Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '14

 
Kategori
Güncel
 

Bunların amacı eski yazıyı geri getirmek….

Bunların amacı eski yazıyı geri getirmek….
 

Bir Osmanlıca karmaşası sürüp gidiyor.  Bir çok kişi Osmanlıca diye bir dil var sanıyor. Dört yüz yıldır bu topraklar üzerinde aynı dil konuşuluyor.  Eğer şu an konuştuğumuz dil ile, yıllar önce konuştuğumuz dili karşılaştırırsak, o dilde çok daha fazla farsça ve Arapça kelimeler bulunduğunu görürüz.   Eskiden konuşulan dile bir ad vermek gerekirse bu ad ancak “Osmanlı Türkçesi” olabilir.

Zaman zaman Arap televizyonlarını izlerim. Bizim geçmişte kullandığımız ancak, şimdi belli bir yaşı geçmiş kişilerin kullandığı kelimelerin o televizyondaki söyleşilerde kullanıldığına tanık oluyorum.

Örnek vermek gerekirse, muhtelif, ihtiyat, hassaten makbul gibi kelimeler Arapça’da kullanılırken, biz günümüzde bu kelimeler yerine çeşitli, yedek, gerçekten güzel gibi kelimeler kullanıyoruz. Okul zamanını hatırlıyorum da, geçmişte bugün kullandığımız Hisse senedi ve tahvil yerine, o zamanlar Fransız kelimeleri olan Aksiyon ve Obligasyon terimlerini kullanıyorduk.

Ama bunların derdi o değil, bunların derdi eski yazıyı geri getirmek. Neymiş efendim dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyorlarmış…

Bazen internette formlara giriyorum. Bakın birisi ne yazmış?

“Latin alfabesi Hristiyanların alfabesidir. Türk ile alakası yok. Bizim alfabemiz Kuran-ı Kerim’deki alfabe olması gerekiyor. Şu an kullandığımız alfabenin tamamen kaldırılması gerekiyor. Kuran-ı Kerim’i bile okuyamıyoruz. Milletimizin yüzde doksan beşi Müslüman olduğu halde…

Harf devrimi yapılırken, birebir kopyalama yapılmadı. Alfabe üzerinde çalışma yapılarak yeni bir alfabe oluşturuldu. Alfabemizdeki ç, ş, ö, ü, ğ gibi harfler Atatürk’ün yarattığı fonoloji ilkesinin ürünleridir.

Geçmişte yazdığım benzer bir yazıya dil konusunda bilgisine çok güvendiğim araştırmacı Mehmet Sağlam bey şu yorumu yapmıştı.

“Arapça ve Farsça okul programından kaldırılmış; ama Arapça üzerine kurulmuş olan terimler kalmıştı. Örneğin, müselles-i mütesâviyül adlâ ‘yı hangi öğrenci anlayabilirdi? Müselles‘in kökü selâse; mütesâvi‘nin kökü sivâ; adlâ‘nın tekili de dıl‘dır. Eğitimde bir gerçek var: Anlayış yolunun açık olması, bir ipucu bulunması gerekir. müselles-i mütesâviyül adlâ bu nitelikte değildi; bir külçe gibi anlayış yolunu tıkayan, öğrencinin eline hiçbir ipucu vermeyen, cansız bir tekerleme idi. Atatürk, bu tıkanıklığını açmak için bu terimi, eşkenar üçgen‘e çevirdi. İşte 44 sayfalık geometri kitabında kendisinin bulduğu sözcükler: boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, gerekçe gibi terimler.”

&&&&&&&

Peki Atatürk Harf devrimini hangi şartlar altında yapmıştı?

Gericiler günümüzde dahi devrimlerden söz açıldığı zaman harf devrimini de eleştirmekten geri kalmamışlar ve “Ülkede bir gecede okuma yazma bilen insan kalmadı .“diyerek bu düşüncelerini dile getirmişlerdir. Ama o zamanki şartları hiçbir zaman düşünmemişlerdir.

Bay Falih Rıfkı Atay anlatıyor:

“Atatürk’ün askerlikte ve devrimlerdeki başarı sırlarından birincisi tam zamanını beklemek, ikincisi fırsatı kaçırmamaktı. İlk kez Erzurum’a gittiği zaman halka mukaddes saltanat ve hilafet makamlarını yabancıların baskısı altından kurtarmayı başlıca hedefleri arasında göstermişti. Devrim davalarının hiçbirini zafere kadar kimseye sezdirmemiştir.

Fakat Padişah Vahdettin bir düşman zırhlısı ile İstanbul’dan kaçınca Padişahlığı kaldırmak için eline geçen bu fırsatı bir gün bile kaçırmadı. İzmir’de basınla görüştüğü sırada Hüseyin Cahit Yalçın neden Latin yazısını kabul ettirmeğe karar vermediğini sorunca, bu soruyu hiç de iyi karşılamamıştı. Latin yazısı aleyhtarlığı yurtta o kadar kuvvetli idi ki Meşrutiyet devrinde Kılıçoğlu Hakkı ile Celal Nuri’nin çıkardıkları (Serbest Fikir) dergisi bu yazı lehine bir makale yayınladığı için kapatılmıştı.

Günü gelince de hepimizi şaşırttı. Biz komisyonda beş yıl ile on beş yıl arasında bir zaman düşünen iki gruba ayrılmıştık. İlk yıllarda her iki yazı birlikte öğretilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yeni yazı kısmını yavaş yavaş arttıracaklardı. Bu fikirler anlatıldığı zaman Mustafa Kemal:

- Bu iş ya üç ayda olur, ya hiç olmaz! Dedi, ve sonra ekledi:

- Gazetelerde yarım sütun eski yazı kalsa herkes onu okur. Hele iç ve dış bir de buhran çıkarsa bizim girişimimiz de Enver’inkine döner.

Enver Paşa eski yazıda bir imla devrimi düşünmüştü. Tanin gazetesinin bir köşesinde her gün örnekler çıkıyordu. Bu devrim bitişik harf sistemini kaldırmaktan ibaretti. Pek ilkel bir yenilik girişimiydi. Dünya savaşı çıkınca yüzüstü kaldı. Atatürk’ün ima ettiği bu idi.

Bilim adamlarından kurulan komisyonlarda incelenip Türk dilinin özelliklerine göre düzenlenen yeni Türk alfabesi üçüncü dönem Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tarihi bir toplantıdan sonra çıkarılan bir yasa ile resmen kabul edilmiştir. Tarih 1 Kasım 1928 dir. Bu olay, Türk toplumunun içinde bocaladığı Doğu gelenekçiliğinden sıyrılıp Batı uygarlığına yönelmesini sağlayacak gerçek bir kültür devrimi değerindeydi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliği ile kabul edilen yeni Türk harfleri; çağdaş Batı Uygarlığı içindeki tüm ulusların kullandığı ortak harflerdi. Latin alfabesinden alınmış ve Türkçenin özellikleri gözetilerek bilimsel bir açıdan hazırlanmıştır. Yasanın kabulünden kısa bir süre sonra açılan okullarda milyonlarca yurttaşın okuyup yazma öğrenmesi Harf devriminin kültür yaşantımız için taşıdığı önemi belirtir.

86 yıl evvel bugün yani 9 Ağustos 1928 günü, Sarayburnu’nda halkın katıldığı bir şenlik düzenlenmişti. Genç ve yaşlı tüm İstanbullular o günü, orada dans, oyun ve yurt havaları söyleyerek doyasıya eğleniyordu. Topluluğun en coştuğu bir anda, saat 23 e doğru şiddetli alkışlar ve “Var ol! Çok yaşa!” sesleri göklere yükseldi. Sarayburnu’nu dolduran halk, çekime kapılmış gibi bir noktaya doğru koşmaya başladı. Binlerce insanı böylesine heyecanlandıran olay,Gazi Mustafa Kemal’in de oraya gelmesiydi.

Kemal Atatürk, bir süre çok sevdiği halk arasında eğlenceleri izledikten sonra ayağa kalktı ve Türk tarihinde yeni bir çağın başladığını işaret eden ünlü konuşmasını yapmaya başladı. Kadın, erkek, genç,yaşlı herkes onu can kulağıyla dinliyordu. Yücen önder konuya değinerek dedi ki:

“ Arkadaşlar, güzel dilimizi anlatmak için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim zengin, güzel lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız. Dilimizi kesinlikle anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle ne yapıp yapıp pek kısa sürede, mükemmel olarak anlayacağız, ben buna eminim. Siz de emin olunuz. Yurttaşlar, yeni Türk harflerini çabucak öğreniniz! Bütün ulusa, köylüye, çobana denizciye, hamala öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir toplumun yüzde sekseni okuma yazma bilmezse; bu ayıptır!...”

11 Ağustos 1928 de Dolmabahçe sarayında halka yeni harfleri öğreten bir kurs açıldı. Mustafa Kemal, halk arasına girerek yeni harfleri öğretme çabasına katılıyordu. Böylece Kurtuluş Savaşının ünlü Başkomutanı; şimdi de Kültür savaşının Başkomutanı şanını kazanıyordu.

Bayan Bilge Bener babasından dinlediği Atatürk’le ilgili bir anıyı şu şekilde anlatır:

Atatürk Tekirdağ’a gelmişti. Öğretmenlerle harf devrimi konusunda görüştükten sonra, halkın coşkun sevgi gösterileri arasında yolda ilerlerken, eczacı Ekrem Beyin eczanesi önünde durdular. Birisini arıyormuş gibi gözlerini çevresinde gezdirdi, duvar kenarında bulunan sarıklı ve cübbeli bir hoca efendiye seslendi:

- Hoca efendi, hoca efendi…

Çağrıyı yaptıktan sonra, birlikte eczaneye girdiler. Eczaneyi dolduran kalabalık arasında ben de bulunuyordum. Atatürk bir kağıt alarak hocaya uzattı ve:

- Hocam yaz bakalım; Vettini vezzeytuni ve turisinin ve hazel beledil emin…

Hoca geniş bir nefes alarak bu ayeti celileyi, dikkatli bir şekilde ve tabii eski harflerle yazdı. Atatürk, yazıya bir göz attıktan sonra:

- Hocam, ben bu yazılarını (Valtin valziton) diye de okuyabilirim. Buna ne dersin?....

- Efendim, bunun üstünü var, esresi var, şeddesi var, meddi var. Bakınız, bunları koyduğunuz zaman aslı gibi okunur.

Atatürk, bunun üzerine kalemi eline alarak aynı ayeti Latin harfleriyle yazdı ve hocaya göstererek, açıklama yaptı:

- Bak görüyorsun ya hocam, bu harflerin şedesi, meddesi yoktur. Hem bak bu harflerle ne kadar kolaylıkla ve yanlışsız okunuyor. İşte biz bunu düşünerek ve Batı eserlerini lde kolaylıkla öğrenmek, bütün dünyaya dilimizi kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz. Siz buna ne dersiniz?

Bu soruyu hoca efendi, hemen cevapladı:

- Çok güzel efendim, çok güzel…Diyecek bir şey yok… Allah başarılı etsin.

Atatürk yapmakta olduğu devrimi orada da temelleştirmiş olarak eczaneden ayrıldılar. Kısa bir süre sonra da İstanbul’a hareket ettiler.

Kaynak: Muhterem Erenli ‘nin derlediği Atatürk’ün 100. Doğum günü dolayısıyla Yapı Kredi Bankası tarafından hazırlattırılan Atatürk serisi kitaplarından Atatürk Cumhurbaşkanı adlı kitap.

&&&&&&

Geçen gün Davutoğlu Nevşehir’e gittiğinde,  blog fotoğrafında gördüğünüz “Hoşgeldiniz güzel başbakanımız Ahmet Davutoğlu” yazılı eski Türkçe bir yazıyla karşılandı. Kendisi de bundan çok memnun olmuş görünüyordu.

Neymiş efendim, insanlar eski yazı öğrenmeliymişler. Dedelerinin mezar taşında ne yazdığını okumak için. Eğer dedeleriniz sizin bu halinizi görseydi , kim bilir mezar taşlarına neler yazdırırlardı?

 

 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..