Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Temmuz '11

 
Kategori
Mizah
 

Bu Yüzyıl başka Yüzyıl

Bu Yüzyıl başka Yüzyıl
 

"RESİM:ALINTI"MUHTEŞEM YÜZYIL'I ÖZLEYENLERE...


Süleyman bir dizinde sarışın bir afet, diğer dizinde karaşın bir afet ile zevki sefadadır. 

Has odaya giden ince, uzun koridorda kendinden emin adımlarla ilerlemektedir Hürrem. 

Has odanın kapısının önünde bekleyen muhafızlar kılıçlarını çapraz şekilde tutarak Hürrem’in içeri girmesini engellemeye çalışmaktadır. Ama Hürrem’dir onun adı. Aklına koyduğunu yapacak, has odaya girecek ve Sülüman ile olacaktır. 

“Çekilin diyorum size. Açın yolu.” 

“Odanıza dönün Hürrem Hatun.” 

“ Sen kim oluyorsun muhafız parçası. İndirin kılıçlarınızı. Benim Hünkârımı görmem gerek.” 

“Hürrem Hatun.” 

“Hatun mu? O dilerini çektiririm boğazından. Sultan… Sultan. Hürrem Sultanım ben. Hünkârım sultansın dedi, Hürremsin dedi.” Derken çileden çıkmış sesi iyice yükselmiştir Hürremin. 

“Şiiiişt. Bu ne gürültü. Hem de hasların hası has odanın önünde.” diyerek olaya müdahale eder Sümbül Ağa. 

“ Süklüm Ağa.” 

“Dilini eşek arısı soksun.” diye alçak sesle mırıldanır Sümbül ve birden bire “Sultanım. Emredinnn. Çözeyim sorunu.” 

“Bu kendini bilmez muhafızlar has odaya girmemi engelliyorlar.” 

“Konu vahim.” derken olmayan sakalını sıvazlar gibi yapar Sümbül. 

“Benim Hünkarımı görmem lazım Süklüm Ağa.” 

“İlle bir koca o da bu gece” diye kıkırdar kendi kendine Sümbül. 

“Yardım et Süklüm Ağa.”diyerek elini pamuk banka daldırır ve bir kese altını Sümbüle uzatır. 

Uzanır alır Sümbül. Yüzünde güller açar, lokmalar dağıtılır, şerbetler içilir. 

“Sultanımmm. Siz istirahat buyurun ben bir bakayım Hünkârımıza.” 

“Çabuk ol ama bekleyecek takatim kalmadı. İlle de Sülüman.” 

“Endişe buyurma Sultanım.” diyerek koridordan kıvrılır ve has odanın diğer kapısının önünde mantar gibi bitiverir. 

“Tıkk. Tıkk. Tıkk.” der kapıdaki ses. 

Süleyman dudaklarını sarışın afetin dudaklarından güçlükle ayırır ve “Kim o?” diye haykırır. 

“Hünkarımmm.” der titreyerek Sümbül. Zaten esmer olan suratı daha da esmerleşir. 

“Ne var Sümbül? İş üzerindeyken beni rahatsız etmeyin demedim mi size?” 

“Acil durum Hünkarımmm.” 

“Hımm.” diyerek kalkar ayağa Süleyman. Kapıyı yarı çıplak bir halde açar. 

“Hhiii. Bu ne hal hünkârım?” Sana hesap mı vereceğim Sümbül? Ne zamandır hünkârlara bu ne hal diye soruluyor?” 

“Hürrem Sultan saraya geldiğinden hatta has odaya ayak attığı günden itibaren hünkârım.” 

“Anlaşıldı. Gevezelik etme de söyle. Neden alarm veriyor gözlerin?” 

“ Hürrem sultan kapının önünde.” 

“Ne?” diyerek titrer Süleyman. Paniklediği her halinden bellidir. 

“Tutturdu sizi göreceğim diye.” 

“Atlatamadın mı?” 

“Neerrdee… Nuh diyor peygamber demiyor. İlle de Sülüman diyor.” 

“Haaa. Haaa. Haaa. Sever beni.” 

“Ya siz onu?” 

“Orasını karıştırma Sümbül.” 

“Karışşştırrmmmaamm hünkârım.” 

“ İyice beceriksiz oldun sen Sümbül. Bir kadını bile idare edemiyorsun. Ben de haremi senin ellerine bırakmışım. Artık emekli mi etsem seni.” 

“Emekli mi… Şaka yapıyor olmalısınız Hünkârım. Daha çiçeği burnunda bir delikanlıyım ben.” 

“Sen?” 

“ Ben tabii. Elim ayağım hatta gözüm kaşım has odanın etrafında dolaşıyor.” 

“Ama Hürrem kapının önünde diyorsun.” 

“Koşa koşa gelip olaya müdahale eden kim Hünkârım. Sizi zor durumda kalmaktan kurtaran kim? 

“Anlaşıldı, anlaşıldı lafı uzatma. Git gönder Hürrem’i. Mühim işleri var. Devlet işleri ile ilgileniyor de.” 

“Hürrem Sultan’a. İnanır mı sizce?” 

“Sümbüllll. Sana bunun için para ödüyorum.” 

“Başka hatun olsa kolay da hünkârım. O kadın herhangi bir kadın değil. Hürrem Sultan. Sizin gözbebeğiniz.” 

“Bebek deme bana Sümbül. Bebek deme. Bebek lafı duydum mu tüylerim tek tek oluyor. Bak yine oldu işte.” 

“Hay Allah.” 

“ Sükklüüümm Ağaaa… Sükklüüüm Ağaaa…” diye seslenişi duyulur Hürremin. 

“Eyvahlar olsun .” 

“Yandımmm ben Sümbül hem de Marmara çırası gibi yandım. İçeridekiler. Rus Çarının hediye ettiği cariyeleri geri göndermediğimi, Hatice’min sarayına sakladığımı, arada bir olsun gönlümü eğlendirdiğimi…Hürrem duyarsa…” diyerek sekmeye başlar olduğu yerde Süleyman sanki ayaklarının altında kızgın alevler var gibi. 

“Sakin olun hünkârım. Duymazzz. Nereden duyacakkk. Benim dudaklarım mühürlü hem de Veziriazamın mührü ile. Siz oyalayın kapının önünde Hürrem Hatunu ben diğerlerini icabına bakarım. 

“Göreyim seni Sümbül. Kumda yürü izleri yok et. Durr. Durr. Önce mintanımı getir.” 

Süleyman mintanı üzerine geçirmiş Sümbül has odaya kıvrılmıştır ki Hürrem görünür. Süleyman birkaç adım atar ona doğru. 

“ Sülümanımmm.” 

“Hürremim.” 

“Burada ne arıyorsun Sülüman. Neden odada da değilsin?” 

“Duydum ki… Benim sultanımı içeri almamışlar.” 

Kasım kasım kasılır Hürem. 

“Gidip karşılayayım dedim.” 

“Sülüman. Ben çok seviyorum seni.” 

“Ben de Hürrem’im. Ben de.” 

“Ne kadar seviyorsun Sülüman?” 

“Sarışın bombadan, karaşın cariyeden, has bahçedeki güllerden, gökte uçan kuşlardan daha çok seviyorum Hüremim.” 

“Sülümanımmm.” 

“Gönlümün gülen yüzü, neşem, sevincim.” 

“Gönlümün sultanı.” 

“Eee. Söyle bakalım hürem beni niye görmek istedin?” 

“Özlediimm teninin kokusunu özlediimm / Özlediimm sohbetini o sesinin özlediimm/ demek isterdim Sülüman fakat.” 

“Fakat.” 

“ Sana iki haberim var. Biri iyi biri kötü.” 

“Ya. Neymiş bu haberler?” 

“Burada olmaz ayaküstü. Mühim mevzular. Has odaya geçelim de öyle konuşalım.” 

“Has odaya mı?” derken yaklaştı kadına. Önce parmaklarını dolaştırdı saçlarında. Sonra içine çekti şimdilerde Hürrem Sultan kokusu diye satılan o kokuyu. Başı döner gibi oldu. Hürrem’in dizlerini bağı çözüldü. Dudakları birbirini buldu. 

“Sümbül de görünmedi. İcabına baktı mı acaba içerideki hurilerin?”diye düşünürken Hürrem’i daha başka nasıl oyalayacağını düşünüyordu Süleyman. 

Sümbül’ün “Öhööö. Öhööö.” sesiyle kendilerini topladılar. 

“Ne var Sümbül. Neden rahatsız ediyorsun bizi? Görmüyor musun sultanımla baş başayım.” 

“Hünkârım… Affedin. Verdiğiniz görevi layıkıyla ifa ettim. Onu söyleyecektim.” 

“Anlaşıldı. Çekilebilirsin.” 

Geri geri uzaklaştı Sümbül. 

“Bu Sümbül de yaşlandı artık. Her şeyi birbirine karıştırıyor. İşine son mu versem diye düşünüyorum sultanım ” dedi Süleyman. 

“İyidir Süklüm Ağa, iyidir. Ahmet’in külahını Mehmet’e… Mehmet’inkini Ahmet’e giydirmede pek maharetlidir.” 

“Yani.” 

“Ben memnunum Sülüman.” 

“Öyle diyorsan. Bir süre daha tahammül edebilirim Sümbüle.” 

Öyle diyorum sülüman.” 

“Eveett…” diyerek has odaya yönelir Sülüman ve ilerler odanın derinliğine doğru. Hürrem’den peşinden tabii. 

“ Söyle bakalım Hürrem’im bana vereceğin haber neydi? 

“ Daha haber saati değil Sülüman. Önce bir şerbet söyle. Dilim damağım kurudu. Haberler on dakika sonra başlayacak.” 

“Demek… Men Dakka dukka. Şakacı seni.” 

Cariyenin getirdiği şerbeti bir kerede bitirir Hürrem. 

“Hadi ama Hürrem meraktan öldüm söyle artık ne söyleyeceksen. Şerbetini de içtin. Hem devlet işleri beni bekler gündüz gözü.” 

“ Peki Sülüman ama önce kısa bir reklam alayım.”diyerek elindeki şerbet kasesini uzatır seyircinin gözüne sokmak istercesine. 

“Hürrem şerbetleri. Hürrem şerbetleri. Aklıevveller silere sesleniyorum kokum, yüzüğüm revaçta sırada şerbetim var. Önümüz yaz. Buz gibi Hürrem şerbetleri sizleri bekliyor. En yakın büfelerde.” 

“Bu da ne böyle Hürrem?” 

“Senin aklın ermez Sülüman. Sen devlet işleri ile ilgilen. Bu benim işim. Hayat zor. Yarın bir gün saraydan sürülürsem geleceğimi garanti altına lamam lazım. Lazım lazım bize bir lazımlık lazım Sülüman.” 

“Lazımlık mı?” 

“Selimmm. Üçüncü çocuğumuz bezden kurtulmak ister. Gülnihal çişe alıştıracak şehzademizi.” 

“Mehmet’ten, Mihrimah’tan kalan lazımlık nesine yetmiyor.” 

“Eskidi Sülüman.” 

“Mahidevran’a sor o zaman Mustafa’nın lazımlığını saklamıştır o bir yerlere. Tutumlu karıdır vesselam.” 

Dişlerini sıkar Hürrem, Mahidevran’ın adı geçince ama karar almıştır bu konuda mülayim olmaya. 

“Gülnihal’e söylerim sorar Sülüman.” 

“Sorun çözüldü o zaman.” 

“Sorunun… Sorun bu değildi ki Sülüman.” 

“Dahası mı var. Ne oldu Hürrem. Mihrimah yalancı emziğini mi kaybetti?” 

“ Yok Sülüman. Haberleri… Diyorum… Dinleyecek misin?” 

“Mecburen.” 

“Önce hangisini duymak istersin iyi olanını mı kötü olanını mı?” 

“İyi olanı.” 

“Aç kulaklarını hünkârım. İyi haber geliyorrr.” 

“Gelsin artık zira bayılacağım.” 

“ Bir bebemiz olacak. Gebeyim ben.” 

“Yine mi?” der yüzünü ekşiterek Süleyman. Tüyleri tek tek olmuştur bebek lafını duyunca. 

“Ne o, sevinmedin mi yoksa.” 

“Sevinmez olur muyum gözümün nuru.” 

“ Şehzade doğuracağım sana. Bu sefer ikiz doğuracağım. Mahidevran çatır çatır çatlayacak.” 

“Mahidevran. Ah Mahidevran ağzın var, dilin yoktu. Karnın ikide birde şişmezdi. Kıymetini bilemedim.” diye geçirir aklından Süleyman. 

“Şanslı karıyım ben gönlümün sultanı. Ceketini atsan üzerime gebe kalıveriyorum.” 

“Ya öyle.” diyerek gülümsemeye çalışır Süleyman. 

“Sümbüle söyleyeyim de sarayda ne kadar ceketim varsa toplattırsın. Başka yol kalmadı çünkü.” Diye mırıldanır. 

“ Bir şey mi söylediniz hünkarım?” 

“Yok, haddime mi düşmüş.” 

“Düşmemiş tabi. Ne seviyorum bu tatlı dillerinizi. Peki… Söyle bakalım Sülüman. Beni seviyor musun? ” 

“Hürrem… Az önce söyledim ya. Durup durup soruyorsun. Cevap vermekten yoruldum artık.” 

“Ne olmuş yani bir daha söylesen. Bir daha, bir daha söylesen.” 

“Hürremim, gözümün nuru, eğlendirenim, neşe verenim. Has Bahçeye o kadar papatya diktirdim. Git papatya falı bak seviyor, sevmiyor diye. Daha olmadı falcı bacıya git. Sırf meraklarından kurtul diye falcı karosu açtırttım yüce divana. Saçımı süpürge ettim daha ne yapayım senin için.” 

“Hımmm. Aslında bir şey var.” 

“Söyle sultanım. Söyle de bitsin bu çile.” 

“Bizim ne zaman pembe boyalı, pembe panjurlu bir evimiz olacak.” 

“ Ev mi? Ev mi dedin sen? Kocaman sarayı bırakıp evde mi yaşayacağız biz.” 

“Sen ve ben Sülüman. Yalnız ikimiz.” 

Yapma, etme Hürrem’im. Osmanlı tarihinde görülmemiştir böyle birşey. Attan inip eşeğe binilir mi, saraydan çıkıp evde oturulur mu?” 

“Bizimde normal bir aile düzenimiz olsun. Ne o muhafızlar falan. Has odaya geliyorum bütün saray duyuyor. Padişahımız halvette diye kulaktan kulağa duyuyor.” 

“Halvet. O benim şanım şerefim. Mustafam, Mehmetim, Mihrimahım, Selimim.” 

“Olmaz diyorsun yani.” 

“İzninle sultanım dile benden ne dilersen ama saraydan çıkıp evde oturmamı bekleme.” 

“Eh peki bari. Daha fazla ısrar etmeyeyim.” 

“Israrımı resmi nikâh diye tutturunca yaparım. Boş yere yıpranmayayım.” diye düşündü Hürrem. 

“Varıp Valide Sultanıma da vereyim müjdeli haberi.” diyerek ve eteğini savurarak ha odasının kapınsa doğru ilerledi. 

“Dur Hürrem. Kötü haberi vermedin.” der Süleyman ve sesi gittikçe kısılarak “Gerçi bundan kötü ne gibi bir haber olabilir ama duyalım bakalım.” diye kendi kendine fısıldar. 

“Kötü haber mi? Ha o şey canım. Yeni bir dizi başlamış bize rakip. Adı Mahpeyker’miymiş neymiş. Nigar Kalfa haber getirdi. Gerçi bizim elimize su dökemez ama… Yine de haberin olsun, tedbir al, istedim.” diyerek odadan çıkar. 

Süleyman ileri geri dolanır odanın içinde. Paçaları tutuşmuştur. Yanmaktadır alev alev. 

“Ne yeni bir dizi mi? Muhteşem Yüzyıl’a rakip mi? 

Kapıya yönelir açar ve bir avazı yerde bir avazı gökte gürler “Pargalııı… Pargaaalııı…” diye. 

“Göstereceğim günlerini onlara. Muhteşem Yüzyıl’a çelme takmak ne demekmiş görecekler. Pişman olacaklar. Onlar yokken biz vardık. Kolay mı geldik buralara, reytinglerin tepesine oturduk. Bir taraftan o yüzyıl öyle değildi böyleydi, sarayda öyle oturulmaz böyle oturulurdu, şu bölümde bu hatalar vardı diyen eleştirmen ordusuyla baş etmek zorunda kaldık bir yandan tarihçilerle uğraştık bu belgesel değil uyarlama diye. Tabii kolaydır meyve veren ağacı taşlamak." 

“Hünkarım.” 

“Gel Pargalı gel. Duydun mu gelişmeleri?” 

“Kem küm… Küm kem Hünkârım. Biz Hatice Sultanla… Şey.” 

“Neyse ne. O kısmı beni alakadar etmez. Kulaklarını aç da beni dinle Pargalı. Yeni bir dizi başlamış kanalların birinde. Araştır hemen.” 

“Emredesiniz Hünkârım.” 

“Emrederim ya. Ben Sultan Süleyman. Emrederim elbet. Yayından kaldırılsın o dizi. Tez ola başı vurulsun senaristinin. Yönetmenini yakalayın zindana atın. Cariyeleri benim haremime kapatın. Erkeklerin hepsi hadım edile.” 

“Emriniz başım üstüne hünkârım. Başka bir arzunuz var mıdır?” 

“Fermanımdır. Tez ilet bizim yönetmene. Soğudum bu kanaldan. Astronomik rakamlarla başka kanala geçeceğim.” 

“Ama Hünkârım.” 

“Ne diyorsam onu yap Pargalı. Paraya ihtiyacım var. Hazine tam takır kuru bakır. Kimseler söyleyemiyorum. Ne zamandır sefere de çıkamadık. Hürrem pembe boyalı, pembe panjurlu ev ister. Diğer cariyeler kese kese altın, mücevher bekler. Var git duyur fermanımı.” 

“Emredersiniz hünkârım.” 

“Çekilebilirsin Pargalı.” 

Pargalının arkasından bakar bir zaman Süleyman ve soluklanmak için terasa atar kendini. 

“Ah Şehr-i İstanbul benim başıma gelenler pişmiş bıldırcınların başına gelmemiştir ama sen… Başına neler gelecek ilerleyen yıllarda bilir misin?” diyerek iç çeker. 

Ve bölüm biter. 

 

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara