Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Neden böyle oldu demeyiniz; okuyunuz!

Neden böyle oldu demeyiniz; okuyunuz!
 

Sanal dünya ve kadınları


Deniz Baykal'ın çarşaf açılımından sonra laik hassasiyet bir anda sona erdi. Başörtüsü yüzünden yeri göğü titretenler, ortalığı birbirine katanlar, her şeyi bahane edip sokaklara dökülenler aniden derin bir sessizliğe büründü. Bir zamanlar sözleri vahiy kabul edilen "laik sözcüler"e neredeyse kulak veren kalmadı. Baykal'ı yolda yakalayan bir kaç isyankar vatandaş, birkaç yazar ve bir iki milletvekili dışında kimseden ses çıkmaz oldu.

Bunun sebeplerinden birini değişen trendle açıklayabiliriz. Geçirdiğimiz gerilimli günler, rejime yönelik gerçek tehditler sonucu yaşanmamıştı. Yaratılan bir çok sıkıntı, tamamen sanal yargılara dayanmaktaydı. "Rejim elden gidiyor" iddiaları gerçeği yansıtmıyordu. Yani başörtüsü laikliği tehdit etmiyordu. Öyle olduğu sandırılıyordu. Çünkü o, dün ortaya çıkmış bir simge değildi. Türk beyliklerinden Osmanlı'ya, oradan da Türkiye Cumhuriyeti'ne atlayan bin yıllık bir mirastı.

Kimse, akla mantığa sığmayan sayısız tartışmalardan, mücadele ve mitinglerden sonra başörtüsünün, rejimi tehdit ettiğiyle ilgili iddialarından vazgeçip, "örtünmek Türkiye'nin gerçeğidir" noktasına kendiliğinden gelemez. Hele, "kızlar başörtüsü ile üniversiteye girebilsin" diye yapılan anayasa değişikliğini iptal ettirmek için AYM'sine dava açıp, kazandıktan sonra... Demek istediğim ülkede bir şeyler değişiyor, galiba daha da değişecek.

Sebeplerden diğerini de yaşamakta olduğumuz ekonomik krize bağlamak mümkündür. Yıllardır ilk defa, iyi kazanan bazı elit zevat ile havalı, gravatlı narsist gençler bu dünyada, işsiz kalmanın ve işini kaybetme endişesinin laiklikten daha önemli olduğunu gördüler. Bunların dışında kalanları saymıyorum. Zira onların bütün hayatı, zaten hep bir şeyleri kaybetmenin korkusuyla geçmiş ve geçmektedir.

Esasen "laiklik tehlikesi" üretilen gereksiz bir vehimden ibaretti. Farz-ı muhal, gerçek bile olsa aç ve açık bırakıcı sonuçlar doğurmuyordu. Nereye çeksen geliyordu. Her konuya meze yapılabiliyordu. Tehlike ne kadar büyütülürse büyütülsün, kimsenin cebine ve sofrasına zarar vermiyordu. Ekonomik kriz ise böyle değildi. Somuttu; gözle görülüp elle tutulabiliyordu. İşsiz ve aşsız kalma korkusu yaşatıyordu. Şimdilerde, her zamanki gibi sabahları, şirketlerinin tahsis ettiği arabalarıyla işlerine giden bazı iyi kazananlar bu endişeyi yaşıyorlar. Yani korkunun gerçek objesiyle yüzleşmiş bulunuyorlar.

Peki biz neden böyle bir toplum olduk? Niçin realiteden bu kadar uzaklaştık? Neden tehlike kapımıza dayanmadan farkedebilme ferasetini gösteremedik? Çünkü bizim tehdidimiz, tarihimiz, hayatımız, kavramlarımız, aidiyetimiz gerçek değil, sanaldır. İsterseniz kısaca bakalım:

Cumhuriyet tarihimiz: Bu millet, 1923 ten 1950 yılına kadar cenneti yaşamıştır. Mutlu ve huzurlu bir hayat sürmüştür. Ne zaman ki, Menderes iktidara gelmiş; memleket hak ile yeksan olmuştur. Dirlik ve düzen bozulmuştur. Toplumu etkileyen her türlü aksaklık, eksiklik ve beceriksizlik (27 mayıs ve CHP dönemleri hariç) 1950 den sonra meydana gelmiştir. İşte resmi zihniyetle onun bağlılarının tarih özeti tamı tamına budur. Çocukları geçtik, reşit olmuş; hatta yaşını başını almış bir çok insan hala, bu masalı dinleyip/anlatarak yaşamaya devam etmektedir.

Sosyal hayatımız: Neredeyse ömrümün tamamı, cumhuriyete kasteden bedhahlara karşı, milleti uyanık olmaya çağıran nutukları dinleyerek geçti. Devlete yönelik tehdit önce, irtica ve komünizm tehlikesiydi. Daha sonra bu, laik hassasiyete dönüştü. Sistemimiz, demokrasiyi kullanarak şeriatı getirmek istiyenlerden defalarca kurtarıldı. Bunun için muhtıralar verildi, tanklar yürütüldü, partiler kapatıldı, mitingler düzenlendi, davalar açıldı.

Kavramlar: En kabul gören yazarlar, en değerli akademisyen ve hukukçular söze, "biz laikler" diye başlamakta, sonra da "müslüman" olduklarını ifade etmekte bir beis görmediler. Bir insanın hem laik, (din dışı) hem de müslüman (din içi) olamayacağını hiç düşünmediler. Türkiyenin en üst mahkemesinin üyeleri, somut hiç bir dayanak olmamasına rağmen başörtüsünü anayasaya aykırı buldular. Danıştay yargıçları, bir bayan öğretmenin sokakta ve evinde bile başını örtemeyeceği hakkında karar verdiler. İnsan, uyanmadığı sürece düşünde gördüklerini gerçek sanır ve rüyada her şey olur.

Aidiyetimiz: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes "Türk'tür" biçiminde formüle edilmiştir ve mesele çözülmüştür. Yani bu topraklarda kürt, arap, laz, çerkez, rum, yahudi, ermeni falan yoktur. T.C nüfus cüzdanına sahip herkes ister ana/babadan, ister sonradan olsun, türktür. Alt kimlik, üst kimlik sözünü edenler bölücülerdir. İşte bu masal, iç ve dış bazı mihraklarca kullanılan PKK isimli bir örgütün kurulmasına, ülkeyi kana bulayıp, geleceğini tüketmesine sebep olmuştur.

Evet, bu ülkenin insanlarına gerçek dünyada sanal bir hayat yaşatılmıştır. Toplum, hakim güç tarafından hayal aleminin aktörü haline getirilmiştir. Sevinçler, neşeler, korkular, vehimler hepsi bir senaryo ile belirlenmiştir. Herkes kendine verilen rolü oynamak, anlatılana inanmak, yönetmenin buyruğunun dışına çıkmamak zorunda bırakılmıştır. Oyunun adına da, "cumhuriyet" denilmiştir. Bazıları rol yapmayı çok sevdiğinden veya bu işten nemalandığından, bu alemde yaşamaktan çok memnun kalmıştır. Dünya ve ahirette iki elim, milletimi bu hale getirenlerin yakasındadır.

Fakat bir gün birileri bu hayatın gerçek olamayacağı üzerinde düşünmeye ve daha ötesini merak etmeye başladılar. Onlar, bu yapaylığı aşmak için büyük mücadeleler verdiler. Baskılara, engellemelere, ihtilallere, aleyte probogandalara rağmen ısrarlarından asla vazgeçmediler. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden 85 yıl geçtikten sonra da olsa, artık bu realite kavranmış gibi görünüyor. Umarım ekonomik kriz, sanal dünyanın yönetmenlerinin ve bağlılarının basiretini açmış, gerçek tehdidin nereden geldiğini onlara da hissettirmiştir.

Sonuç olarak, eğer bunca yılımızı, bunca enerjimizi, bunca birikimimizi sanal korkular üretip onları altetmek için harcayacağımıza; sanayimizi, ticaretimizi, ekonomimizi geliştirmeye harcasaydık, belki bugün çok daha iyi durumda olabilirdik. Şu an, son yedi yıldaki çabanın ve bu sayede artan döviz rezervimizin ülkemizi nasıl ayakta tuttuğunu görebiliyoruz. Bu kriz dönemini, 2002 yılındaki durumumuzla karşıladığımızı düşünmek bile istemiyorum.

İçinde bulunduğumuz dönem ekonomi konusunda iyi bir görüntü vermiyor. İşsizlik, aşsızlık önümüzdeki günlerde de gündemi işgal edecek gibi duruyor. Artık bu, iktidarların çözebileceği bir mesele olmanın ötesine geçmiş bulunuyor. Zira zamanımızda satmak, üretmekten daha önemli hale gelmiştir. Hemen her ülke sanayicisinin, malını pazarlayabilmek için yalvar yakar dolaştığı bir ortamda, meseleye kalıcı çözüm bulmak kolay görünmüyor.

Öte yandan sosyal hayatımızın bazı kısımlarında iyi şeyler olacağını hissediyorum. Eğer trend aniden değişmezse önümüzdeki zamanlarda daha emniyetli bir ortama, daha adil ve güvenilir bir yargıya kavuşacağımızı zannediyorum. Bundan böyle bazı önemli kişilerin faili meçhul cinayetlere kurban gitmeyeceğini, eğitimin önemseneceğini; yolsuzlukların, yiyiciliğin giderek azalacağını düşünüyorum. Hayırlısı diyorum.

http://www.baktabul.com/773344-post1.html

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..