‘iyi’ olan tarafında tutma çabasında olan kişiler, doğal olarak başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamaktan uzaktırlar.

Bölme savunma mekanizmasının topluluklara yansıması nasıl olur?

Bölme savunma mekanizması hakkında şimdiye kadar yazılanlardan anlaşılabileceği üzere, bu savunma mekanizmasının yetişkinlikte de devam ediyor olması bir kişilik bozukluğu sorununu ortaya koymaktadır. Hal böyle olunca bu insanlar karşımıza; içgörüsü olmayan, empati kuramayan, ben merkezci, başkalarına bağımlı, duyguları oldukça değişken, öfkeleri son derece ‘zor insanlar’ olarak çıkmaktadır. Bir toplulukta bu kişiliklerin bol miktarda bulunması, toplumsal başka sorunları da gündeme getirebilmektedir. Örneğin kan davalarının, ırk ve mezhep çatışmalarının ya da uzun süren küskünlüklerin, düşmanlıkların, savaşların hemen hepsinde bölme mekanizmasının topluluklara olan yansımaları söz konusudur.

 

Ümit AKÇAKAYA

Uzm. Psikolojik Danışman & Online Terapist

https://www.tavsiyeediyorum.com/psikolog_15915_umit_akcakaya.htm

* Bu yazı Ümit Akçakaya'nın yayımlanan ‘Uyanış- Kişiliğin Gizil Kodları’ adlı kitabından alınmıştır.

 
Toplam blog
: 89
: 3716
Kayıt tarihi
: 06.12.11
 
 

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ,“Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık” bölümünden mezun oldum. Yüksek lisans..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara