Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '18

 
Kategori
Özel Günler
 

Bu Atatürk Sevgisinin Kaynağında Ne Var, Öyle mi? Birini Söyleyeyim!

Bu Atatürk Sevgisinin Kaynağında Ne Var, Öyle mi? Birini Söyleyeyim!
 

Çocukluk belleğimin en eski, eski olduğu için olsa gerek en net anılarından biridir. Öyle derler ya… “Çocukluk anıları unutulmazmış…” Unutmadım gerçekten. Unutulması olanaksızmış. Biliyorum, yaşadım.

Köyün okulu evimizin çok yakınındaydı.

Sabah saatleriydi.

Çocuk da olsanız köy yerinde erkenden kalkılırdı.

Okula o yıl başlamış olan ablam siyah önlüğü giydirilip beyaz yakalığı ve örülen saçlarına bağlanan beyaz kurdalesiyle okuluna gönderilmişti.

Serin ve bulutlu bir sonbahar sabahıydı.

Okuldan sesler geliyordu. Coşkulu, bazen hüzünlü sesler…

İçinde bolca “Atatürk” sözcüğü geçen şiirler okunuyor, konuşmalar yapılıyordu. Sözler Türkçeydi. İçeriğini anlamıyordum.

Köyümüzde Türkçe konuşulmazdı. Daha doğrusu Türkçe bilmeyen çok insan vardı. Okul çağına varmamış biz çocuklar ve annelerimiz Türkçe bilmezdik. Bilenler de bu sebeple konuşmazlardı… Başka türlü anlaşamazdık…

Annem de öyleydi. Okula gitmemişti. Okuması yazması da yoktu, Türkçe de bilmezdi.

Annem de, ben de Türkçeyi Ankara’ya göçmemizden sonra öğrenmiştik…

Anneme sormuştum;

“Lı mektebe çı heye?” (Okulda ne var?)

İşiyle meşgul annemin verdiği cevap kısa ama hüzünlüydü. Gözlerimin içine bakarak;

“İro Atatürk mıriye…” (Bugün Atatürk ölmüş.?) demişti…

Ölüm olayının o gün gerçekleştiğini sanmıştım. 30 yıl önceymiş, sonra öğrendiydim.

Sözünü sürdürmek istercesine birkaç saniye gözlerime baktı anmem, sonra işine döndü…

Annem işine, ben  oyunuma dönmüştük.

Olup bitenin bir büyük insanın yaşamını yitirmiş olmasıyla ilgili olduğunu kavrayabiliyordum. Ancak kimdi, neden bu kadar önemliydi, bilmiyordum.

Atatürk isminin yaşamıma ilk girişi o andı.

Bu anı sonradan anlamaya çalışarak tekrar tekrar anımsadığımda annemin o an Atatürk’ü bana azıcık da olsa tanıtabilmek için bir iki şey söylemek istediğini, ancak gerek benim konuya çok uzak olmam ve gerekse kendisinin bu konuşmayı benim anlayabileceğim basitlikte cümlelerle sürdürebilmekte zorlanacağı gerçeğinin bilinciyle bundan vazgeçmiş olabileceğini düşünmüştüm.

Başka türlü yorumlama olanağım yok, çünkü annemin yaşamının sonuna kadar Atatürk’e olan sevgisine hep tanıklık etmiştim.

Annem de severdi Atatürk’ü, babam da… Köyümüzde herkes Atatürk’ü severdi.

Taa sonra, başka pek çok şey de öğrendim.

İlçemize bağlı yüzden fazla köyden bir ikisi dışındakiler Kürttü. Ve hepsi Atatürk’ü severdi. Hem de taparcasına… Seçimlerde firesiz ama tüm oylar hep Atatürk’ün kurduğuna inanılan partiye verilirdi.

Halen böyledir.

Her evin duvarında belki bazı aile büyüklerininkilerle birlikte Hz. Ali’ninkilerle yan yana Atatürk Fotoğrafı asılı olur.

Bu insanların Kürt oldukları halde bu Atatürk sevgilerinin nereden kaynaklandığının bazılarınca bir türlü anlaşılamadığına sonradan pek çok kez tanıklık ettim.

Bunlara göre Atatürk bu insanları toplu kıyımdan geçirtmişti de, bunlar halen Atatürk’ü neden seviyorlardı. Olacak şey değildi…

Konu şuydu.

Hani, çocuk kitaplarında vardır ya…

Akşamları, uykudan önce, sobada kestane patlatılırken dede, nine… çocuklara masallar anlatır.

Bizde de olurdu…

Uzun kış akşamlarında büyüklerimiz “çirrok” (mesel) anlatırlardı. Mem-u Zin, Pepuq… unutmadıklarımdandır.

Bunlar gibi başka bazı akşam sohbetlerinde adı pek çok kez zikredilen bir ismi daha anımsarım. Bu isim “çirrok”ların değil, acılı, hüzünlü anıların baş aktörlerindendi.

“Topal Osman…”

“… askerleriyle köyümüze vardıkları zaman çoluk çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek, yükseklere, dağların, ormanların kuytuluklarına saklanıp kurtulmuşlar…” Kaçamayanlar öldürülmüş…”

Anlatılırdı.

Ayrıntıları sonra öğrendik.

Kurtuluş savaşının en kritik günlerindeymiş. Yunan Ankara sınırlarına dayanmış. Tam o günlerde bizim buralarda bir ayaklanma çıkmış.  Tarih kitaplarında da bahsedilir. “Koçgiri Ayaklanması”…

Hamidiye Alaylarından İmranlı’dakinin başındaki Mustafa Paşa’sının çocuklarından Şafii inanışına mensup Palu kökenli Nahiye Müdürü Haydar bey ve kardeşi Alişan’ın, yanlarına yörenin sevilen ismi Alişer’i de alarak kışkırtıp başlattıkları bir ayaklanma… Yayılmış…

O dönem bu emsal ayaklanmalar Anadolu’nun her yerinde olmuş. Kurtuluş savaşını yürüten ve Laik Cumhuriyeti kurmaya çalışan devrimci ve yiğit Atatürk, hareketi sırtından hançerleme amaçlı o ayaklanmalar gibi bizim oradakini de bastırmak üzere Topal Osman’ı görevlendirmiş.

Ayaklanma bastırılmış.

Akşam sohbetlerinde üzerinde konuşulanlar buna dairdi.

Yöremizin insanları bu olayların bastırılması esnasında pek çok kayıp vermiş oldukları halde Atatürk’ü suçlamıyorlar. Çünkü olayları başlatan ve kendilerinden olmadıklarını düşündükleri Haydar bey ve kardeşi Alişan’ın oyununa gelmiş olduklarını düşünüyorlar. Kayıplarının sorumlusu olarak Atatürk’ü değil, bu aşiret beylerini görüyorlar.

Atatürk ise, Yavuz’dan beri inanışları yüzünden Osmanlı baskısı altında gizlenerek yaşamlarını sürdürmeye çalışan bu insanları özgürlüklerine kavuşturan bir ulu ermiş mertebesinde görülür.

Anlatılanlar böyle şeylerdi…

Sonradan araştırdık, öğrendik, hepsi doğruymuş.

Ve Atatürk’ümüzün vefatının 80. yılındayız.

Geçtiğimiz 29 Ekim günü Anıtkabir’deydim. O gün 1 milyon 100 bin kişiymişiz. Yarın yine orada olacağız. Ve yine milyonlarcamız bir araya geleceğiz. Neden mi?

 Sarı saçlım, mavi gözlüm… yiğidim, aslanım… orda yatıyor!

Kenan IŞIK

 

 

 
Toplam blog
: 432
: 2964
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Mülkiye mezunuyum. Emekli müfettişim. Ankara'da yaşıyorum. S'oligarşi isimli kitabı yazdım. Kitap..