Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '07

 
Kategori
Parti
 

Buluştuk... İyi oldu!

Buluştuk... İyi oldu!
 

İlk kez sevgili blogdaşımız Tuğba’nın dile getirdiği ama Milliyet Blog’un da o günlerde zaten yapmayı planladığını açıkladığı Blog Yazarları Toplantısı 13 Ocak Cumartesi günü Doğan Medya Center’da yapıldı. Bana toplantı davetiyesi ulaştığında hiç düşünmeden olumlu yanıt vermiştim. Aslında kalabalığı sevmem ve bu tür etkinliklere katılmaktan genellikle kaçınırım. Ama bu toplantı farklıydı, orada bir dolu güzel insanla karşılaşacağımı, tanışacağımı biliyordum o yüzden hiç tereddüt etmedim. Elimden geldiğince iyi hazırlanmaya çalıştım (paraya kıyıp bir ceket ve iki gömlek bile aldım. Bu alışverişin indirim sezonuna denk gelmesi ise tamamen şanstır, planlanmış bir şey değil!)

Toplantının haber yönünü ve teknik ayrıntılarını bugünkü Milliyet’te göreceksiniz, sadece internetten bakmayın bence gazete alın; boy boy fotoğraflarımız var. Ben burada kişisel izlenimlerimi yazmak istiyorum sadece.

Trafikten beyni sulanmış bir İstanbullu olarak eğer evden çıkışta yanlış otobüse binmeseydim tam vaktinde orada olacaktım. En kestirme ulaşım için doğru plan, önce Vatan Caddesi’ne ulaşmam oradan da İstoç otobüslerine binmemdi ama mahalledeki durağa vardığımda hareket halindeki ilk otobüse tabelasına bakmadan atladım. O da beni Vatan Caddesi yerine Eminönü’ne götürdü. Şoförden bu seferlik güzergâhlarını değiştirip beni bir an önce Milliyet binasına atmalarını rica ettim ama şoförü değil öteki yolcuları ikna edemedim bu isteğime! Sonuçta yarım saatime mal oldu bu. Tabii benim bu hesapsızlığımı, Fulya, Tuğba ve Hoşsada’nın Osmaniye’ye dönerken Atatürk Havalimanı’na zamanında yetişemeyip uçağı kaçırmalarıyla kıyasladığımda biraz rahatladım. Yalnız değilmişim!

Doğan Medya Center’da bizi/beni güleryüzlü görevliler karşıladı. Önceden hazırlanmış yaka kartımı taktım; içinde bir bloknot ve bir kalemin olduğu kendi küçük ama değeri büyük hediye paketimi aldım ve toplantı yeri olan yemek salonuna indim. Pahalı ve şık ceketim, eksi iki derece miyop gözlüğüm, dörtte üçü beyazlamış ve epey eksilmiş saçım, Beşiktaş amblemini andıran sakalım ve 1.65 boyumla nihayet oradaydım. Boyumu küçümsemeyin, rahmetli Atatürk’ten iki parmak kısayım sadece! Ama Napolyon’a da fark atarım! Yine de bir dahaki sefere 1.85’lik versiyonumla gitmeyi düşünüyorum. Nasıl olacak diye sormayın; yapıyorlar sanayiide, adamını bulup halledeceğim!

Toplantı salonuna adım atar atmaz etrafımı sevgili görevliler sardı. E, meşhur olmanın avantajı tabii.. O ara sevgili Ahmet Yılmaz’la göz göze geldik ve el sıkıştık. Derken Açelya, Feyhan-Biberiye, Kırkında Levent, Aydın Sevinç, Mehmet Eren, Akdenizli, Yusuf Aysan, Sevgi Ağacı-İlker ve sevgili eşi, Savaş Şakar, Seydi, Esra, Kerem Oğuz, Emre Tekin ve Latif’le hoşgeldin-hoşbulduk faslına girdik. Bu arada çevreden “seni daha uzun bekliyorduk” lafları çalındı kulağıma ama alınmadım! Orada bir arkadaşla daha tanıştım ama şimdi adını bir türlü hatırlayamıyorum beni affetsin. Benim aklımda adı Ahmet Yılmaz diye kalmış ama ben esas Ahmet Yılmaz beyefendiyle karıştırmışım adını (acaba Ahmet Aydın mıydı?). Ama buna yakın bir isimdi. Daha önce bu platformda küçük bir “blogcu musun gazeteci mi” tartışmasına girdiğim Alptekin Yıldız çarptı gözüme yanına gidip el sıkıştım. Meleklerden sorumlu blogcu Sabiha Rana, rekortmen Sema Çürük, Başak Çıbıkçı ve Sema Şener, “Gül’ün İçinden” ve değerli eşiyle (Serhat mıydı?) de tanıştım. Bir süre sonra ilk buluşma macerasına birlikte girdiğimiz Seydi dostum, sevgili Pirmete’yi bulup getirdi. Pirmete’yle hoş-beş derken Hanzade Doğan’ın açış konuşması başladı. Doğan, içeriği bugün Milliyet’in anasayfasında yer alan konuşmasını yaptı. Milliyet olarak bloga ve blogçulara bakışını anlattı ve hepimizi sevindiren şeyler söyledi. Ben şahsen Hanzade Hanım’ın en tepe yönetici olarak Milliyet Blog’un ayrıntılarına bu kadar hakim olmasına gerçekten şaşırdım (patroniçeye yağ!).

Açış konuşmasından sonra birbirimize döndük. Tam da muhabbetler koyulaşacak, herkes birbirine daha da ısınacak derken, birden canlı müzik başladı. Direnen Mızıkacılar’ın performansı harikaydı, parçaları hepimizi coşturdu. Bu yüzden kendilerine çok teşekkür ederim kendi adıma. Ama sanki biraz zamanlama sorunu vardı. Çok yüksek volümlü müzik toplantıya uzak şehirlerden sırf öteki yazar arkadaşlarını görmeye, onlarla tanışmaya gelmiş insanların diyalogunu engelledi. Ses düzeyi o kadar yüksekti ki bağırsanız kendi ağzınızdan çıkan sözleri duyamıyordunuz. Bunun bir buçuk saat süre devam etmesi insanların tanışma ve sohbet momentumunu kaçırmasına neden oldu bence. Sevgili evsahiplerimiz beni hiçbir şeyi beğenmeyen müşkülpesent biri sanmasınlar. Canlı müzik biraz daha ileri saatlerde ya da daha kısa süreli olsaydı toplantı esas amacına daha iyi ulaşırdı diye düşünüyorum ben. Pirmete’yle konuşurken bu konuda aynı şeyleri düşündüğümüzü fark ettim.

Müzik o minvalde devam ederken, kokteyl masasında birkaç arkadaş birbirimizin yüzüne baka baka durduk. Birbirlerine görmelerine izin verilen ama konuşmaları yasaklanan tutuklu/ziyaretçiler gibi!.. Derken, Pirmete kulağıma eğilip yarısından fazlasını içtiği rakı kadehini işaret ederek, “ben Yücel Evren’i aramaya gidiyorum biraz gecikti ona yolu tarif edeyim, içkime göz kulak ol” dedi ve gitti. Ben masada Pirmete’nin yarım kadehiyle kaldım mı başbaşa. Nedense o an benim için o kadeh en sıkı korunacak, yangında ilk kurtarılacak bir nesne haline geldi ve hemen yakın korumaya aldım. Bir garson bunu içen yok sanıp götürecek ya da masadakilerden biri kendi içkisi sanıp kafaya dikecek diye strese girdim ve gözümü o yarım kadehten bir türlü ayıramadım. Böyleyim ben; misyon adamıyım ve emanete hıyanet edemem asla! Sonuçta görevimi başarıyla tamamlayarak kadehi Pirmete’ye devrettim. Pirmete Yücel Evren’i getirip tanıştırdı. Gerçekten memnun olduk karşılıklı... Sohbet edemediğimiz için ben de sağı solu tarayıp yazım için malzeme toplayayım bari dedim. O babta, Ümran Zerrin İzci arkadaşımızın dans yeteneğine hayran kaldığımı not etmişim kafama. Sevgili Latif’in beni ve masadaki arkadaşları da dans pistine sürükleme hamlesini ustalıkla savuşturduk. Hayatta en çok istediğim şeylerden biri iyi dans edebilmekti ama ne yazık ki öğrenecek ve uğraşacak fırsatım olmadı hiçbir zaman.

Bu arada bir köşede tek başına ve çok masum durmakta olan sevgili Esra çarptı gözüme. Onun öyle yalnız durmasına dayanamayıp yanına gittim. Gittim de ne yaptım sanki...Gürültüden onunla da hemen hiçbir şey konuşamadık, sadece orada aynı şekilde ama bu kez iki kişi olarak durmaya başladık. Bu esnada Osmaniye blog çetesinin üç üyesi Fulya, Tuğba ve Hoşsada’yla (Seda) görüşebildik nihayet. Ve yanlarındaki Guguk Kuşu-Hatice’yle. Birbirimizi çok önceden tanıyormuşçasına sarıldık. Sonra toplantıya tekerlekli sandalyesiyle katılan Semra Çetinkaya’nın yanına gidip onunla tanıştım ve o sırada yanımıza gelen sevgili Deniz’le...

Müzik sona erdiği zaman herkeste ani bir geri dönme telaşı başladı. Birden salonun yarısından fazlası boşaldı. Ben toplantıdan hızını alamayanlar arasındaydım. Bazı arkadaşlarla geceye Beyoğlu’nda devam etmeye karar verdik. Açelya, Melda, Leyla Önder (ben hediyemi çantamdan alıp cebime koydum Leylacığım; e tedbirli adamın hali başka!), Deniz, Mavi, Guguk Kuşu-Hatice, Fulya, Tuğba, Hoşsada, Nosferatu, Seydi, Seda Efsun Karamahmutoğlu, Pelin Kalyoncu, editörlerden Hüseyin, Alptekin Yıldız ve bendeniz -yine adını unuttuklarım affetsin- bir süre de İstiklal Caddesi’nde bir barda eğlenmeye çalıştık. Ama yine gürültülü müzik sorunu vardı. Bir saat kadar oturduktan sonra evlerine yetişme telaşındaki bazı arkadaşlar tek tek ayrılmaya başladı. Bir süre sonra Osmaniye çetesi, Hatice, Nosferatu ve ben de ayrılıp sakin bir yerde çay içmeye gittik. Nihayet oracıkta biraz sohbet etme imkânı bulabildik. Ama bu kez de vakit çok hızlı geçti. Saatin nasıl on ikiyi bulduğunu anlayamadık bile. Oturduğumuz kafenin kapanma saati geldi. Tuğba, Fulya, Seda ve Nosferatu’yla vedalaşıp ayrıldık. Hatice’yle aynı semtte oturuyormuşuz, bir taksiye atlayıp evlerimize döndük.

Neticede uzun süredir beklenen bir toplantıyı geride bıraktık. Eksikleri vardı mutlaka -başta yüksek müzik- ama herşeye rağmen ben böyle bir etkinliğin düzenlenmesinden ve blogdaşlarımı görmekten çok çok memnun kaldım. Gözlerim çeşitli nedenlerle katılamayan arkadaşlarımı aradı. (Sözüm size Antalya çetesi! Bilirsiniz kendinizi! Ayrıca katılacağını söyleyip herhalde gelemeyen Sibel Önal’ı)

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Ben blogdaki yazılarında dile getirdikleri görüşlerinden dolayı bazı arkadaşları kendime pek yakın hissetmiyordum, bu nedenle onlarla tanışmayı bile düşünmüyordum. Ama -kesinlikle isim veremem- o arkadaşlarla da yüz yüze görüşünce gerçekte onlarla aramda öyle büyük bir mesafe olmadığını hissettim ve buna da hem şaşırdım hem de çok sevindim. Benim için bu toplantının en büyük kazançlarından biriydi. Aslında biz yazar kimliğimizle bazı noktalarda zıtlaşabiliriz ama insan olarak hepimiz bir ailenin mensubuyuz, bunu hissetim. İyi ki böyle bir platform oluşturulmuş ve iyi ki bir araya gelmişiz. Milliyet Dijital Hizmetler Geliştirme Direktörü Çiğdem Toraman’ın blogun geleceğine ilişkin verdiği bilgiler de ayrıca sevindiriciydi.

Ayrılırken öyle bir karambol oldu ki Ankara’dan gelen arkadaşlarla vedalaşmayı unuttum (sorumlu biraz da şarap). Bu da sonradan içime dert oldu ve bir Ankara toplantısına her düğünün kadrolu kamberi olarak katılmam şart oldu. (Bu da berbath bir kafiye oldu) Bir de kameramı götürmediğime üzüldüm.

Yazı da amma uzadı haa! Oysa daha yeni başladım gibi geliyor bana. Bitirirken, tanışıp da yazımda adını unuttuğum için burada anamadığım bütün blogdaşlarımdan tekrar özür diliyorum. Yeniden, daha kalabalık ve daha çok sohbet edebileceğimiz toplantılarda görüşmek dileğiyle, katılan, katılamayan tüm arkadaşlara tekrar selamlar, sevgiler...

Foto: milliyet.com.tr’den araklanmıştır!

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..