Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Ertuğrul 1890; fedakârlık ve sevgi

Ertuğrul 1890 filmini izlerken 3 yıl kadar önce hayatımda ilk defa gittiğim ve 12 gün kaldığım Japonya toprakları bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. En heyecan duyduğum ve merak ettiğim ülkelerden biri idi Japonya. O zamana kadar sadece filmlerde görmüştüm o gizemli ülkeyi, eminim millet olarak hangi Japon filmini izlesek kendimizden de bir şeyler bulmuşuzdur, acaba gerçekten de öyle miydi düşünceleri ile varmıştık uzun bir yolculuktan sonra o gizemli topraklara. Havaalanlarında bile bu zamana kadar alışkın olmadığım bir mütevazilik ve saygı ile karşılanıyorduk. O an bizi orada çok güzel günler beklediğini hissetmiştim. Problemsiz bir yolculuk ile havaalanından Kyoto şehrine doğru hareket edip konaklayacağımız otelimize varmıştık. Sabah kahvaltısı için tüm ekip aynı saatte hazırdık, kahvaltı menülerine bakarken ilk gözümüze çarpan nokta haşlanmış pirinç ve bol değişik soslu balık çeşitleriydi… Diğerlerinin ne olduğunu anlamamıştım bile. Öğle ve akşam yemeklerinde de benim vazgeçilmezim olacaktı sossuz balık… Sabah, öğle, akşam yiyeceğim balık serüveni başlamıştı hayatımda. Ekip arkadaşlarımdan birinin suşileri karşımda lop lop götürmesi bile suşinin tadına bakmam için yeterli olmamıştı... Ne yazık ki Japon mutfağı damak tadıma hitap etmiyordu… "Zayıflamak isteyen Japonya'ya gitmeli" diye de çok düşünmedim değil hani. Kılıç balıklarından balinaya, ya da ahtapottan daha küçük balıklara her tür deniz mahsulü mevcuttu. Seçmek size kalmış…
 
“Japonya neden büyük bir elektronik ürünleri devi?” diye düşünmeden edemiyor insan ve ilk fırsatta hem imalat yerlerini hem de satış mağazalarını gezme dürtüsü hissediyorsunuz. Bir üretim firmasını ziyaret ettiğimizde yüzlerce insanın arı gibi çalıştığını ve tek bir ses bile duyamayacağınızı söyleyebilirim, bu da Japonların ne kadar disiplinli olarak işlerinde mahir olduklarının ispatı. Hayran olmamak elde değil.
 
Misafirperlikleri Anadolu insanımızı hatırlatıyor. Yol tarifi sorduğumuzda bile dil bilmememize rağmen bize el kol hareketleri ile çırpınıp yollarını tarif etmeleri aslında alışkın olduğumuz bir durum. Ne kadar da bizim insanımıza benziyor diye geçiriyorum içimden.
 
Kültürlerimizin çok farklı olmasına rağmen dünyanın taa öbür ucundaki bir ülke ile ortak paydalarımızın olması ne güzel bir şey. Dinimiz, dilimiz yaşantımız gibi çok farklı özelliklerimiz olsa bile, benzerliklerimiz de yok değil. Sıcakkanlılığımız, fedakârlığımız veya insani özelliklerimiz birbirine çok benziyor ve bu da evinizden kilometrelerce uzakta olsanız dahi yabancılık hissetmenize engel oluyor.
 
Ertuğrul 1890 filmini izlerken Japonya’da yaşadığım o günler aklıma geliyor. Ertuğrul fırkateyninin okyanusta kayalıklara çarpması ile filme geri dönmem bir oluyor, yüzlerce insanın Titanik filmini andırırcasına vefat etmeleri sizleri gözyaşlarına boğuyor. Japon balıkçıların, balığa gitmeseler o gün aç kalacaklarını bile bile tüm işlerini bırakarak hiç tereddütsüz askerlerimize yardım etmeleri, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş fedakarlığının en güzel örneklerini sergiliyordu.
 
Yardımlaşma tabiî ki karşılıksızdır, ama yıllar sonra Tahran Havaalanında dönemin Başbakanı merhum Turgut Özal'ın talimatı ile İran'daki Japonların Türk Havayolları ile ülkemize getirilip kurtarılmaları olayları soluksuz izleyeceğiniz bir serüvenin içinde sürüklüyordu sizi.
 
Magazinselleşmenin olmadığı ve tahminimce olayların tamamen gerçekçi bir senaryoya göre çekildiği filmin sonunda hepimiz bir tılsım bekliyorduk ama olmadı.
 
Ben kendi adıma fedakârlığı ve saygıyı tekrar yaşadım, gidilmesi gereken filmlerden biri. İleride iki ülkenin birbirlerini daha çok sevmesi açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum ve iyi seyirler diliyorum.
 
 
Toplam blog
: 233
: 209
Kayıt tarihi
: 12.12.13
 
 

Prof. Dr. Hamdi Temel, 1966 yılında Sorgun'da doğdu, İlk ve orta öğretimini Sorgun'da tamamladı v..