Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Büyük şehrin parlak ışıkları

Büyük şehrin parlak ışıkları
 

'Bana kısaca George deyin.' Bu cümle ile başlayan bir roman yazabilirdim fakat yazmadım. Roman yazacak kadar daha yaşlanmadığımı düşünüyorum. Hem o kadar rüya ve hüzün dolu yaşamıyorum hayatı. Bugünse sabah erkenden kalkıp, yazı masamın üzerinde ellerim simsiyah mürekkep izi olana değin çalıştım. Tabi bunu gören oğlum çalıştığıma inanmıyor. Pekala birlikte oynayabileceğimizi düşünüyor. Neyse roman yazma hayalim boşa düşünce politik bir metin (köşe yazısı) yazmaya karar verdim. Biraz düşüncelerimden alıntılayarak aktarıyorum;
 
George Orwell tarafından kaleme alınmış alegorik ve politik bir roman olan; 'Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'te çiftdüşünce tekniğiyle karşıt kavramlar bir arada kullanılarak kişilerin bariz gerçeğe aykırı olanı itiraz olmadan kabul etmesi beklenir. Zira, kitaptaki düzende merkez partiye bağlılığı ifade etmek için gerekirse akla aykırı olan bile 'düşünce polisi'nce doğru diye insanlara gösterilir ve belletilirdi. Rusya'nın devlet kontrolündeki TV kanalları yapımcıları ve gazetecileri sanki Orwell'in 1984 kitabını propaganda yaparken bir el kitabı gibi kullanıyorlar. Rusya kaynaklı birçok yayında maalesef bu durumla karşılaşıyorum. [Geçen İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı'da bir Rus TV kanalını izlerken bunu fark etmişlerdi.]
 
Sputnik'te yer alan bir habere göre; Rus Develet Başakanı Vladimir Putin Donald Trump için: “Yetenekli ve kendinden emin biri. ABD'deki başkanlık yarışında yer alan önemli adaylardan biri. Rusya ile ilişkileri yeni bir seviyeye taşımak ve daha da derinleştirmek istediğini söyledi. Bunu memnuniyetle karşılyoruz” demiş. Herhalde Amerika'daki kendi karikatirünü görmüş olmalı ki kendisine Obama'dan daha yakın buluyor. Bana göre kara propaganda da Trump'ta en az Putin Efendi kadar başarılı olacak. “Ben Amerikalıları ve Rusları sevmiyorum. Bence onlar harika insanlardır!”
 
Özellikle Sovyet döneminden beri KGB palavralarının resmi yayın organı olan Pravda (Rusça; gerçek, doğru gibi anlamlara geliyor!) gazetesinde şöyle bir haber başlığına rastladım; “Wikileaks: Erdoğan, Rus Su-24'ün düşürülme emrini bizzat kendisi verdi.” Baktım kaynak olarak Wikileaks'ın kurucusu Julian Assange'ın güya hazırlamış olduğu yeni bir rapor gösterilmiş.
 
Wikileaks'ın raporuna atıf yapılan içeriden kaynak ise gayet iyi bilinen bir isim olan “Fuat Avni”. Bu uydurma rapora göre Türkiye, Rus Su-24'e saldırmaya çok uzun zaman önce karar vermiş. Rusya'nın bu olayı kurgulayış şeklinin paralelcilerle aynı eksende olmasının bir tesadüf olduğuna açıkçası inanmıyorum. Denize düşen yılana sarılır misali Putin'in bir zamanlar CIA'ci diye kovduğu Gülenciler artık Rusya'da baş tacı ediliyor..
 
Bu yazıyı daha fazla ilerletemedim. Bu kadarı da kafi. Öğleden sonra Sivas yakınlarındaki termal havuza gittim. Muhteşem bir kış güneşi karşıladı beni. Kış güneşi altında, kükürt kokusu gelen havuzun kenarında bir şiir karaladım defterime. Bunu yaparken ironik bir şekilde ne kadar çok yönlü bir sanatçı olduğumu düşündüm.
 
ÇERMİK
O kış sıcaklık birden kayboldu,
dereler, kuşlar, insanlar kayboldu.
Nerdeyse ıssızca dondurulmuş
bir güneş dağların yamacında
parıltılar ardında sessizce kayboldu.
*
Ölüm gibi karanlık soğuk bir gündü,
Ses Çermik'in inci tanesi gözlerinden
süzülen bir ejderha için kasvetli hayat
Arkadyalı bir keşişin kadehinde söndü.
*
Yıldızeli bir şehra için yaşam eylemi
eski bir uddan dökülen bir şarkı gibi
Cennet'in nağmeleri ve bu ıssız toprak
eşliğinde bakıyordum tepelerdeki sise.
*
Dereler, kuşlar, insanlar yine kayboldu,
o kış sıcaklık en derinlerde bir yerde
Cehennemi nağmeler ve bu ıssız toprak
buhar yağmuruda gölgelerde kayboldu.
Artık çalmıyor enstürmanlar taşa vurarak
'kovulmuşların evi'nde ruhlara vurarak,
nağmelerim ve insanlar sadece toprak.
 
Akşam yine karlı dağların kenarındaki evimin penceresinden büyük şehrin ışıklarına bakıyordum. Aniden elektrikler kesildi. [Bu aralar sık sık kesiliyor..] Büfenin çekmecelerinin birinde yarısı bitmiş bir mum buldum ve yaktım. Anladım ki karalığın içinde oturmayı özlemişim. Karanlık insana muhteşem bir huzur veriyor. Yeni yılın bu ilk günlerinde yazı yazmaya zorlanıyorum.
 
Şimdi mumun ışığı silikleşirken Dedalus Kitap'tan çıkan Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin 'Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin'ini okuyorum. “Kafka, kendi yersizyurtsuzlaşması içinde yazmaya çabalar. Fakat kullandığı dil, Çekçe veya Yidiş dili değildir; majör bir dil olan Almancadır. Deleuze ve Guattari'nin de dediği gibi, ama 'Yazmamak olanaksızdır, çünkü ulusal bilinç, ister belirsiz olsun ister baskı altında, zorunlu olarak edebiyattan geçer.' O yüzden Kafka, bu yabancı dil içerisinde kendi yersizyurtsuzlaştırıcı dilini oluşturarak yaratır eserlerini, kendi yazı makinesini kullanır. Minör bir edebiyat üzerinden, kendini dilsel, politik ve kolektif olarak tanımlandırır. Bütün metaforları, simgeciliği ve adlandırmayı öldürür. Gerçek veya mecazi anlam diye bir şey kalmaz, sadece sözcükler üzerinde hâllerin dağılışı ortaya çıkar.”(a.g.e) Daha fazla okumadım.
 
Sade bir dille yazmak deyince aklıma niyeyse basitlik geliyor. Fakat Kafka'nın sade ve basit bir dille anlattığı olayların simgeciliği ve metaforları öldürdüğüne inanmıyorum. Bazen basit ve sade olan karmaşık olan şeylerden çok daha karmaşık olabilir. Örneğin Şato'daki ya da 'Dava'daki; şato ve dava bir simge değil midir? Gecenin bir yarısı Kafka'yı kafama taktığıma şaşıyorum. Sanırım edebiyatı gerçek hayattan daha çok sevdiğim için böyle oluyor. Büyük şehrin ışıkları yavaş yavaş sönerken, kentin bir kenarında kar yağışını tatlı bir şekilde seyrediyorum. Sanki Allah kar olup gökten yağıyor. [İfadenin orjinali Sezai Karakoç'a ait olup şöyledir: Allah kar gibi gökten yağınca.] Karakoç'un şiirlerini de okudukça eskisi gibi duygulanamıyorum. Galiba onun şiirleri de sadece gençliğimde güzeldi. Ama yine de bu kar şiirini seviyorum. Sevmenin her ne kadar kıymetini bilmesemde..
 
Toplam blog
: 36
: 615
Kayıt tarihi
: 07.12.12
 
 

Beyaz Arif Akbaş, (d.1979 İstanbul) Türk eleştirmen şair/yazar. 2005 yılında Ahmet Yesevi Ünivers..