Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

Bu dava büyük mü-2

Bu dava büyük mü-2
 

Galileo yargılanıyor


II
Galiba hayat görüşümüz korkularımızı, tepkilerimizi ve yargılarımızı da belirliyor. Eğer inançları, dinsel söz ve davranışları önemsemeyen, dindarlığı yaşam tarzınız için tehdit kabul eden biriyseniz, Yargıtay Başsavcısı'nın iddialarına katılırsınız. Çünkü, "hamdolsun, inşaallah, Allah'a şükür" gibi kelime ve kavramlar size, korku objeniz olan şeriatı hatırlatırlatacaktır.

Aklınızda koparılan başlar, kesilen eller, atılan taşlarla recmedilen insanlar, türbanlı/çarşaflı kadınlar dolaşmaya başlayacaktır. Çünkü size dinin, "böyle bir şey" olduğu öğretilmiştir. Öğretilmeden öte, bu olgu beyninize kazınmıştır. Din ve dini söylemler, sizin için bir korku unsurudur.

Aksine, dindar bir çevrede yetişmiş ve dini özümsemişseniz içinde, Yaratıcı'ya karşı şükür ve temenni barındırmayan sözler, size soğuk ve katı gelecektir. Onları kendinize uzak bulacaksınızdır.

Kapatma talebine konu iddiaların ana fikri olan "dinin" yerine, "laiklik" kelimesini yerleştirdiğimizde, korkunun yönü; bu kez de dindarları gösterecektir. Halbuki laik kulvarda din, sadece bir fobi iken, dini kulvarda laiklik, yaşam biçimini sınırlandıran gerçek bir fenomendir. Yani, hem baskı gören, hem de cezaya müstehak olan dindarlardır. İşte hasızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluk buradadır.

Eğer toplumsal realiteyi görüp kabullenecek kadar olgunlaşamamış ve kendi fikri saplantılarınızın esaretinden kurtulamamışsanız, karşı tarafı sürekli bir tehdit olarak algılayacaksınız demektir. Yargıtay Başsavcısı Abrurrahman Yalçınkaya'nın iddianamesi, bu olgunun açık örneğidir.

Şimdi, davaya konu olan Başbakan'ın bazı sözlerini ve benim değerlendirmelerimi okuyun:

- Ilımlı değil, "sadece bir İslam vardır."

Doğrusu, islam ve onun kaynağı tektir. Farklı olan, onun yorumudur. Acaba Erdoğan, "birden fazla islam vardır" deseydi ne olurdu?

- "Bizdeki etnik unsurları birbirine bağlayan önemli bir din bağı vardır"

Biz görüyor olsak ta bu ülkede türk, kürt, laz, çerkez gibi topluluklar ve onların müşterek inançları yoktur. Bu bir yanılsamadır, bir seraptır. Eğer yurdumda farklı etnik gruplar ve onların ortak inançları olsaydı başsavcı, bu sözü davasına delil yapmazdı. Başbakan cezayı haketmiş midir bilemem. Mahkemeyi etkilemeyelim.

Yalnız ortada bir yanlışlık vardır. Bazı vatandaşlarımız karda, kart kurt diye gezerken kendilerini, "kürt" sanmışlardır. Bu hatayı düzeltir, verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz.

- "Ben insan olarak laik değilim; devlet laiktir."

Bu söz, ip gibi doğrudur. Son derece demokratik, bilimsel ve hukuki bir ifadedir. İnanan bir insandan, aynı zamanda laik olması nasıl istenir anlamıyorum. Bu, bir ateisti imana zorlamakla aynı şeydir. Laik olmak veya olmamak bir tercih meselesidir. İsteyen laik (din dışı), isteyen inanan olur. Demokrasilerde laik olması gereken şahıslar değil, devlet ve onun kurumlarıdır. Esasen, bu ifadeyi suç sayan suçlu olmalıdır.

Doğru laiklik tarifi ısrarla yok sayılmaya çalışılmaktadır. Tabi bunun nedeni açıktır. Eğer kavramlar yerine oturtulursa, insanlar ve partiler tehditle baskı altında tutulamayacaktır. İrtica bahanesiyle toplum sindirelemeyecek, partiler için kapatma davası açılmayacaktır.

- "Kula kul olmayacağız. Allah’a kul olmanın hazzını yaşayacağız, Elhamdülillah şeriatçıyım" vs.

"Allah'a kul olmanın hazzını yaşayacağım" demek niçin suçtur? Yoksa bu bir kıskançlık mıdır? Doğrusu, inananlar bu söze itiraz etmezler... Eğer bu bir suçsa sn. savcı, cürüm işlemeden kulluk görevini nasıl yapacağımızı da anlatmalıdır.

Merak ediyorum acaba, "Elhamdülillah komünistim" demenin... Atatürk'le Lenin'i yanyana getirmenin... konferans verirken darbe istemenin de cezası var mıdır?!.. Maşallah, sn. savcılarımız malum tarafa karşı şerbetliler. Giyotin hep tek yanı biçiyor.

- Başörtülülerin elçiliğe sokulmaması üzerine Başbakan Büyükelçiye, "Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği’ne benim vatandaşım bu kıyafetiyle girer, bir genelge olduğunu hiç zannetmiyorum, Çözümünü de buraya emredeceğim inşallah" demiştir ve suç işlemiştir.

Evet, laik cumhuriyet karşısında vatandaşın ne önemi olabilir ki? Biz bu devleti ve kurumlarını vatandaşa hizmet için mi, laikliği korumak için mi kurduk? Yurttaşlarımızın işlerinin görülüp görülmemesinden bize ne? Laiklik ve kamusal alan, bizim için bir hayat memat meselesidir. Şimdi kalkıp varlığımızın teminatı olan laikliğimizi, milletin hizmetine feda mı edelim. İşte burayı iyi anlamak lazım.

- "Katili affetme yetkisi aslında maktulün vârislerine aittir"

Takip ettim. Sözün sarfedildiği günden beri cinayet davalarına bakan yargıçlar, bu hükmü uyguluyor. Artık Türk Ceza Kanunu'nu bıraktılar. Maktülün ailesini çağırıp, "bu herifi ne yapalım" diye soruyorlar. Onlar da, "şeriatın kestiği parmak acımaz, kesin gitsin" diyorlar. Tam bu sırada elektrikler kesiliyor, gerisini göremiyorum.

Rahşan Hanım'ın öncülük ettiği "erteleme yasası" çıktığında, "Katilleri affederken, maktül ailelerine sordunuz mu" diye yazılar yazılmış, başlıklar atılmış, yorumlar yapılmıştı da kimseden gık çıkmamıştı. Ya yargıçlar, kamuoyu baskısıyla, şeriat kurallarına başvursaydı ne olacaktı? Ne büyük bir tehlike atlattığımızı gördünüz değil mi? Zamanın savcılarından şikayetçiyim.

Konuya şahitlik edenler iyi bilir. Odak tesbiti o kadar kolay değildir. Geçen gün gittiğimiz gözlükçü, bir arkadaşımın gözlüğü için "odak" almaya çalıştı, beceremedi. Sonunda; firma yetkililerini çağırdı. Odak tesbiti yapmanın ne kadar zor olduğunu orada öğrendim.

Savcılarımıza gelince onlar, "laiklik karşıtı eylemlerin odağını" tesbit konusunda tecrübelidirler. Problem ise bir çoğumuzun, benzer ifadeleri hemen her gün kullanmasıdır. Eğer bunlar odak olma kriteriyse savcıları, toplumun yüzde yetmişine dava açmak gibi zor bir görev bekliyor.

Resim: vadii.foruma.biz/haber-aryvy-f88/avrupa-nin-y...

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..