Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '09

 
Kategori
Öykü
 

Boşluk dolduran...

Boşluk dolduran...
 


Bir hikâye değildi aslında yaşanan, masaldı. Sevmenin bin bir çeşidi gören kadın ve adam rastlamışlardı birbirlerine bir yerlerde. Görmek önemli değildi, sadece sese de âşık olabilirdi aslında insan. Ne kadın muhteşem, ne de adam dünyanın en yakışıklısıydı. Yaşamaya başlanan her ne kadar sanal olsa da, kalbin sesinden gelen içtenlikti onların gözünü boyayan. Öyle boyalı bir gözdü ki bu, ne ses, ne de nefes birbirlerine olan aşkın derinliğine şahit olamazdı. Derinlik aşktan değildi aslında, kocaman bir boşluğun denizinde yüzmeye çalışıyorlardı. İkisi de kıyının birbirlerinde olacağına inanan aşka âşık gariplerdi. Bir gün adam kadına hadi gel dese, kadın koşacağını zannederdi. Adam bunu asla demeyecek olsa da kadın bu ya, hep beklerdi. Kocaman bir yanılsamanın kucağında olan kadındı aslında. Ne o böyle bir adamı seviyor, ne de adam bu kadında var olmayı başarabiliyordu. İkisi de kendi istedikleri insanları görüyorlardı birbirlerinde. İstedikleri buydu çünkü. Boşluk, kalplerinden akanları birbirlerine hissettikleriyle bezemişti. Bunun adına aşk demeyi sevmekti sadece kabahatleri. Hele kadın öyle bürünmüştü ki o aşk sandığı boşluğa, her çıkmak istediğinde “yerim orası” deyip geri dönüyordu. Huzurun, aşkın, dinginliğin onda olduğunu zannetmek işine gelse de, çıktığı anlarda oluyordu. Fark ediyordu aslında, sadece görmek istemiyordu. Tüm gerçekliği görünce büyü denen o vazgeçilmez tutkunun kaybolacağından da emindi. Denedi, elinden gelen her şeyi yaptı aslında.

Sonsuz aşkı bulmak umuduna kapılmış giderken, birden gözünü hırs bürüdü. Gördüğü adam, görmek istediği adamdan gitgide uzaklaşınca korktu. Yaşadığı hırstan gelen bu korku, saldırganlığa, nefrete ve intikam isteğine dönüşüyordu. Durduramıyordu ne kendini, ne de bu gittikçe büyüyen koca korkuyu. Korkudan gelen acı sesleri duymayı sevmese de bu ses istemediği kelimelerle son buluyordu. Adam sadece olduğu yerde dururken, kadın ondan gitgide uzaklaşıyor, gitgide içindeki aşk zannettiği boşluğu büyütüyordu. Adam kadının beklediğinden daha fazla uzaklaşıp küçüldükçe, kadın onu büyütmekten zevk duyarcasına tutkuyla bağlanıyordu. Ancak bu tutkuyla karışık korkuyu saplantı haline getirmeye başladığında fark etti kendini. Ama bu fark ediş onu adamdan koparacağı yerde, büsbütün ona itmeye başlıyordu. Kendini tamamen bırakan kadın, adamın yaptığı, söylediği, anlattığı her şeye inanıyor, empati yaparak onu anlamaya çalışıyordu.

Adamsa böyle bir aşka karşı duramıyor, her erkeğin kaçtığı bu büyük bağlılığı bir yandan da çılgınca istiyordu. Gözünü kapatıp yaşamaya başlasa da, bazen ayılmaya çalışırken buluyordu kendini. Bu kadar bağlanmış bir kadının ona zarar vereceğini düşünmekten kendini alamıyor, erkekçe bahanelerle bazen kaçıp gidiyordu kadından. Sonrasında kendini güvenli bir limana emanet etmek isteyen bir yelkenli edasıyla, onun peşinde buluyordu kendini. Kaçmak istediği şeyin kendisi mi yoksa bu tutku duyulan kendi olduğuna inanmak istememesi miydi hala çözememişti. Sebepsiz bile olsa kaçışları, gelgitleri uzunca bir süre devam etti.

Hayat onlara, avuçlarındaki ellerine bakarken gösterdi kendini. Ne o kadın adamı bırakabilecek kadar nefret ediyordu o ellerden, ne de adam kadından ve o minik ellerindeki umuttan kaçabiliyordu. Büyük savaşları yenmek ve aşk zannettikleri boşlukları birlikte doldurabilmek adına, tek bedende yaşamayı göze alabilecek bir kararla bütünleştiler. Sonu olmayan boşluğu birlikte doldurarak...

 
Toplam blog
: 33
: 611
Kayıt tarihi
: 05.05.09
 
 

Yazı genelde beni rahatlatır... Ancak yazabiliyorsam... Bazen içimde düğümlenir herşey... Bazen de ç..