Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler; İskelet Kadın

Büyükler İçin Öyküler; İskelet Kadın
 

'Sevgi, nerede doğarsa Hayat/Ölüm/Hayat gücü de her zaman orada yüzeye çıkacaktır.'
 
Kurtlar, ilişkilerde son derece iyidir. Kurtları gözlemleyen herkes, onların birbirine ne kadar derin bir bağlılık duyduklarını görür. Eşler, ilişkilerini çoğu zaman yaşam boyu sürdürürler. Geçinemeseler de, uyuşmazlıklar olsa da, bağlılıkları sert kışlar, verimli ilkbaharlar, uzun yürüyüşler, yeni yavrular, sürü dansları ve grup şarkıları boyunca devam eder. İnsanların ilişkilerdeki ihtiyaçları da bundan farklı değildir. 
 
Kurtların içgüdüsel hayatları, sadakati, ömür boyu süren güven ve adanma bağları içerirken, insanlar kimi zaman ilişkilerin bu boyutunda sorunlar yaşar. Kurtların arasındaki güçlü bağları belirleyen şeyin ne olduğunu tarif etmek için arketipsel terimler kullanacak olsaydık, ilişkilerindeki bütünselliğin, tüm doğanın kadim örüntüleriyle uyum içinde olmaktan kaynaklandığını görürdük. Bu Hayat/Ölüm/Hayat döngüsüdür. Hayat/Ölüm/Hayat doğası, bir canlanma, gelişim, çöküş ve ölüm döngüsüdür. Bunu da her zaman yeniden canlanma izler. Bu döngü, bütün fiziksel hayatı ve psikolojik hayatın tüm yönlerini etkiler. Herşeyde; (Güneş'te, Ay'da, hem insanlar, hücreler ve atomlar gibi en küçük yaratıkların işlerinde) bu ardı arkası kesilmeyen dalgalanıp durulma hali bulunur. Ama hayatın, enerjinin, gücün iniş çıkışları ceza değildir.
 
Aşağıda okuyacağınız öykü, sevgiye dair bir avlanma öyküsüdür. Soğuk kuzey bölgelerinde ortaya çıkmıştır. Dünyanın en sert koşullarına sahip olan bu bölgede, dayanıklılığın psişik gücünden oluşan gözle görülür bir bağ, cömertlik ve sadeliğin, en karmaşık ve en yalın günlere ve gecelere egemen olan bir birlik anlamına geldiğini görmemiz gerekir. İki varlığın birleşmesi kendi başına bir büyüdür. Her iki taraf da potansiyel güçlerini bu ilişki sayesinde tanıyabilir. 
 
Fakat bu tür bir birlikteliğin de şartları vardır. Bu kalıcı sevgiyi yaratmak için kişi, birlikteliğe üçüncü bir ortağı davet eder. Bu üçüncü ortak İskelet Kadın'dır. Ona 'Bayan Ölüm' de denebilir. Sayısız kılığından birine bürünmüş olan Hayat/Ölüm/Hayat figürüdür. Bu haliyle Bayan Ölüm bir hastalık değil Tanrıça'dır.
Bir ilişkide döngülerin ne zaman başlayıp bittiğini bilen kahin rolündedir. Bir ilişkinin sona ermesi, onun sona erdiğini değil, ilişkinin bazı yönlerinin deri döktüğünü, kabuk değiştirdiğini, iz bırakmadan kaybolduğunu, bulunacak bir adres bırakmadığını ve sonra ansızın farklı bir şekil, renk ve dokuyla tekrar göründüğünü gösterir. Tanrıça, bu durumda ilişkinin vahşi boyutudur. İnsanların en çok korktuğu boyut budur; çünkü dönüştürücü olana inanç kaybolduğu zaman, doğal yükseliş ve çöküş döngülerinden de korkulur.
 
İSKELET KADIN
‘Kimse ne olduğunu artık hatırlamasa da ona, babasının onaylamadığı bir şey yaptığı söylenir. Babası onu sürükleyip uçurumun kıyısına götürerek denize atmış. Balıkları etlerini yiyip bitirmiş, gözlerini oymuş. Denizin altında yatarken iskeleti akıntılarla dönüp duruyormuş.
 
Bir gün bir balıkçı, balık tutmaya gelmiş. Evet, aslında pek çok balıkçı, bir zamanlar bu körfeze gelirmiş. Ama bu balıkçı sürüklenerek evinden çok fazla uzaklaşmış ve perili olduğunu söyleyen yöre balıkçılarının da oradan uzak durduklarını bilmiyormuş. 
 
Balıkçının oltası suyun dibinde sürüklenirken, İskelet Kadın'ın kaburga kemiklerine takılmış. Balıkçı ''hey, gerçekten de büyük bir av yakaladım'' diye düşünmüş. Oltanın ucundaki ağırlıkla mücadele ederken, deniz, şaklayan köpüklerle harekete geçmiş, kayığı hoplayıp zıplatmaya başlamış, çünkü aşağıdaki kadın kendini oltadan kurtarmaya çalışıyormuş.  Çıkarmaya çalıştıkça olta, ipine iyice dolanıyormuş. İskelet Kadın ne yaparsa yapsın kaburga kemiklerinden tutularak yukarıya çekilmekten kurtulamamış.
 
Avcı, avını çıkarmakla meşgül olduğundan kadının dalgaların üstünde yükselen kel kafasını görmemiş, kafatasının göz kürelerinde ışıldayan küçük mercan yaratıklarını görmemiş, yaşlı fildişi rengindeki dişlerinde kabuklu hayvanları görmemiş. Ağına doğru döndüğünde kadının bütün bedeni olduğu gibi yüzeye çıkmış ve uzun ön dişleriyle kayığının burnunda sallanıyormuş. ''Olamaz'' diye bağırmış adam dehşetle. Kıyıya doğru çılgınca kürek çekmeye başlamış. Kadının oltasına sarıldığını fark edememiş. Onu ayakları üstünde dikilmiş bir halde kıyıya giden yol boyunca peşinden gelirken görünce daha da korkmuş. Kayığına ne kadar zikzak yaptırırsa yaptırsın tam arkasında duruyormuş.
 
Kıyıya yaklaşır yaklaşmaz bir sıçrayışta kayığından atlamış. Balık oltasını sıkıca kavrayıp koşmaya başlamış. İskelet Kadın'ın mercan beyazlığındaki cesedi ise hala oltaya takılıymış ve tam arkasından hoplayıp zıplıyormuş. Kayaların üstüne doğru seyirtmiş, kadın da onu izlemiş. Sonunda adam kar evine ulaşmış. Emekleyerek içeri doğru yolunu kazarken artık güvende olduğunu düşünüyormuş. Ama balina yağı lambasını yaktığında, kadının da kardan zemin üstünde tepetaklak bir halde yattığını gördüğünde o an solumasına bir şefkat hissi gelmiş. Yavaşça kirli ellerini uzatmış, yumuşak hareketlerle onu olta ipinden kurtarmaya başlamış. Önce ayak parmaklarını çözmüş, sonra ayak bileklerini. Gece yarısına kadar çalışmış, İskelet Kadın'ın kemikleri bir insanda olması gerektiği gibi tümüyle düzene girene kadar... Olta çubuğunun değerli tahtasını yağlarken ve bağırsaktan ipini onarırken zaman zaman ona bakıyormuş. Kürkler içine oturttuğu İskelet Kadın da, bu avcı onu dışarı çıkarıp kayalara fırlatmasın ve tamamen parçalara ayırmasın diye tek kelime etmiyormuş, cesaret edemiyormuş buna.
 
Adamın gözleri kapanmaya başlamış. Uyku tulumuna girmiş ve rüya görmeye başlamış. Bilirsiniz, bazen uyuyan insanlar düş gördüklerinde gözlerinden bir damla gözyaşı sızar. Buna ne tür bir düşün neden olduğunu bilmeyiz. Ama bunun bir üzüntü ya da özlem düşü olduğunu biliriz. Adamın başına gelen de buymuş.
 
İskelet Kadın, ateşin ışığında parlayan gözyaşını görmüş ve ansızın çok susamış. Şangır şungur sesler çıkarırken bir yandan da emekleyerek uyuyan adamın üstüne doğru eğilmiş ve ağzını onun gözyaşına dayamış. Tek bir gözyaşı bir nehir gibiymiş ve kadın içmiş, içmiş, içmiş. Ta ki çok uzun yıllar boyunca süren susuzluğu dinene kadar. Sonra uzanarak uyuyan adamın içine girmiş ve kalbini, o güçlü davulu çıkarmış. Kalkıp oturmuş ve davulun iki tarafına güm güm vurmuş. Bom,Bomm! Davul çalarken yüksek sesle şarkı söylemeye başlamış. Et, et, et, et! Ne kadar şarkı söylerse, vücudu da o kadar etle dolmuş. Saçlar, güzel gözler, güzel tombul eller için de şarkı söylemiş. Bacaklarının arasındaki yarık, göğüsler ve bir kadının ihtiyaç duyduğu her şey için şarkı söylemiş. Nihayet bitirdiğinde şarkılar söyleyerek uyuyan adamın elbiselerini çıkarmış ve onun yanına, yatağına süzülmüş, bedenine sokulmuş. Büyük davulu, adamın kalbini, bedenine yeniden yerleştirmiş ve uyandıklarında birbirlerine dolanmış, birlikte geçirdikleri gece nedeniyle şimdi başka bir şekilde, iyi ve kalıcı bir şekilde iç içe geçmiş bir haldeymişler.
 
Kadının yaşadığı ilk talihsizliğin nasıl meydana geldiğini anımsamayan insanlar, balıkçıyla birlikte uzaklara gittiğini ve suyun altındaki hayatı sırasında tanıdığı yaratıklar sayesinde daima iyi şekilde beslendiklerini anlatırlar. İnsanlar bu anlatılanların doğru olduğunu ve ekleyecek bir şeyleri olmadığını söylerler.’ *
 
YORUM: 
Başlangıçta ne bulduğumuzu kavrayamasak da, başka birini tinsel bir hazine olarak keşfetmek! Balıkçının başına gelen de buydu. Büyük bir av yakaladığını sandı. Neyle karşılaştığını bilmiyordu. Bütün güçlerinin sınanmak üzere olduğunu bilmiyordu. Bilmediğini bilmiyordu! Başlangıçta bütün sevgililerin durumu da budur; 'Yarasalar kadar kördürler!'
 
Aklı ermeyen insanlarda sevgiye, öyküdeki balıkçının ava yaklaştığı gibi yaklaşma eğilimi vardır. Çok genç olanlar aslında ne aradıklarını bilmezler. Aç olanlar 'yiyecek' ararlar. Yaralı olanlar da kayıpları için 'teselli' peşindedirler. Yine de hepsi 'tesadüfen' hazineye rastlayacaklardır. 
 
Balıkçı, basit bir beslenme ve geçim peşinde olduğunu düşünürken, aslında bütün temel dişi doğayı, ihmal edilmiş Hayat/Ölüm/Hayat doğasını yukarı çekmektedir. O görmezden gelinemez. Çünkü nerde yeni hayat başlıyorsa Ölüm de orada ortaya çıkar. Çoğu zaman derin doğadan beslenme fantazisi taşırız. Öylece yan gelip yatarak mükemmel bir sevginin düşünü kurmak kolaydır. Bazen hiçbir şey yapmadan beslenmekten hoşlanırız. Gerçekte bu yolla değerli hiçbir şey gelişmediğini biliriz. Gönülsüz, kayıtsız,niyetsiz, hatta umutsuz olsak bile, istemesek, değersiz bulsak, hazırlıksız olsak bile tesadüfen hazineye takılıp tökezleriz. O zaman, ruhumuzun işi yukarı çıkanı görmezden gelmemek, şekli ne kadar olağandışı olursa olsun, hazineyi hazine olarak kabullenmek ve daha sonra ne yapacağımızı dikkatle değerlendirmektir.
 
Suyun altında yatarak çok uzun bir süre geçiren İskelet Kadın, bir kadının kullanılmamış ve kötü kullanılmış bir Hayat/Ölüm/Hayat kuvveti olarak da anlaşılabilir. Canlı ve dirilmiş şekliyle doğum ve ölümlerin, matem ve kutlamaların hayat döngülerini tamamlamaya yönelik sezgisel ve duygusal yetenekleri vardır. Suyun altında yatan İskelet Kadın, derin içgüdüsel hayatın hareketsiz şeklini temsil eder. Bu durumda bile o, hayatı yaratmayı, ölümü yaratmayı ezbere bilir. 
 
Öyküdeki gibi, hayat boyu beslenmek için, Hayat/Ölüm/Hayat doğasıyla bir ilişki geliştirmemiz gerekir. Bunu yapabildiğimizde fantaziler için olta atmayı bırakıp, oyalanmaktan vazgeçer, doğru ilişkileri yaratan zorunlu ölümleri ve şaşırtıcı doğumları makul buluruz. İskelet Kadın'la yüzleştiğimizde, tutkunun elde edilecek birşey değil, döngüler halinde üretilen ve tükenen bir şey olduğunu öğreniriz. Benzersiz, özverili bir sevgiyi yaratan şeyin bütün iniş çıkışlar boyunca birlikte paylaşılan bir yaşantı olduğunu gösteren İskelet Kadın'dır.
 
Bu öykü, Hayat/Ölüm/Hayat doğasının ölüm boyutundan korkmalarla ilgili yerinde bir metafordur. Batı kültüründe Ölüm doğasının üstü çeşitli dogma ve öğretilerle örtülmüştür. Yanlış bir şekilde bu çarpık öğretiyi kabullenmek üzere eğitiliyoruz. Bize ölümü, daha fazla ölümün izlediği öğretildi. Hayır, bu doğru değil! Ölüm her zaman yeni hayatın kuluçkasına yatmaktadır. Varoluş, kemiklere kadar parçalandığı zaman bile!
 
Ölüm ve Hayat arketipleri karşıtlıklar olarak değil, bir madalyonun iki yüzü olarak görülmelidir. Tek bir sevgi ilişkisi içinde bile birçok son bulunur. Ancak iki kişi birbirini sevdiğinde yaratılan varlığın güzel katmanlarının birinde bir şekilde hem bir kalp hem de nefes vardır. Kalbin bir tarafı boşalırken, öteki tarafı dolar. Bir nefes tükenirken, diğeri başlar.
 
Hayat/Ölüm/Hayat doğasına dair bilgiler ölüm korkusuyla karışmıştır. O yüzden bu doğanın döngülerine göre davranma yetimiz çok zayıftır. Bu güçler bize 'bir şey yapmaz.' Bunlar bizi önemsediğimiz şeylerden yoksun bırakan hırsızlar değildir. Bu doğa, değer verdiklerimizi ezip geçen, sonra da kaçan bir sürücü değildir. Hayat/Ölüm/Hayat güçleri kendi doğamızın bir parçasıdır; adımları bilen Hayat/Ölüm/Hayat dansını bilen içsel otoritenin bir parçasıdır. Ölüm olmazsa ders olmaz, ölüm olmazsa elmasın ışıldayacağı karanlık olmaz. Erginlenmiş olanlar Bayan Ölüm'den korkmazlar. Bayan Ölüm, önemli bir yaratıcılık örüntüsünü temsil eder. Önünde bir tarafında yaşayanların, ötekinde ise ölmekte olanların listesi vardır. İşini yapmak, bir dengeyi sürdürmek amacındadır. Zaten ölmekte olanı kucaklar, acılarını hafifletir ve rahatlatır.
 
Her kadın ve erkeğin bir parçası, bütün sevgi ilişkilerinde Ölümün de payı olması gerektiği bilgisine direnir. Ama sevgide psişik olarak herşey yıpranır. Ego, bunun böyle olmasını istemez. Ne ölür? Yanılsamalar ölür, beklentiler ölür, her şeye sahip olma hırsı, sadece güzel olan her şeye sahip olma isteği, tüm bunlar ölür. Sevgi, her zaman ölüm doğasına doğru bir inişe sebep olduğundan, böyle bir bağlanmanın niye bol miktarda benlik gücü ve ruh gücü gerektirdiğini anlayabiliriz. İnsan sevgiye bağlandığında, İskelet Kadın'ın özünün ve onun bütün öğretilerinin yeniden canlanmasına da bağlanmış olur.
 
İlişkilerin beklenti evresinden, oltanın ucunda gerçekten ne olduğuyla yüzleşme evresi aynı zamanda bocalama evresidir. Sonra bir fantaziyi canlandırmak yerine daha ciddi ve ustalık isteyen, daha meydan okuyucu bir ilişki başlar ve bu aşamada aklın devreye sokulması gerekir. Birçok sevgi ilişkisinin başarısız olmasının nedeni, İskelet Kadın'la yüzleşememek ve onu çözememektir. Sevmek için sadece güçlü değil, akıllı da olmak gerekir. Güç Tin'den gelir, akıl ise İskelet Kadın'la yaşanan deneyimlerden...
 
Sevgi, nerede doğarsa, Hayat/Ölüm/Hayat gücü de her zaman orada yüzeye çıkacaktır. Eğer sevgililer, zorlama için neşeli hayat, sonu gelmez hazlar, eğer her zaman cinsel yıldırım ve şimşekler deneyimlensin ya da hep çok hoş şeyler olsun ve hiç çekişme yaşanmasın diye ısrar ederlerse, Hayat/Ölüm/Hayat doğası, uçurumun tam kıyısına sürüklenip tekrar denizde boğulur. Sevgi deneyiminde hayatın ve ölümün bütün döngülerine izin vermeyi reddetmek, İskelet Kadın doğasının psişik mekanından kopup boğulmasına neden olur. O zaman sevgi ilişkisi, ne pahasına olursa olsun sürmek için gergin bir 'asla üzülmeyelim, hep neşelenelim' yüzü takınır. İlişkinin ruhu gözden uzaklaşarak batar, suyun altında anlamsız ve yararsız bir şekilde sürüklenmeye koyulur. Dönüştürücü döngülerin kullanımını, yani şeylerin ölmesi ve başkalarıyla değiştirilmesi gerektiği zamanı yanlış anladığımızda da yine uçurumdan aşağı atılır. Sevgililer bu Hayat/Ölüm/Hayat süreçlerine katlanamazlarsa, birbirlerini hormonal isteklerinin ötesinde sevemezler. Sevgiyi sadece olumlu biçimiyle yaşatma arzusu, sonunda sevginin azalıp temelli ölmesine yol açar. 
 
Korkutucu gelse de bu cesaret göstermek ve sevgiyi tanımak için gerçek bir fırsatın yakalandığı andır. Sevmek, onunla birlikte kalmak demektir. Fantazi dünyasından çıkıp kalıcı bir sevginin mümkün olduğu, yüz yüze, kemik kemiğe bir adanma sevgisinin mümkün olduğu bir dünyaya girmek demektir. Sevmek, her bir hücreniz 'kaç' derken, kalmak demektir. Kaçanlar, vahşi ve bütünsel doğanın döngüleriyle uyumlu, hakiki bir yaşam sürdürmekten korkanlardır. Sevmek isteniyorsa, etrafından dolaşılamaz. Onu kucaklamak işi bir görevdir.
 
Sevgililer, Hayat/Ölüm/Hayat doğasına katlanabildiklerinde, onu bir süreklilik olarak (iki gündüz arasındaki bir gece olarak) anlayabildiklerinde, İskelet Kadın ile yüzleşebilirler.  O zaman birlikte güçlenirler. O zaman maddi ve tinsel dünyayı birlikte göğüsleyebilirler. İskelet Kadın öyküsü, bir 'talip imtihanı' teması da içerir. Talip imtihanında sevgililerin hakiki niyet ve güçlerini kanıtlamaları gerekir. Yapmakta olduğumuz sevmekse, endişeli ya da korkmuş bile olsak, Ölüm doğasının kemiklerini çözmeye gönüllü oluruz. Bir başkasında ve kendimizde 'güzel olmayana' dokunmak isteriz. Kendimizi güzel olmayanla genişletir ve yayarsak ödüllendiriliriz. Güzel olmayanı küçük görüp reddedersek gerçek hayattan koparılır ve soğukta dışarda kalırız. 
 
Güzel olmayan nedir? Sevilmeye dair duyduğumuz gizli açlıktır. Sevmeyi becerememiz ve istismar etmemiz güzel olmayandır. Sadakati ve adanmayı ihmal etmemiz güzel olmayandır. Ruhların ayrılığı anlayışımız çirkindir. Psikolojik siğillerimiz, yetersizliklerimiz, yanlış anlayışlarımız ve bebeksi fantazilerimiz çirkindir. Öyküde, balıkçı, sevmek için güzel olmayan kemiklere dokunur. Bu doğa anlayışıdır. Güzel olmayanı, rayından çıkmış olanı kendimiz için çözer, onu tekrar düzene sokar ve hayata döndürürüz. Onu çözmek, kendine ve ötekine dair anlaşılır bir bilgiye ulaşmak demektir. Hayat/Ölüm/Hayat doğasını bilmeye yarayan bu güç, kaçabilecekleri uzaklıkların ötesine giden, kendilerini güvende hissetme arzusunun ötesine geçen sevgilileri bekler. Çünkü, bir hayat çok fazla kontrollü olduğu zaman, kontrol edilemeyecek kadar az hayat kalır.
 
Ruhtan gelen yaşantıyı, salt egodan gelen yaşantıdan ayıran üç şey vardır; yeni yöntemleri hissetme ve öğrenme yeteneği, kötü de olsa yoldan ayrılmama azmi ve zamanla derin sevgiyi öğrenme sabrı.
 
Bu hayat ve ölüm bilgisini arayan eskiler, ona Paha Biçilemez İnci, Taklit Edilemez Hazine diyorlardı. Bu gizlerin iplerini elinde tutmak ve çözmek, Yazgıya ve Zamana dair, her şeyin zamanına dair, kendi zamanları içindeki herşeye dair, engebeyle sallanan, düz yerde kayıp giden herşeye dair güçlü bir bilme yeteneği sağlar. Sevgiyi bundan daha çok koruyan, daha çok besleyen, daha çok güçlendiren bir bilgi yoktur. Hayat/Ölüm/Hayat doğası onu, şefkatle çözecek olanları bekler. Sevmeye kendini bırakmak! Sancıları olsa bile, daha önce yaralanmış olsa bile, bilinmeyenden korksa bile... Bir bitiş, başka bir başlangıçtır!
 
Bir sevgili, kendi yaralarının hissedilmesine ve sarılmasına izin verdiği zaman, kendi iyiliğine duyduğu inancı yitirmekten doğan kendine zarar verme davranışlarını görebildiği zaman, Hayat/Ölüm/Hayat doğasının besleyici ve canlandırıcı döngülerinden koptuğunu hissettiği zaman, gözyaşları çıkagelir. İskelet Kadın'ın kemikleri okuldur. Orada Tin'in bilgisi saklıdır.
 
Ölüm doğasına yaklaşmanın yolu budur; kurnazca değil, açıkgözlülükle değil, masumca... Masum sözcüğü genellikle hiçbirşey bilmeyen birini, bir budalayı anlatmak için kullanılır ancak bir başkasına zarar vermemeye çalışan ama kendine gelen herhangi bir incinmeyi ya da zararı da iyileştirebilen biri olarak anlaşılmalıdır. Masum olmak, meselenin ne olduğunu açıkça görebilmek ve onu onarabilmek demektir. Yalnızca başkalarına zarar vermekten kaçınmak değil, kendini ve başkalarını onarma ve yeniden kurma yeteneğidir bu. Bir düşünün. Sevginin bütün döngüleri için bir lütuf! 
 
En tam halinde sevgi, bir dizi ölüm ve yeniden doğumdur. Sevginin bir evresinin, bir yönünün gitmesine izin verir, bir başkasına gireriz. Tutku ölür ve geri gelir. Acı, kovalanarak uzaklaştırılır ve başka bir zaman tekrar ortaya çıkar. Sevmek, hepsi de aynı ilişkide olmak üzere sayısız sonu ve başlangıcı kucaklamak ve aynı zamanda bunlara göğüs germek demektir. Seven kişi ihtiyatın uykusu yerine, bilgeliğin uykusunu uyur.
 
Hayat/Ölüm/Hayat doğası, rahatsızlığın çözümünün karşıtında yattığını öğretir bize. Can sıkıntısının tedavisi yeni eylemlerdir, yalnızlığın tedavisi yakınlıktır, kendini cenderede hissetmenin tedavisi münzeviliktir. Bu dansa dair bilgisi olmayan kişi, yeni ve kişisel eylemlere duyulan ihtiyacı çok fazla para harcayarak, tehlikeli işler yaparak, pervasız seçimlerde bulunarak, yeni bir sevgili bularak dışavurma eğilimindedir. Bu, bilmeyenlerin yoludur.
 
*Bu öykü ve yorum, Clarissa P. Estes’in ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır.
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..