- Kategori
- Sanat Tarihi
Bu şehr-i Stanbul ki ya depremle ya yangınla yok olacaktır
II. Beyazıd'ın babası
Hanlar Hanı, Fatihler Fatihi, Sultanlar Sultanı Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin büyük bir sabır ve büyük bir hasretle Osmanlı topraklarına kattığı, imparatorluğunun "Payitahtı" yaptığı ve şimdi oğlu II. Beyazıd tarafından yönetilen İstanbul şehrindeyiz. Bu İstanbul şehri ki, bin senedir Doğu Roma denen bir başka imparatorluğun hem siyasal hem de dinsel başşehri olmuştur. Nice akınlara göğsünü siper etmiştir bu zavallı şehir. Çünkü güzeldir. Doğal korunmalı olmakla beraber bütün ticaret yollarına açılan kapıları vardır.
İşte bu şehir ki 857 (1453) yılında Türkler tarafından ele geçirilmiştir. Bu ele geçiriş, İstanbul şehrinin içinden bakınca "işgâl" olmuş, dışından bakınca "Fetih" olmuştur. İçerdekilerin binlerce yıllık bir imparatorluğu yıkılmış, dışardakilerin ise yüzlerce yıla damgasını vuracak imparatorluğuna yeni toprak katılmıştır.
H 915 (M 1509) yılı Türklerin İstanbul şehrini fethedişlerinin elli altıncı yılıdır. Sanmayın ki bugünkü gibi o zamanlar da "İstanbul'un fetih günleri" şenliklerle kutlanıyordu. Hayır, sırası gelen padişahın İstanbul'un fetih gününü kutlama diye bir derdi yoktu. Çünkü, böyle bir kutlama, imparatorluğun "sığlığını" göstermekten başka bir işe yaramayacağını en başta padişahlar bilmektedir.
1509 yılı yaz mevsimi cehennem sıcaklarıyla geçmektedir. Sabahtan akşama kadar Yeni Saray'ın gölge ve serin bir köşesinde imparatorluğun çok değişik sorunlarıyla ilgilenen Padişah II. Beyazıd, akşam saat on'a doğru odasına dinlenmeye çekilmiştir. Gecenin bu saatinde bile değim yerindeyse "yaprak bile kıpırdamamaktadır." II. Beyazıd, yer yatağına uzanır. Uyunacak gibi değildir. Bu Saray ki, yazın serin, kışın ılık olması üzerine inşâ edilmiştir. Fakat yine de sıcaktır.
II. Beyazıd yattığı yerden babası Sultan Mehmet Hanı düşünür. "Ben ki altmış iki yaşıma geldim" diye kendi kendine mırıldanır. "Babamdan on üç sene fazla yaşamışım". Yattığı yerden saçlarını eliyle düzeltir. "İyi de bu güne kadar babam rahmetlinin yaptıklarının hiçbirini lâyıkı ile yapamadım".
Aklına, cevapsız binbir soru getirir. Zaten bütün gün ruhunu sıkan bir şey vardır. Ancak, ne olduğunu bir türlü anlayamaz. İçinde büyük bir sıkıntı vardır. Şimdi, yattığı yerden bunu daha iyi anlamaktadır. Ter içinde yataktan fırlar, kendini terasa atar. Gecenin karanlığında Marmara'nın akıntısını duyar. Birden ayağının altındaki yerin gidip geldiğini sanır. Rahatsızlandığını düşünerek ve bütün günün ruh sıkıntısını buna yorarak, kelime-i şehadet getirir. Yeniden yatağına gitmek için arkasını döner ki, bu sefer gerçekten altındaki yer, ayaklarının altından akıp gitmektedir. Büyük bir gürültü duyulur. Saray'ın içinden ve dışından insan çığlıkları gelir. Ve az önce II. Beyazıd'ın içinde yattığı odanın damı olduğu gibi çöker.
"Aman Allah'ım" deyip yere oturur. "O odadan çıkmasaydım şimdi duvarların altında ruhumu teslim etmiş olacaktım." diye düşünür. Marmara'nın sularının neredeyse Saray'ının duvarlarına kadar geldiğini duyar. Deniz, karaya saldırmıştır.
Gecenin o saatinde bütün İstanbul sokağa dökülür. İlim-irfan sahibi ulemalar padişa derhal haber getirir: "Efendimiz zelzele oldu"
Yeni Saray'ın avlusuna Padişah için büyükçe bir çadır kurulur. Günün aydınlanması için uzun bir bekleyişe geçilir.
Sabah olduğunda hemen hemen bütün payitahtın yerle bir olduğu haberi gelir. Binlerce insan ölmüştür. Evler yıkılmıştır. Padişah II. Beyazıd çalışmalarını çadırda sürdürmeye karar verir, çünkü "zelzele" aralıklarla sürmektedir. Padişah, bütün ulema takımı yanına çağırır. Yapılması gereken neyse derhal yapılmasını emreder. Etrafta ne kadar işsiz güçsüz boş gezen varsa, derhal enkaz kaldırma işine girişmelidir.
II. Beyazıd, payitahtının zarar durumunu sürekli isterken, en acı haber kendisine kısa bir zaman sonra ulaştırılır:
"Efendimiz, bababınız Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin büyük hayrı olan ve babanızın adını taşıyan külliye ve cami de yıkılmıştır."
II. Beyazıd, oturduğu yerden kalkar. Yüzünü büyük bir hüzün kaplar. Çok kısa bir hayal dünyasından sonra: "Babam haksızmış" der, kendi kendine. Sonra, okudukları aklına gelir
Babası Fatih Sultan Mehmet kendi adına bir cami yaptırmaya karar vermiştir. Bunun için zamanın ünlü mimarı Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'ı çağırır. Yani Atik Sinan'ı. Hayalindeki yapıyı ona anlatır. Mimar Sinan da "Emriniz başım üstene efendimiz" deyip derhal işlere koyulur. Nitekim, inşaat büyük bir hızla ilerlerken Fatih Sultan Mehmet adına yaptırdığı camiyi görmek ister. Hemen hemen bitmek üzere olan camiyi gören Sultan hiddetle mimarı yanına çağırır. Mimar koşar adımlarla İstanbul şehrinin fatihinin önünde boyun eğer. Fatih, sinirlidir.
"Bu ne düzensiz yapıdır mimar!" diye bağırır.
Mimar Atik Sinan daha ağızını açmadan Fatih devam eder bağırmaya:
"Ben sana böyle mi emrettim?! Bu sütunların küçüklüğü nedir? Sen benimle alay mı etmektesin?"
"Fakat Padişahım" der mimar, "Üzerinde yaşadığımız topraklarda zelzele eksik olmamaktadır. Ben, yüce padişahımın adının sonsuza dek yaşaması için zelzelelere dayanıklı bir inşaat yaptım"
Fatih şimdi daha da kızmıştır.
"Sen ne dersin bre mimar! Emirlerimi dinlemeyip kendi kafana göre iş mi düzersin? Ben neyim ki benim lafım sana geçmez?!"
Mimar, ne yapacağını şaşırır. Fatih Sultan Mehmed'e, camiyi depremden korumak için planladığını bir türlü anlatamaz. Fatih, gittikçe sinirlerine hâkim olamamaktadır. Yanındakilere seslenir:
"Mimarın ellerini bileklerinden ayırın! Sonra da bu camiyi benim istediğim gibi yaptırın!"
Mimarın iki eli de bileklerinden birer kılıç darbesiyle ayrılır.
II. Beyazıd bu olayı acı acı hatırlarken, mimarın, Kadı Hazretlerine açtığı davayı da düşünür. Nitekim, davayı mimar Sinan kazanır. Kadı da hükmünü açıklar:
"Padişah Hazretleri, mimar Atik Sinan'ın ellerini kesmekle haksızlık etmiştir. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet Hazretlerinin de elleri aynı şekilde kesilecektir."
Allahtan mimar şikayetinden vazgeçmiştir de II. Beyazıd'ın babasının elleri kurtulmuştur.
II. Beyazıd hemen bir emir yayınlayarak halktan vergi toplamaya başlar. Ahşaptan başka malzemeden bina yapımına yasak getirir. Babasının adını taşıyan Fatih Camisi'ni ise bizzat kendi bütçesinden onartır. Bu sırada kulağına çok değişik dedikodular da gelir. Söylendiğine göre, Fatih Sultan Mehmet, kendi adına yaptırdığı camiyi eski bir Bizans kilisesinin üzerine yaptırmıştır. Hattâ bu caminin altında onlarca Bizans imparatorunun mezarı da varmış. Bu nedenle burası uğursuz gelirmiş.
Beyazıd, bu dedikodulara güler geçer.
Depremden sonra Osmanlı payitahtı yeniden inşa edilmeye başlanır. Birgün Osmanlı üst düzey memurlarını sevindiren bir haber gelir. Hattâ bu habere o kadar sevinirler ki, derhal padişahın huzuruna koşarlar. Padişah böyle bir haber karşısında sevinçten belki de gözyaşlarını tutamayacaktır. Nitekim, büyük bir sevinçle hepsi beraber padişahın çadırına girerle. Padişah şaşırmıştır.
"Efendimiz size hayırlı bir haberimiz var"
Padişah onlara döner:
"Deyin bakalım neymiş bu hayırlı haber."
"Efendimiz, İtalya'da yaşayan ve namı Batı'ya ve Doğu'ya dahi yayılan bir mimar vardır ki adı Leonardo da Vinci'dir"
"Evet" der padişah.
"İşte bu mimar efendi, Osmanlı payitahtının bütün mimarisini kendisinin yapacağını bize müjdeledi"
Padişahın yüzü güleceğine daha gerilir.
"Bre ağalar siz neler sayıklarsınız. Bunca yıllık atalarımızın sürdüre geldiği mimarimizi şimdi bir kefereye mi teslim etmemi benden istersiniz? O kefere ki bütün payitahtımı kiliseye mi çevirsin istersiniz? Derhal çıkın çadırdan. Bizim mimarlarımız bu işi yapacak güce sahiptir."
İstanbul şehri depremden sonra yeniden yapılandırılır. Bu kez ahşap yapılar bütün şehri doldurur. Evet, ahşap yapılar depreme dayanıklıdır. Ama, yangına? İstanbul'un kaç kez kül olduğunu da yime tarihiyle birlikte ele alırız umarım.