Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '17

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Bu olay gerçek bir olaydır

Bu olay gerçek bir olaydır
 

Mustafa Oğuz Mucurluoğlu'nun Annesi.


Kadına şiddet olayları günden güne artıyor ve

Gündeme yerini koruyor. En son olay, engelli yazar

Mustafa Oğuz Mucurluoğulu’nun annesi, Meral İpek'in

Başına geldi. Kendi sözleriyle kaleme aldığı, Mustafa Oğuz Mucurluoğlu’nun

Sosyal medya hesabından paylaşmış olduğu yazıyı aktarıyorum

Sizlere.

 

MOR ÖTESİ EFLATUNA ÇALAN YEŞİL SARI TEN RENGİ
 
Ben 62 yaşındayım. 45 yaşında el ve ayaklarını kullanamayan bir oğlum var. Hayatımızı ana-oğul sürdürüyoruz.
Tarih 30 Haziran 2017 Cuma günüydü. Büyük erkek kardeşimin karısı gündüz saatlerinde beni arayarak; ablasının Bursa’dan geldiğini, beni görmek istediğini, akşama muhakkak misafir olmamızı belirterek küçük erkek kardeşimle beraber beklediğini söyledi.
O gün oğlum, bir arkadaşının mezuniyet törenine katılacak ve ardından da başka bir arkadaşıyla dışarıda vakit geçirecekti. Bu durum sayesinde ben misafirlikteyken aklım evde yani oğlumda olmayacaktı.
Akşama doğru oğlumu akülü tekerlekli sandalyesine bindirerek gönderdim. Ardından da ben hazırlanıp çıktım. Birlikte gideceğim erkek kardeşim de gelmişti zaten. Arabaya binip misafirliğe gittik… Kullandığım araç; oğlumun üzerine alınmış Fiat Doblo marka bir arabadır.
Konuk olduğumuz saatler boyunca yedik-içtik, muhabbet ettik. Çok güzel ve mutlu olduğumuz bir ortam içerisinde saat bir hayli ilerlemiş 11,5 civarlarına gelmişti. Artık kalkma fikriyle oğlumu aramak istedim. ‘Eve doğru sen git, biz de şimdi çıkıyoruz.’ diyecektim. Çantama elimi attım lâkin ne yazık ki telefonu evde unutmuşum. Gelinimizin telefonunu kullanarak oğluma ulaşıp beraber geldiğim kardeşimle kalktık. Evdekilerle vedalaşıp yola koyulduk.
Kardeşim Seyranbağları’nda oturduğu için önce onu evine götürdüm… Kapının önüne geldiğini tahmin ettiğim, beni bekliyor olan oğlumun tuvalet ihtiyacı da vardı mutlaka. Bu başlangıçla eve girip rutin hayatımıza devam edecektik.
Bağlar Caddesi üzerindeki eve kardeşimi bıraktıktan sonra Büyükesat Postanesi’nin önünden Reşit Galip Caddesi’ne çıkacak ve oradan Kennedy Caddesi’ndeki evime varacaktım. Saat gece yarısını geçmişti. Postanenin önünden Fıskiye Sokak yönüne girdim. Birbirine paralel olan ve bulunduğum sokağı kesen iki sokaktan geçtim. Türkan Sokak olan üçüncüsüne yaklaşmıştım ki, son derece hızlı seyreden bir araba sol tarafımdan geçti.
Kendi kendime, ‘bu ne hız bu saatte, Ankara’nın elit semtlerinden birinde magandalar cirit atıyor’ diye düşündüm. Yavaş yavaş da yoluma devam ediyordum ki, siyah bir araba diğerinden daha hızlı olarak, neredeyse jet gibi önüme çıkıverdi. Anında frene bastım ve durdum. Türkan Sokak’tan fırlayan bu araba karşı tarafa doğru gidiyordu. Bulunduğum sokak tek yönlü bir sokaktı. Şoför bunu fark edince neredeyse hiç hız kesmeden direksiyonunu sola, benim üzerime çevirerek ilerlemeyi sürdürdü. Son anda arabayı fark edip direksiyonunu bana göre sol tarafıma doğru çevirdi. Çok büyük bir kazaya ramak kalmıştı! Kişi, arabasıyla yan tarafımda durdu. Ben de pencereyi açtım. Şoför var-yok 18 ile 20 yaş aralığındaydı. Çocuk denebilecek bu kişi; neredeyse gözlerini açamıyordu ve uyku hâlinde bir görüntüsü vardı. Hemen anladım, çocuk zil-zurna sarhoştu…
Sanırım, hızla geçen ilk arabanın nedeni; bu çocuktan kaçıyor olmasıydı. Ben de o an da önce ‘kaçayım’ diye düşündüm. Ancak, beni de takip edebilirdi. Sonra, ‘kapıları kilitleyeyim’ diye geçirdim aklımdan. Fakat, bu sefer de arabaya zarar verebilir ihtimali geçti kafamdan. Telefonumu da zaten evde unutmuştum.
Pencereyi açar açmaz, “a…. koduğum, sen ne biçim araba sürüyorsun, yolun ortasında bekliyorsun” diye başlayan küfürler savurmaya başladı. “Bak sen sarhoşsun” dedim. “Sana ne” diyerek küfür etmeye devam etti. Ben de dayanamayarak, “sen git” diyerek bana ettiği ilk küfrü kendi annesi için söyleyerek karşılık verdim. Bana “in aşağıya” dedi. Arabasını biraz ileri alarak aracından çıktı. Artık yapabilecek bir şey yok düşüncesiyle ben de indim(korkak bir kişilik yapısına sahip değilimdir). Karşımdaki bana doğru gelirken, ben de ona doğru yürüyordum. Çocuk bana doğru ilerlerken yine ağıza alınmayacak küfürler ediyordu… Elinde bira kutusu vardı. “Bak oğlum” dedim, “ben senin annen yaşındayım, bira kutusuyla üzerime geliyorsun” diye devam ettim. “Sana ne” diyerek küfürlerine devam ediyor üzerime geliyordu. “Plakanı aldım, seni şikâyet edeceğim” dedim. “Bildiğin yere şikâyet et” diyerek küfürlerin dozajını büyütüyordu. Tam önümde durup, “kadın olmasaydın ben sana yapacağımı bilirdim” diyerek ellerini yumruk şekline getirip havaya kaldırdı. Tam önünde duruyordum. “ben senin annen yaşında, hatta annen değil anneannen yaşındayım, beni mi döveceksin” diyerek kendimi de dirençleyip yüzüme yumruk gelmesin diye kafamı yere eğdim.
Biraz ilerimizde, 4-5 metre ötede iki tane kâğıt toplayan çocuk vardı. Kulağıma konuşmaları geldi; “buradan kaçalım oğlum, şimdi burası karışacak” diyorlardı birbirlerine. Hemen yanımızdan kalabalık bir aile(kadınlı-erkekli) geçiyordu. Anında hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Ben onlara dönüp baktım, ‘belki müdahale ederler’ diye. Lâkin ve maalesef yok oldular. Çevrede evler vardı fakat sıcak yaz günü olduğundan mı kimseler yoktu? Yoksa uykudalar mıydı? Ölü toprak mı serpilmişti üzerlerine? Hiçbir yerde hiçbir hareket yoktu.
Ben iki elimin avuç içleriyle çocuğu döşlerine bastırarak kendimden uzaklaştırmaya çalışarak “hadi evine git” diye bağırdım. Arkamı dönüp aracıma doğru giderken de “Allah belanı versin” diye tekrar bağırdım. O da arkamdan küfürlere devam ediyordu. Yerinde sabitlenmiş olarak duruyordu.
Arabaya binip “Allah’ın belası” diye yine bağırdım. Anahtarla kontağı tam çalıştırıyordum ki kapım birden açıldı. Çocuk kapımı açmış ve kapıya tekme atıyordu. Hiç ses çıkartmadan tekme attığı yere bakıp sonra çocuğun yüzüne sert bir bakış fırlattım. Kısa bir süre bakıştık, küfürler devam ediyordu. Saliseler içerisinde sağ elini yumruk yaparak gözümün üzerine indirdi. Gözümün patladığını zannettim. Gözümde şimşekler çaktı. “Ah gözüm” diye feryat ettim. Karşı apartmanların birinden nihayet bir kadın sesi, “şimdi polisi çağırıyorum” diye seslenerek müdahale etti. Çocuk geriledi. Ben arabadan tekrar aşağıya inerek, “polisi çağırın, hemen gelsin” dedim. Çocuk korkuya kapılıp giderek, kaçarcasına arabasına bindi
Aracıyla çocuk kaybolunca, etrafım insanlarla dolmaya başladı. Bana, “ne oldu abla?” diye sordular. Ben de, “olay yaşanırken burada insanlar vardı, anında yok oldular, ben yumruğu yiyip oğlan kaçtıktan sonra hepiniz ortaya çıktınız, sağ olun yahu” dedim ve ekledim, “bizlere, bu ülkeye, bu insanlara ne oldu, ben yumruk yerine bıçak da yiyebilirdim, şimdi ölü olabilirdim, pes doğrusu…” Etrafımdakiler, “biz yeni gördük abla” dediler. “Plakasını alabildin mi?” diye sordular. “Aldım ama 06 R ile 3 ve 0’larından eminim, ama sıfırlar iki tane miydi üç tane miydi kestiremiyorum. Etrafımdaki genç çocuklar bana, “abla, şu karşıda bir şirket var, şirketin de kamerası var, sen şikâyetçi ol, biz şahitlik ederiz” dediler. Oradaki kadınlar ve adamlar da bunu teşvik ettiler. Anlık olarak karakola gitmeye karar verdim. Ama birden oğlum aklıma geldi. Beni kapıda bekliyordu… Karakol, hastane, rapor derken sabahı bulacaktı.
Sonrasında aklıma gelen bir sürü şey oldu: Şikâyet etsem aylarca hatta belki de yıllarca mahkeme peşinde koşacaktım. Lehime sonuç alacağımı bilsem her şeye değerdi. Televizyonlarda dayak yiyen kadınların haddi-hesabı yoktu. Dayak atanlar dışarıda geziyordu, ceza almıyorlardı. Geçmişte oğlumun ve benim yaşadığımız bazı hukuki olaylar olmuştu. Haklı olduğumuz hâlde adil sonuçlanmamıştı. En fazla takipsizlik kararıyla belirtilen kısacık bir süre içerisinde bir üst mahkemeye taşıyabileceğimiz bilgisi veriliyordu. Bu süreç içinse avukat lazımdı, para lazımdı, ya da tanıdık bir bürokrat veya üst seviyelerde bir akraban olması lazımdı. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, haklı bile olsan hiçbir şey yapılmazdı. Zaten mahkemeler, hapishaneler tıklım tıklım doluydu. Böyle küçük şeylerle hâkimler uğraşmıyorlardı.
Hak, hukuk, adalet kalmamıştı…
Yumruk yediğim çocuğun altındaki araba, lüks bir siyah Mercedes’ti. Babası mı hâkimdi, amcası mı bürokrattı, dayısı mı çok zengindi, yoksa mevkili bir yönetici tanıdığı mı vardı bilemezdim. Çünkü çocuk; hem cüretkâr, hem terbiyesiz, hem de küfürbazdı… Demek ki güvendiği bir şeyler vardı. Genç bir çocuktu ve öyle anlaşılıyordu ki iyi bir ailede yetiştirilmemişti. Bu da onun suçu değildi.
Çok çabuk bu beyin fırtınasını yaptıktan sonra karşımdakilere, “ben bununla uğraşamam, bu ülkede uğraşmaktan bıktım, ben eve gideyim, gözüm şişmeden buz koyayım, sizlere yine de teşekkür ederim, polisi çağıracağını bağıran kadına da teşekkür ederim, o kadın bağırmasaydı belki ben şimdi daha kötüydüm” dedim ve oradan ayrıldım.
O kısacık yol boyunca bir kadın olarak edep yerlerimize küfür edilmesine kahredip durdum. Hep kadın ayaklar altında. Hep cinsel uzuvlarımız ayaklar altında. Bu ayak takımı insanlar, annelerinin cinsel uzuvlarından dünyaya gelip hayat buluyorlar, sonra da hayat buldukları organlara aşağılık gözüyle bakıyorlar. Bu ne çelişki?
Eve geldiğimde oğlum kapıda bekliyordu. İçeriye girdik. Oğlumun morali çok bozuldu. “Sana daha kötü bir şey olsaydı ben ne olacaktım” dedi. İkimiz de hayata, insanlara, yönetime isyan ettik.
Bu esnada da gözüme buz tamponu yaptım. Şimdilik gözüm hafif şiş ve mosmor. 1-2 gün sonra eflatuna dönecek. Sonra yeşile. Daha sonra sarıya. Daha, daha sonra hepsi geçecek. Peki ya benim ruhumdaki morluk nasıl geçecek?
 
 
Annem gelmeden apartmanın önüne gelmiştim. Anneme şaka yapacaktım; ‘sen koca arabayla gelemedin, bak ben akülüyle senden önce geldim’ diye… Ayrıca, engelli park levhamız olduğu hâlde aracını hatalı park eden birisinin arabası biraz bizim alana da yerleşmişti. Bu durumun annemi oldukça gereceğini bildiğimden, ‘eyvah’ dedim önce ve annem geldiğinde onu sakin kılacak şeyleri kafamdan geçiriyordum. Biraz sonra da annem geldi ama benim tahmin ettiğim şeye kızma enerjisi ve gücü yoktu. Tam buna şaşıracaktım ki; annem durumun nedenini açıklayan sebebi bir çırpıda iki kelimeyle söyleyiverdi: “DAYAK YEDİM!”
Beynimden vurulmuşa döndüm. Allak-bullak oldum. O an her şey anlamını yitirdi. Uçsuz-bucaksız bir boşluk. Düşünülen her şeyin anlamsızlığı ile çaresizlik okyanusunda boğulmak. Engelli oluşuma lanet okuyup kahretmek…
 
Annemin anlatımıyla, o olayı okudunuz!
 
03-07-2017/17:17
 
Toplam blog
: 55
: 263
Kayıt tarihi
: 31.05.17
 
 

Rukiye TÜREYEN kimdir.     1980 yılında Sakarya'da doğmuştur. Üç aylıkken geçirdiği menenjit hast..