Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Bu kaçıncı baskıdır acep?

Bu kaçıncı baskıdır acep?
 

Hak ve Hakikat Parti Başkanı


Herkesin inanma ve inanmama hakkı vardır. Herkesin kendi hayat tarzını seçme hakkı vardır. Herkesin düşüncelerini anlatma ve yayma hakkı vardır. Herkesin siyasi ve fikri ikbal için mücadele hakkı da vardır. Fakat bu, meşru ve etik bir zeminde yapılmalıdır.

Çünkü dürüstlük, namuskarlık, ahlaklılık, onurluluk bunu gerektirir. Hile yoluyla amaca ulaşmaya çalışmak kabul edilebilir değildir. Kazanmak için tezgah kuranlara sahtekar denir. Toplumlar, bu tür kimseleri sevmez, onları alkışlamaz ve onaylamaz. Hatta düzenbazlığa meyilli olanlar bile... Kısacası dürüstlük, çokluk tarafından erdem sayılır. O zaman her yarış, adil ve eşit şartlarda yapılmalıdır.

Fakat toplumun nabzının attığı siyasette, medyada; iftira, yalan ve hile çoğalmaya, at izi it izine karışmaya başlamışsa; ağzını açan ya da kalemini kapan sevmediğine veryansın ediyorsa, herkesin yaptığı yanına kâr kalıyorsa işte o zaman, insanların temyiz kabiliyetini yitirdiği düşünülür. Bu da, gizli niyetleri faş etmek, rakipleri köşeye sıkıştırmak isteyenler için mükemmel bir zemin kabul edilir. İşte iki örnek:

Önceki akşam, haberlerde alışageldiğimiz parti başkanı tipine uymayan bir lideri izledik. Erzurumda tertiplenen toplantıda konuşuyordu:

"Allah, devleti dilediğine verir, dilediğinden alır. Dilediğini aziz, dileğinin zelil kılar. Eğer Allah nasip ederse, adalet kılıcını masanın üstüne koyacağız ve keseceğiz, asacağız." diyor ve devam ediyordu:

"Hani korktukları bir şey vardı ya, ‘kesip, asacaklar bunlar’ evet keseceğiz, asacağız. Osmanlı ruhu ile kesip, asacağız."

Ardından asma ve kesme işine açıklık getiriyordu:

" İyi dinleyin ve yanlış yorumlamayın. Devlete kurşun sıkanı asacağız, devletin kasasına elini sokanın. elini keseceğiz."

Böylece, dinleyicilerin şaşkınlığını giderip onları rahatlattıktan sonra, rejimin beline darbeyi indiriyordu:

"Tekke ve zaviyeleri kuracağız. Kuran kurslarını yeşerteceğiz, temiz toplum yetiştireceğiz. Bu siyaset kokmuş, çürümüştür. Bu siyaseti toplayıp çöp bidonuna atacağız."

Büyük ihtimalle tezgahı kuranlar, konuşmanın arkasından Türkiye'de kıyametin kopacağını hesaplamışlardı. Fakat yaprak kımıldamadı. Çünkü toplum, sürekli tekrarlanan bu oyunları artık kanıksamıştı. Argo tabirle, "yutmuyordu!" Daha da önemlisi, bu tür şeyler izlenme oranını (reyting) artırmıyordu...

Millet, Sıvas ve Başbağlar katliamlarından, Müslüm Gündüz'le Ali Kalkancı'nın düzmece şeyhliklerinden, Abdi İpekçi'den, Çetin Emeç'e, Uğur Mumcu'dan, Hrant Dink'e kadar uzanan derin cinayetlerden yeteri kadar ders almıştı.

Beyaz sakallı, nur yüzlü (rivayete göre eski kabadayı, ya da Ergenekon imamı Hüseyin Görüm'ün siyasi versiyonu) parti başkanı konuşurken, iki tarafında elpençe divan duran korumalar, arada bir "tekbir!" diye haykırarak irticai resmi tamamlıyordu. Dinleyicilerin içine yayılmış elemanlar net bir biçimde seçilebiliyordu. Kısacası bunun inanç kaynaklı bir hareket değil, kurgulanmış bir senaryo olduğu açıkça görülebiliyordu.

İnanıyorum ki, bu numaraya kananlar, "gördünüz mü, aha geliyorlar" diye yazanlar çıkmıştır, çıkacaktır. Çünkü bu konuşma ve görüntüler, bir kesimin savunduğu idolojiye lojistik destek sağlamaktadır. Zaten tezgahın gayesi de budur.

Diğer taraftan, siyaset bilimci Binnaz Toprak, Açık Toplum Enstitüsü'nün desteklediği bir araştırma yapmış veya yaptırmış. Konu:"Türkiye'de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler."

Araştırmacılar, anadolu kentlerini ziyaret etmişler, başta CHP'liler, Alevi Kültür ve Atatürkçü Düşünce dernekleri olmak üzere laiklik konusunda hassas olan kesimlerden 401 kişiye, karşı gruptan baskı görüp görmediklerini sormuşlar.

Onlar da kendilerinin dindar kesimden baskı gördüklerini, sindirildiklerini, dışlandıklarını söylemişler. Zaten bunları yıllardır okuyor ve dinliyoruz. Namaz kılmaya ve oruç tutmaya zorlananların, lokantasında içki vermeyenlerin, ramazan boyu dayak yiyenlerin haberleri medyadan hiç eksik olmuyor. Çok şükür yazılı ve görsel basınımız sayesinde bu konuda, okuldaki mescitten, yurttaki din eğitimine, oradan da şehirlerarası yolculuklarda molayı namaz saatine ayarladığı iddia edilen şöförlere kadar her çeşit malumata sahibiz.

Fakat değerli araştırmacılar ve ulusal basın, mağduriyeti dindar kesime yakıştıramadığından bu tarafta olup bitenlerden bihaberiz. Dindarları Menemen, Maraş ve Sıvas olaylarının her yıldönümünde katil ilan edenler, onların bu ithamlardan nasıl etkilendiklerini nedense hiç merak etmiyor.

Milli Şef döneminde, Kur'an alfabesini ve namaz dualarını samanlıklarda öğrenen köy çocuklarının devleti nasıl gördüğünü... Okul kapılarından, orduevlerinden geri çevrilen; laiklik mitinglerinde açıkça aşağılanan örtülü kadınların nasıl bir altüst oluş yaşadığını...

CHP'nin 1950 den beri niçin doğru dürüst oy alamadığını ve bu milletin teveccühüne niçin layık olamadığını... Her resmi bayramda ve toplantıda devlet büyüklerinin dini irtica, dindarı mürteci olarak niteleyen "ötekileştirme hatta dışlama" nutuklarını dinleyen mütedeyyin müslümanların bundan nasıl etkilendiğini araştırmak kimsenin aklına gelmiyor.

Çünkü bu tarafın, mağduriyet kelimesini istismar ederek onu, "oy toplama aracı" olarak kullandığına inanılıyor. Laik kesime göre, dindarlar mağdur olmamakta, fakat bu kelimenin arkasına sığınarak siyasi ve iktisadi çıkar elde etmektedirler.

Akademik ünvana sahip kişiler ve hele araştırmacılar, diğer insanlardan farklı olmak, sosyal hayata tarafsız bakmak zorundadırlar. Zira bu alemde her şey zıddı ile kaimdir. Bilim insanı bu realiteyi görmelidir. Ayrıca her kesimdeki bazı insanların, kendi dışındakileri ötekileştirmeye müsait bir kafa yapısına sahip olduğunu anlamak için bir sürü masraf yapmaya gerek yoktur. Bu zaten herkesin ve her kesimin malumudur.

Bari araştırma, tüm tarafların görüşlerini alıp, "daha özgür ve daha müsamahalı bir toplum için neler yapılmalı?" sorusunu cevaplayabilecek biçimde genişletilseydi. Yani, "sizinkiler bizimkileri dövüyor!" gibi absürt bir sonuca ulaşılmasaydı. Üstelik bu, "bilimsel araştırma" olarak sunuluyor. Keşke dediğim gibi yapılsaydı da araştırmanın adı, "bilimsel" olmasaydı!

Doğrusu dindarları, "baskılayan" laikleri, " baskılanan" gruplar biçiminde niteleyen bu araştırma bir yenilik getirmiyor. Yalnızca, medyada her gün yer alan haberleri bir araya toplamış bulunuyor. Neye yarayacağı ise en azından benim tarafımdan bilinmiyor.

Yoksa bu, "Gördünüz mü? Bize baskı yaptığınız bilimsel olarak kanıtlandı. Şimdi sıra sizde!" demek mi oluyor? Öyleyse buyrun. Baskı sizin!

Resim: http://www.milliyet.com.tr/TumManset.aspx?aType=TumManset&ItemsPerPage=4&Date=23.12.2008&PAGE=2

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..