Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '14

 
Kategori
Güncel
 

Çal Sireni çal 10 Kasım

Çal Sireni çal 10 Kasım
 

PEKİ BENİM SUÇUM NE


Evet, bir doğum değil, bir doğuş ve bir ölüm değil, bir ölümsüzlüğün efsanesidir 10 Kasım.

Doğuş;19 Mayıs 1881- Ölüm;10 Kasım 1938- İsim; Mustafa Kemal- Ünvan; büyük Atatürk...

Ben, ilk sirenin sesini 10 Kasım'da duymuştum; bir garip tedirginlik sarmıştı dört bir yanımı...

Sanki düşman askerleri yurdumuza doğru geliyorlardı... Savunmasızdım... Zira çocuktum.

Üstelik artık bizi koruyacak Atamız'da yoktu, ki zaten onun ağıtını yakıyordu bu siren...

Sonra bütün öğretmenlerden bir doğuşu dinledim ve her 10 Kasım'da ise o acı sirenin ağıtında bir ölümü...

Sonrasın da, o hep biz çocukların kahramanı oldu, hayallerimizdeki kahraman, bizleri her türlü tehlikeden koruyacak olan kahraman... Ama o kahraman yoktu artık...

Hal böyle olunca insan ana babadan evvel biliyor kahramanını...

Sormadan, sorgulamadan, kayıtsız şartsız sevdik onu... Seviyoruz da...

Amma farkında olmadan peygamberleştirmek ve putlaştırmaktan sakınmak gerektiğini de vurgulamak isterim tabi... Bu ülkede Atatürkçüysen sol görüşlüsün ama bu hiç de öyle değil; ne görüşte olursan ol, ne yanda olursan ol; ne yapılan kahramanlıklar unutulabilir, ne de günümüze kadar süregelen dünden atılmış yanlış temeller... Yani sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım... 

Keşke bütün görüşlerimiz hep böyle olsa da, sevdiğimiz her ne yansa, ama dünden ama bugünden onu gözümüzde peygamberleştirmeyip, hatalarının olduğunu da görebilsek, gördüğümüzü de kabul edebilsek; işte o zaman çok daha başka olacaktı bu düzen... Ama biz sevdiysek eğer, onun hatası olamaz gayrı; ne hatasını görmek isteriz, ne de kabullenmek... Göreceksin arkadaş doğrunun yanında yanlışı da görecek, yanlışın yanında doğruyu da göreceksin... Göreceksin arkadaş göreceksin...  Ve gel gelelim "Yiğidi öldür, hakkını ver" demişler. Öyle ya yiğidi öldürsen de hak içinde hakkı olduğu kadarını da vereceksin arkadaş...

Neyse bunlar derin mevzular, biz gelelim bugün anmamız gereken 10 Kasım'a ve 10 Kasımla dertleşmeye...

Şimdi, 10 Kasım  benim sana bir sualim var, benim senle dertleşmeye arzuhalim var; zira benim çok ama çok korkularım var... Ben yine o çocuğum sanki, tedirginim bezginim; bir acı sirenin sesi var ülkemin üstünde...

Bir kara buluttur ki yer değiştiriyor ama bir türlü gitmek bilmiyor, üstelik son da iyi görünmüyor, gidişatta...

Üstelik düşman hem kendi içimize, hem de dışımızda...

Neden gidişat iyi görünmüyor biliyor musun 10 Kasım; biz aşırı özgürlüğü kaldıramadık; elimizdeki özgürlükle devlete millete saldırdık... Eşkıyalığı dağlardan şehre indirdik... Biliyorum Atam senin özgürlük anlayışın bu değildi; biz her şeyde olduğu gibi bunu da saptırdık... Üstelik, eşkıyayla el ele kol kola senin adının arkasında bunları yaptık... Bölündük  parçalandık 10 Kasım...

Kendimizden de utanç duyduk, ırkımızdan da... Peki benim suçum ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Ben Kürt'üm 10 Kasım; bölünmüşüm ikiye; bir yarısı bölücü yani kendi halkına zulmetmeyi hizmet sanan Kürt'ün asıl ve tek düşmanı olan terörist, diğer yarısı ise Allah'ına kadar vatan sevdalısı;

Ben vatan sevdalısı yandaysam da, gel gör ki Kürt isem konulmuşum aynı kefeye...

Peki benim suçum ne? Bölücüler yüzünden utanç duymuşum Kürtlüğümle...

Peki bölücüler yüzünden utanç duyulan Kürtlüğün suçu ne?

Çal siteni çal 10 Kasım...

Ben Aleviym 10 Kasım; bölünmüşüm ikiye; bir yarısı demokrasi ister, diğer yarısı demokrasi adı altında bölücülüğü, gizliden gizliye PKK'la kardeş kardeşe;

Ben demokrasi yandaysam da, gel gör ki  Aleviysem konulmuşum aynı kefeye... Peki benim suçum ne?

Bölücüler yüzünden utanç duymuşum Alevliğimle...

Peki bölücüler yüzünden utanç duyulan Aleviliğin suçu ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Ben Kürt'üm Türk'üm, Laz'ım Çerkez'im dahası yetmiş iki milletim; ırkım neyse ne, ulus adım Türk, vatan adım Türkiye; yok başka Türkiye... Yok başka Türkiye...  Bana düşen, ona düşen bu vatana sahip çıkmak... Bana düşen, ona düşen bu bayrağa sahip çıkmak; o bayrak ki dedelerimizin kanından almış rengini, bize düşen  dedelerimizin mirasına sahip çıkmak... Ama siyasi ayrışımlarımız gözlerimizi kör etti ne vatan görür olduk ne bayrak, ne de millet...

Peki bu vatanın bu bayrağın suçu ne? Ben milletim, peki benim suçum ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Dedim ya benim adım yetmiş iki millet; ben kenarda durup seyre daldım parçalarımı; hırpalanan ülkeyi, her izleyişimde haberleri, sıtma tuttu yüreğimi; kimi mahpus damına kimi mezara, kimi hala sokaklarda etrafı yakıp yıkmakta, ben yetmiş iki millet ise girdim ruhi bunalımlara... Dedim ya ben bütündüm milletle; onlar benim parmaklarımdı; parmaklarım kapışıp kanarken bende acıdım... Onlar benim ayaklarımdı; ayaklarım sürünüp kanarken bende acıdım... Dedim ya onlar benim parçalarımdı; öldürülen de bendeydi benim parçamdı, ölen de bendeydi benim parçamdı; ondandı ki bende acıdım; zira ben ülkenin yetmişi ki milletiydim, bütünüydüm. Üstelik kenardaydım, kıyısındayım seyrindeydim parçalarımın... Kan filminde oynayanlar yüzünden utanç duymuşum içimdeki bölücü milletimle, yani elimle ayağımla, parçalanan parçalarımla... Peki benim suçum ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Amansız bir hastalığa tutulmuş ülkem; tavuğun yumurtası gelmiş bilmem neresine dayanmış gibi, dünyanın cılkı çıkmış gelmiş sonuna dayanmış ama biz hala başka dünya arayışı... Yok başka bir dünya... Yok başka bir Türkiye...

Çal sireni çal 10 Kasım...

Ben yazarım, ortada bir tablo varsa yapanı da yakıştıranı yazarım ama memnun edemem herkesi; zira ülkede hakim, yetmiş iki millet düzeni... Yazdıklarımın resmini beğenseler de beğenmeseler de, bu onların resmi; yapan da onlar, yakıştıran da... Ben harflerimle onların resimlerini yaparım, baktıkça kızsalar da kendi resimlerine, anlamadılar anlamayacaklar kızdıkları ve beğenmedikleri kendi resimleri... Peki benim suçum ne?

Çal sireni çal 10 Kasım

Sorun ne biliyor musun 10 Kasım; biz tüm değerlerimizi, kahramanlarımızı, inançlarımızı bölüştük; herkes kendisine düşenle siyaset yaptı... Benim siyasi görüşüm değilse, berikini gözden çıkardık...

"Benim partim senin partin..." Halbuki siyasi görüşlere pay edilen tüm parçalar bizim bütünümüzdü; bütünümüzü pay pay edip parçada kalarak, işte tamda bu yüzden parçalandık 10 Kasım...

Sorun ne biliyor musun 10 Kasım; ne olursa olsun, kimin payı ne olursa olsun, evvela vatan olsun...

Oysa ki vatan bayrak bile gözden çıkarıldı; galiba pek yakında dünyanın sirenini de çalacaksın 10 Kasım...

Ben yine çok korkuyorum 10 Kasım; içim titriyor, günbegün haberlere düşen ülke sirenlerini hayatımdan çıkaramıyor olmamdandır...  Peki benim suçum ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Susuyorsun değil mi 10 Kasım; söyleyecek sözlerin düğüm olmuş yüreğinde, dizilmiş boğazına, ondadır ki sirenini bu kez dana uzun çaldırıyorsun... Neyse ne! Dedim ya bunlar derin mevzular; ondandır ki, her cümlenin sonuna bırakıldı 3 noktalar...

Gel biz bugün bunları unutalım da, asıl sana gelelim; sen seni yine benden dinle 10 kasım...

Dinle de, bu kez sen sana, çal sireni çal 10 Kasım...

Çalmadan evvel, gel de o ilk çaldığın sireni kısaca hatırlayalım ve hatırlatalım 10 Kasım...

Saat dokuzu beş geçe, Atam dolma bahçede, gözlerini kapadı bütün dünya ağladı...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 Dolmabahçe Sarayında ebedi uykuya teslim oldu... Gün vade dolunca kim olursa olsun, o yolun yolcusudur; Atatürk'e o trene bindi ve çok ötelere gitti... Adını hep aramızda bırakarak...  Atatürk'ün tabutu 16 Kasım 1938'de Dolmabahçe Sarayının büyük tören salonunda ki katafalka'ya konuldu. Türk halkı büyük bir yasa boğularak, 3 gün boyunca Atatürk'ün tabutunun önünden geçerek hıçkırıklarını yudumladılar yüreklerine. Ne acı, o büyük komutan ebedi uykuya teslim olmuştu. Nasıl yani o şimdi bir daha hiç uyanmayacak mıydı? Uyanmayacaktı ha!  Uyanmayacaktı işte. Ne çare ki Atatürk'ün tabutu 12 generalin omuzlarında top arabasına getirildi ve Gülhane Parkı'na götürüldü. Yavuz zırhlısına bir torpido ile aktarım yapıldı. Yavuz zırhlısı tabutu İzmit'e getirirken, törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemiler Türk donanması eşliğinde büyük ada açıklarına kadar eşlik ettiler. Yavuz zırhlısından özel bir trene aktarım yapıldı ve gözyaşları içerisinde Atatürk'ün naaş'ı Ankara'ya getirildi. Atatürk'ün ölümünden sonra başa getirtilecek olan İsmet İNÖNÜ, Bakanlar, Genel Kurmay Başkanı, TBMM Başkanı, asker ve devlet adamaları tarafından karşılanan Atatürk'ün cenazesi TBMM önündeki katafalka konuldu. Ankara'da başladı bir göz yaşı ağıtı, bu ağıt sesli değil sessizdi, hıçkırığın içindeydi, sukuttu.  Tüm sevenleri gözyaşlarıyla yüreklerine akıtıp, hıçkırıklarını yudumlayarak katafalkanın önünden geçtiler birer birer ve ağır ağır... 21 Kasım 1938 de yabancı devletlerin temsilciliğinde bulunduğu binlerce kişilik büyük bir tören ile cenaze Etnografya Müzesindeki geçici olarak hazırlanan kabre konuldu... Atatürk'e yakışacak, onun adını büyük bir heybetle taşıyacak, onu her daim hatırlatacak bir anıt yapılması fikri halk tarafından da benimsendi. Büyük anıt yapıldı ve Atatürk'ün Cenazesi bir törenle 10 Kasım 1953'de yeni ve ebedi evi anıtkabir'e defnedildi...

Atatürk'ün mezarı hepinizin bildiği gibi Ankara Anıt kabirdedir ancak mezar sanıldığının aksine törenin yapıldığı mozolenin önünde değil, mozolenin tam altında olan bir mezar odasında bulunmaktadır...

Beni en çok etkileyen tüylerimi diken diken eden olaysa; Mezarın yanında Türkiye'nin 81 ilinden ve KKTC'den getirtilen vatan toprakları bir kavanozun içinde bulunmaktadır. Gel de ağlama şimdi...

Çal sireni çal 10 Kasım...

Yakınlarımızın kabrine Fatiha yollarken inandık da, Atatürk'ü öylesine putlaştırdık ki, sadece andık bir Fatihayı bile çok gördük... Bir çoğunuzun şu cümleden bile, şöyle bir irkildiğinizi görür gibi oldum; işte biz bu kadar ebedi evinde lazım gelecek ney'in sesini yabancılaştırdık, uzak tuttuk Atatürk'ten...  Peki Atatürk'ün suçu ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Şu kalem, ne birilerinin arkasına sığınıp yazanlardandır, ne de birilerine yalakalık olsun diye yazanlardan...

Şu kalem doğru bildiklerini ve yanlış gördüklerini, olması gerekenleri ve her şeyi olduğu gibi çıkarsız ve de Ejderdil olarak kaleme almaktadır... Beğenirler ya da beğenmezler; herkes kendine dokunanı sevmez; o zaman bilirsiniz ki ipin ucu ondadır... Oysa ben onları kaleme alıyorum; unutulmamalı ki beğendikleri de kendileri, beğenmedikleri de... Peki Ejder'in Kızı Dilek Ejderdil'in suçu ne?

Çal sireni çal 10 Kasım...

Atatürk'ü sevenler ya da sevmeyenler Allah rızası için bir El Fatiha!

10 Kasım'ı evvela Fatiha ile karşılıyor, saygı ile anıyorum.

Haftaya buluşmak ümidiyle hoş çakalın dostça kalın ama sevgisiz ve Ejderdilsiz kalmayın.

Sevgilerimle Dilek EJDER

 

 

 

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..