- Kategori
- Sinema
Çarpışma
Sinema eleştirmenleri “Hollywood sadece Hollywood değildir” derler.
Diye başlamıştım bir yazıma… Ve ardından…
Bunu demekle aslında Hollywood’un salt eğlence üretim merkezi olmadığını aynı zamanda toplumsal mesajlarla global hedeflere de hizmet ettiği gerçeğini vurgulamış olurlar.
Amerika’nın kutsal hedeflerine ilişkin filmlerin çerçevesi CIA’nin tarih kurumunda çizildikten sonra bu hedefler Hollywood’da senaryolaştırılır ve arkasından bu iş için yetiştirilmiş olan usta yönetmenlerin elinde Oscar ödüllü filmler haline gelir.
Şeklinde bir izah sadedine girişmiş ve Hollywood’un Sam Amca’nın evrensel hedeflerine hizmetteki rolünden kısaca bahsetmiştim.
Son zamanlarda ülkemiz hakkında üretilen dağılma parçalanma senaryoları üzerine aklıma 11 Eylül sonrası Hollywood’da çekilen Oscar’lı filimler geldi yeniden.
Amerikan toplumundaki dağılma, parçalanma kuşkusu üzerine vakit kaybetmeden harekete geçen, her biri gerçek bir Amerikan Milliyetçisi olan senaristler önce Crash(Parçalanma) i yazdılar.
Crash’le bir kristal gibi parçalanıp dökülen Amerikan toplumunu toparlayıp düzene koyduktan sonra, Dünya kardeşliği üzerine eğildiler.
Kardeşler arasındaki sorunu giderecek büyük birader senaryosunu; yani Babil’i devreye soktular.
En sonunda da Asya’nın sefalet içinde yüzen insanlarına Slumdog Millioner’le refah elini uzattılar.
Burada bu filmlerin arka planlarına dalıp teatiler derunun da dolaşmak istemiyorum.
Yalnızca bizde neden yapılmıyor?
Bizim senaristlerimiz ne güne duruyor diye üzülüyorum.
Hepsi bu.
Bu filmleri kısaca tanıtırsam meramımı daha iyi ifade edeceğimi umuyorum.
Çarpışma
11 Eylül sonrası Amerikan toplumu tam bir paranoya yaşıyor.
Öyle bir sarmal ki sokaktaki herkes yekdiğerine şüpheyle bakıyor.
Aynı apartmandaki komşular birbirine kuşkuyla yaklaşıyor.
Kuşku etnik bir korkuya dönüşüyor.
Beyazlar, siyahlardan; göçmenler, yerlilerden endişe duymaya başlıyor.
Anneler o güne kadar gönül rahatlığı ile bebeğini teslim ettiği bakıcısına vehimle yaklaşıyor.
Pentagondaki askerler sefer tasıyla sefere gidecek kadar bir şüphe helezonuna kapılmış gidiyor.
Sam Amca’nın kutsal mabedi Beyazsaray’daki kuşku heyûlası öylesine derinleşmiş ki mutfağında çalışan aşçıların dedelerinin dedelerine varan bir araştırma soruşturma başlatılıyor.
Tam bu sırada devreye kahraman senaristler giriyor.
Ve Crash yazılıyor.
Hoşgörüsüzlük meydan savaşında kimsenin güvende olmadığı bir ortamı irdeliyor, şiddeti yaratan ve hayatları değiştiren üstü kapalı öfkeye karşı bağışıklığa sahip olmayan insanların hayatına bodoslamasına bir dalış yapıyor usta senarist Paul Haggis.
İlk başta herkesi karşı karşıya getiriyor.
Brentwood’lu bir ev kadını ve savcı kocası. İranlı bir dükkan sahibi. Aynı zamanda sevgili olan iki polis memuru. Zenci bir televizyon yöneticisi ve karısı. Meksikalı bir anahtarcı. İki araba hırsızı. Acemi bir polis. Koreli orta yaşlı bir çift…
Hepsi Los Angeles’ta yaşıyor. Ve 36 saat içinde, birbirini boğazlayacak şekilde hepsini çatıştırıyor…
Amerika’da ırklar arası çatışmanın girift yapısına kışkırtıcı, sözde cesur bir bakış ile işliyor.
Hedef kitlesi olan Amerikalı seyircileri önyargılarını sorgulamaya zorluyor.
Siyah ile beyaz, kurban ile saldırgan arasındaki gri bölgeyi cüretkâr bir şekilde irdeliyor.
Farklı etnik kökenlerden karakterlerin çeşitli vesilelerle karşılaşmalarını, birbirlerinin hayatlarına girip çıktıkça yaşanan korku ve yobazlığı farklı bakış açılarıyla işliyor.
Gri bölgedeki saldırganla kurbanı bir araya getiriyor.
Önce çatıştırıyor.
Sonra birleştiriyor.
Adeta her birini yekdiğerinin külüne muhtaç ediyor.
Başka Amerika yok! Düşüncesini zihinlere kazıyor.
Babil ve Slumdog Milyoner haftaya kalsın…