Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '13

 
Kategori
İstanbul
 

Bu da benim 1 Mayıs'ım !

Bu da benim 1 Mayıs'ım !
 

Ben 1 Mayıs’ı çocukluğumdaki gibi, “Bahar Bayramı” olarak kutladım! Etrafta molotof kokteylleri, kırılan cam-pencere sesleri, parçalanan atm'ler, sarı-kırmızı sloganlar, yaralanan insanlar, yanan araçlar, coplar, biberler filan yoktu!

Doktorumun tavsiyesiyle aylardır süren yürüyüş diyetimi yavaş yavaş bozuyorum şimdilerde! Can çıkar huy çıkar mı ve dün mini maraton günümdü. Yine de olağandan uzun yürüyecek ve sonuna da bir ödül koyacaktım. Klasik parkurumun finişindeki Tuzla köftesinden vazgeçip karşıya, Avrupa yakasına geçecektim! Parkurum da kafamda hazırdı. Boğaz kıyısınca Yeniköy’den Sarıyer’e kadar yürüyecektim. Yol boyu yalılara bakıp hayallere dalacaktım. Yazı çoktan getiren -beyaz donuyla denize atlayan- gençlere hayretle bakacak, balık tutanlarla sohbet edecektim. Ödülüm de Sarıyer’de balık ziyafeti olacaktı.

Hava güzel, pis olan deniz değildi; insanımız pisti. Pet şişeler yosunlarla sarmaş dolaş yüzüyordu! Yine de öyle mutlu ve neşeliydi ki çocuklar!

“Lan Memo! Bah şemdi dipten nireye kıdar gidecem!”

“Dondum anasini satiim! Ben seni geçerem!”

“Açılmayin ulan, bogılirsiniz.”

Mutlu azınlık da Tarabya koyundaki yatlarında kahvaltı telaşındaydı. Masalar donatılmış, tavşan kanı çaylar doldurulmuştu. Belli ki kahvaltıdan sonra da adalara uzanılacaktı. Az ötelerinde ise başka bir hazırlık vardı.

“Kız Hatçe kayık kiralayak mı?”

“Ya devrilirsek, sen beni kurtarabilin mi?”

“Ben saan ölirem gızz! Biraber giderek cennete.”

“Sen çapkınsen, senin gönahın çohtir. Ancek cihenneme gidersen!”

Şezlongunu getirip sahil boyu yayılan entelektüeller de yok değildi. Indiana Jones şapkaları kafalarında, kara gözlükleri gözlerinde, puroları ağızlarında, ters tuttukları kitapları ellerinde; donunu çekiştiren Memo’dan farklı bir yere koyuyorlardı kendilerini. Gülümsedim!

Bu arada, yol boyunca bir şey fark ettim: Hiç korna sesi yoktu! Oysa, belalım minibüsler boğaz boyunca da çalışıyordu. Elbette ki etrafta bolca konsolosluk binası var olduğu için özen gösteriyor değillerdi, onlar her daim duyarlı vatandaşlardı:) Şaşılacak derecede sakin ve sessizdi çevre! Büyükdere Çayırbaşı Caddesi'nde küçücük minareli bir cami var, kiremit rengi: Gazi Hasan Paşa Camii. Tam onu inceliyordum ki asfaltı kazıyan bir lastik sesi duydum ve döndüm. Sanki Amerikan filmi çevriliyordu! Sarıyer yönünden gelen kocaman bir inşaat kamyonu nasıl bir U dönüşü yaptı inanamazsınız! Siz hiç spin atan kamyon gördünüz mü? “N’apıyorsun sen?” der gibi elimi kaldırdım tam önümden geçerken. Bana yaptığı kol hareketini tarif etmeyeyim şimdi! Nasıl almadım plakasını, yedim durdum kendimi.

Sarıyer’e oldukça yaklaşmıştım. Tam 2 saattir yürüyordum. Birden karşıma Ziyagil Yalısı çıkmaz mı ! Aşk-ı Memnu’yu hatırladınız mı? Adnan Bey’e ya da -Süleyman Efendi'nin deyişiyle- nam-ı diğer Ednan Bey'e uğrayıp biraz laflamayı düşündüm:)

Vee saat 11:55 Sarıyer Varış Saati. 2 saat 40 dk sürdü yürüyüşüm. Mis gibi deniz kokusu ve farklı insan manzaraları vardı yol boyunca. Balık tutan ise yok denecek kadar azdı. Karnım da öyle acıkmıştı ki. Sahile sıralanan balık lokantalarından birkaçının fiyatlarına baktım ve C.. Restaurant’da karar kıldım. Kılmaz olaydım! Son yıllardaki en garip yemek yolculuğumdu! Yani onca yorgunluğun üzerine ne şanssızlıktı. Anlatayım da güler misiniz ağlar mısınız siz karar verin!

Çiftlik Çipurası yemeyeyim, olta istavriti vardır. Hem de çıtır çıtır. Ee, boğazın gözdesi Sarıyer'deyim diye düşündüm kendimce. Gölgede bir masaya oturdum.

“Kardeş, istavrit var mı?”

“Olmaz mı abi.”

Öyle ya, şu benim de sorduğum soruya bakın!

“E yaptır bakalım bir porsiyon o zaman. Şööyle yağı, limonu bol roka, tere yeşillik de olsun yanında.”

Lokanta denize sıfır. Gelen geçen gemilere daldım. Az ötemdeki masada vızıldayan çocuğa annesi kızdı. “Çabuk ağzındakini yut.” dedi. Çocuk daha da sesli ağlamaya başladı! “Yutma çocuğum, çıkar.” demek üzereydim ki dayanamayıp gülmeye başladım:)

Tam 25 dk sonra tabağım geldi. Beklediğime değmiş görünüyordu. Yalnız, balıklar biraz fazla kızarmıştı sanki. Neyse, çatal bıçak yoktu ortada, elle girişecektim! İlk parçayı kopardım sabırsızca. Etin rengi kahverengiydi. Fazla kızarmaktan olmalıydı. Ağzıma yaklaştırdığımda aldığım kötü koku ve dilimin üzerine koyduğumda aldığım garip lezzet karşısında ne yapacağımı bilemedim. Bu nasıl olabilirdi !

“Birader, baksana!”

“Buyur abi.”

“E bu balık bayat yaa! Zehirleyecek misin beni?”

"Abi, taze balık isteseydin, levrek vardı !”

"E tabii ya! Sen bana dedin ki abi, bayat istavritimiz ve taze levreğimiz var, hangisini istersin? Ben de bayat balık sevdiğim için istavrit istedim!! Al şunu önümden kardeşim! Boğazda balık yiyelim dedik, şu başımıza gelene bak! Tavuk filan yap bari bana. Şinitzel var mı?"

“Olmaz mı abi, hemen yaptırayım.”

20 dk daha geçti. Vızıldayan çocuk da gitti, iki aşık geldi. Benim bayat balıkları onlara verseler, fark etmez yerlerdi !

“İşte geldi tavuğun abi. Bak, süper oldu.”

“Eh fena gözükmüyor. Sahi, masada karabiber göremiyorum!”

“Hemen getiriyorum abi.”

Az sonra elinde bir çay tabağıyla geldi. İçinde de pul biber!

“Birader, bu ne? Ben karabiber istedim.”

“Kırmızı olsa olmaz mı abi? Bu da acı, o da!”

“Ya kardeşim, siz beni delirtecek misiniz? Lokantada karabiber olmaz mı?”

Sakin ol oğlum Ata! Şinitzel'in tadını damağında hisset, sonra da güzel bir gün geçirdiğine kendini ikna ederek kalk git diyorum bir yandan da içimden! Tavuğumdan küçük bir parçayı itinayla kesip ağzıma yaklaştırdığımda gelmeye başlayan balık kokusu, tavuk ağzıma girdiğinde daha da belirginleşti.

“Birader, bu şinitzel balık kokuyor! Balıktan mı yaptınız yoksa!”

“Abi, bi ustaya sorayım ben.”

Lâ havle ve lâ kuvvete! Tanrım bana sabır ver. Bu yaşananların rüya olduğunu söyle ve n’olur yatağımda uyanayım!

“Abi, yağ israf olmasın diye balıklarla tavukları aynı tavada kızartıyormuş usta!!”

Hay ben o ustanın!.. Evet evet, bu kesinlikle bir rüyaydı. Uyanacaktım ve simit-peynir yiyecektim! Balık malık yoktu! Ne yürümüştüm ne de Sarıyer’e gelmiştim!

"Abi, bahşiş yok mu?”

Tanrım, verdiğin sabra ve balık yağında kızarmak zorunda kalan talihsiz tavuğa şükürler olsun! Bundan böyle Sarıyer’de balık yemeyeceğim! Olur da yiyecek olursam, bayat balığa pul biber dökeceğim! 
 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..